23 Aralık 2008 Salı
GEÇMİŞ SÜRECİN DEĞERLENDİRİLMESİ
A) Örgütsel durumumuz:İkinci konferansımızda görece uzun uzadıya değindiğimiz örgütsel durumumuzda, geride kalan bir sene süresince çeşitli gelişmelere paralel bazı değişikliklere gittiğimiz görülmektedir.YDG’nin sağlıklı merkezileşmesi kararımız kapsamında zamana yaydığımız bu sorunu esasta güçlenmiş ve sağlıklı işleyen birim-alan faaliyetleriyle çözülebileceğini 2. Konferansta belirtmiştik.Birimde kurumsallaşma konusunda henüz oldukça deneyimsiz olduğumuz açıkken, her şeyden fazla kendi pratik deneyimlerimizle bu sorunu aşmaya çalışmamız, politik durum kapsamında da belirteceğimiz tasfiyeciliğin etkileri gibi nedenlerle zorlandığımız, alan çalışmalarında çok da yaratıcı olamadığımız açıktır.
1. ve 2. Konferanslar arasında kendisini gereklilik olarak dayatan YDG toplantıları konusunda 2. Konferans sonrası daha da uzmanlaştığımızı, sıklıkla birbirini tekrar eden statik biçimleri pratik içerisinde değiştirdiğimizi ve birçok alanımızda asgari düzeyde de olsa YDG toplantılarını pratiğe hizmet edecek şekile çevirebildiğimizi söyleyebiliriz.
Bu süreçte, ihtiyaç ürünü olarak ortaya çıkan YDG toplantılarının kimi dönem verimsizleşmesi, statüko haline gelmesi, daha doğrusu demokratik çalışmanın adeta tek biçimi haline getirilmesi, bu konuda yaşadığımız temel sıkıntı olmuştur.
İşte bu sorun karşısında ihtiyaç ürünü olarak ortaya çıkan YDG toplantılarının verimlileştirilmesi için pratiğe dönük, alan politikalarına yoğunlaşmış biçimler gündeme girmiş, bazı alanlarımızda periyotlar seyrekleştirilmiş, toplantıların merkezileştirilmesinin zor olduğu alanlarda da toplantılar daha da birimleştirilmiştir.Bu deneyimler ışığında hiçbir birimin dogma olmadığını, biçimlerin verimli ve demokratik bir çalışma için var olduğunu ve ihtiyaçlara göre değiştirilebileceğini bir kere daha görmüş olduk.2. Konferansla birlikte farklı DKÖ’lerin daha fazla gündemimize girmiş olması, “Peki, YDG’yi nasıl örgütleyeceğiz?” sorusunu daha da fazla tartışılır kılmıştır. Örgütsel bileşimimizin DKÖ çalışmalarında deneyim kazanmasıyla ve her yoldaşımızın DKÖ çalışmalarına yoğunlaşmasıyla YDG çalışmasının hem daha kolay yürütüleceğini hem de komplike bir özellik kazanacağını iddia edebiliriz.Daha öncesinde de sorulmuş olan “YDG çalışması mı esas öğrenci derneği çalışması mı esas?” sorularının önümüzdeki süreçte tekrar karşımıza çıkacağı açıktır. Kendi özgül çalışmalarımızın yanı sıra YDG çalışmasının zaten kitleler ve kitle örgütleri içerisindeki çalışma olduğunu söyleyerek bu soruyu cevaplandırabiliriz.Çalışmalarımızda öne çıkan bazı sorunların önem sırasına göre dizilimi
Bu konu, örgütsel durum kapsamında işlenmekle birlikte aynı zamanda politik çalışmalarımızı da aynı düzeyde ilgilendirmektedir.
1. Politik niteliğin yetersizliği
2. Kitleler içerisinde örgütlenme sorunu
3. Dağınık çalışma tarzı
1. Politik Nitelik Sorunu:
Örgütümüzün politik sorununun çalışmalarımızı bir bütün engellediğini söylemek doğru değildir. Son yıllarda kitlelerin gerçek gündemi olan, can alıcı politikaları belirlemede örgütümüzün bir sorunu yoktur. Tali onlarca sorun, merkezi esas sorunlarla teorik belirleme bazında doğru şekilde birleştirilse de bu politikaları uygulamada, gündemleştirmede, yerelleştirmede oldukça önemli sıkıntılar yaşadığımız açıktır.
Doğal olarak bu durum politikliğimizle ilgilidir ve diğer iki sorunla ayrılmaz bir biçimde alakalıdır. Konunun esası olmamakla beraber alt başlık olarak şu sorunlara değinilebilir:- Teorik eserlerin düzenli ve pratiğe hizmet edecek şekilde okunmaması- Güncel gelişmelerin takip edilmemesi, güncele müdahalenin zayıflığı- Politik algılarımızı ve düşünce sistematiğimizi geliştirecek tartışmaların, forumların yeterince yapılmaması ve bu konulara ilgisizlik- Örgütsel konuların politik konulardan daha fazla tartışılması- Gelişmelerin birbiriyle ilgisini kuramama, parçaya odaklanma2. Kitleler İçerisinde Örgütlenme Sorunu:
Bu dönemde, bahsi geçen başlık içerisinde özellikle eksik kaldığımız konu, sistematik bir yaklaşım olan “kitlelerden kitlelere” formülasyonunu pratikte kullanmamızla ilgilidir.Son dönemde vurgulanan “konuşmadan önce ısrarla dinleme”, “kişilerin değil, kitlelerin görüşüne yoğunlaşma”, “kitlelerin görüşlerini sistemli olarak inceleme ve düşünmeden karar vermeme/konuşmama”, “kitleleri tanıma” ve bu kapsamda gündemleşen “halka hizmet et!” şiarı hem eksikliklerimizi hem çözümlerini ifade etmektedir.
Bunun yanı sıra 2. Konferans’ta karar altına aldığımız, her YDG’linin başka bir DKÖ’de örgütlenmesi kararına, önemli gelişmeler olsa da tam olarak uyabildiğimiz söylenemez. Yine DKÖ çalışmalarında bir seviyeye geldiğimiz alanlarda da YDG’yi örgütleme konusunda sıkıntı yaşadığımız bu seneki pratiklerde görülmüştür. Bunun nedenleri şu başlıklar altında sıralayabiliriz:
- Kitleleri tanımama
- Kitleleri dinlememe
- Kitleleri dinlemeden politika oluşturma
- DKÖ çalışmalarına uzaklık
- Kitlelere güvensizlik
- YDG’ye ve politikalarına güvensizlik3. Dağınık Çalışma Tarzı:
Politik duruşumuzun bir sonucu olarak ortaya çıkan çalışma tarzındaki hatalı yaklaşımlarımızı bu sene, önceki seneye oranla daha fazla hissettiğimiz söylenebilir. Çalışma tarzı kapsamında doğrudan politik niteliğimizle ilgili “planlama” sorununun esas olduğunu vurgulayalım.
Hedefi belli olmayan bir kişinin nereye nasıl gittiğinin bir önemi yoktur. Bu nedenle dağınıklığımızın nedenini hedeflerimizi de belirlemeyi içeren bir planlamadan, bunu detaylandıran bir prosedürler (yöntemler) çalışmasından yoksunluğumuza bağlayabiliriz. Her ne kadar içerisinde eksiklikler barındırsa da konferanslarımız, bir senelik genel planlamamıza işaret eden örneklerden birisi olarak verilebilir. Ancak alanlarımızda, örneğin 1 ay, 6 ay, 10 ay ya da 3 yıl sonra neyi hedeflediğimizi bilmediğimizi yani kısa, orta ve uzun vadeli hedefler belirlemediğimizi hepimiz biliyoruz. Bunun olmadığı bir çalışma tarzı, günü, haftayı en iyi ihtimalle de ayı planlayan; ancak bunu da üzerine durmadan yapan, esasta kendiliğindenci bir çalışma tarzıdır.
Asgari, kısa ve orta vadeli, 6 aylık, 1 yıllık örgütsel ve politik plan hazırlamak, bu planları gerektiğinde müdahaleye açık halde esnek tutmak gereklidir.
- Zamanı, amacı, genel olarak araçları belirlenmiş,
- anlaşılır,
- bir örgütsel yapıya dönük,
- genel programa ve plana uygun,
- işbölümü ve kolektivizme dayalı,
- periyodik olarak denetlenebilir,
- gerçekçi ve uygulanabilir planlar hazırlamak, her alanımızın gündeminde olmalıdır.
Çalışma tarzımızda bu konu kapsamında esneklik ve denetlenebilirlik ilkelerini de irdelemek gerekmektedir. Gönüllülüğü esas alan ve hiyerarşik olmayan, demokratik merkeziyetçilik ilkesinin demokrasi kısmına ağırlık veren YDG, bu tarzıyla esnek bir örgütlenme olmakla birlikte, iş yapmamayı, sürekli bahane üretmeyi ve denetlenmekten kaçmayı asla benimseyemez YDG’nin esnekliği çalışma tarzının gevşekliğini derinleştirmek için belirlenmemiştir ve hiçbir örgütte de gevşeklik, tembellik kutsanamaz. YDG’nin esnekliği, gönüllü iş yapmama tavrına maddi bir müdahalede bulunmamasından kaynaklıdır. Disiplin kapsamında değerlendirilmesi gereken bahanesiz iş yapmama, yalancılık, yozlaşma gibi konularında “nasıl olsa YDG esnek” anlayışıyla hareket edilemeyeceği açıktır. Çalışma tarzına da etki eden bu gibi sorunlarda alanlarımız gereken kararlarını vermektedir. Bunun dışında YDG’nin maddi yaptırımından çok manevi baskılarının olduğunu biliyoruz. (eleştiri, tavır alma vb) Bu konularda bir senede yaşanan örnekler, hattımızın doğruluğunu göstermektedir.
Faaliyetçilerin özdenetimi ve kolektif denetimi de merkezi bir zorlamanın konusu olamaz. Olsa da bugün bazı alanlarımızda örnek olduğu gibi yoldaşlarımızın istemleriyle yaşama geçirilmelidir. Aylık harcamalarımız, pratik faaliyetlerimiz, ne okuduğumuz gibi konuları içeren yazılı denetim raporları,
1. Otokontrolün
2. Kolektif kontrolün ve doğal olarak şeffaf çalışmanın aracı haline getirilmiştir.Bu başlık kapsamında son olarak mali sorunlarımıza yaklaşımlarımıza da değinmekgerekmektedir. 2. Konferans’ta karar altına aldığımız 20 YTL’lik aylık bağış kararını tam olarak uygulayamadığımız ortadadır. Alanlarımız sürekli olarak mali sorunlar yaşamakta ve dahası yayınımız da mali sorunlarla boğuşmaya devam etmektedir.
B) Politik Durum Değerlendirilmesi:
2007’nin sonunda gerçekleştirdiğimiz 2. Konferansımızdan bu yana geçen bir yıllık süreç, fazlasıyla incelenmeyi hak etmektedir. Ardı ardına yaşanan gelişmelere cevap olma noktasında eksikliklerimizin öne çıktığı bu süreçte de etkisi fazlasıyla hissedilen tasfiyeciliğin sonuçlarıyla boğuştuğumuz söylenebilir.
2. Konferansımızda önümüzdeki süreç tartışmalarında eğitimdeki emperyalist yasalardan yola çıkarak anti-emperyalizm vurgusunun öne çıkması gerektiğini belirtmiştik. Daha önceki süreçlerle karşılaştırdığımızda kitlelere yönelik teşhir çalışmalarımızın ve onun öncelindeki anti-emperyalizm vurgularımızın yetersizliği bu süreçte dikkat çekilmesi gereken sorunlarımızın başında gelmiştir. Konferansımızın anti-emperyalizm vurgusunun yanı sıra örgütümüzün yaptığı çalışmalar neticesinde ve kitle hareketlenmelerinin niteliği değerlendirilerek başlatılan örgütlenme kampanyası, 2. ile 3. Konferanslarımız arasında belki de en fazla değerlendirilmesi gereken yönelim olmuştur.
2007-2008 döneminde Ulusal Sorun konusunda da önemli gelişmelerin yaşandığı, toplumsal hareketlenmenin bu çerçevede sınıflandığı açık bir gerçektir. Şovenist histerinin resmi ellerle yaygınlaştırılmaya çalışıldığını, savaşın önceki senelere nazaran daha fazla gündeme girdiğini, bu konuda ibretlik tavırların alındığını söyleyebiliriz.
Kitlelerin artan memnuniyetsizlikleri, kendiliğinden eylem ve örgütlenmelerin tekrar yaşanmaya başlandığı, takvimsel süreçlere ilginin arttığı bu süreçte devrimci hareketin durgunluğu, iradesizliği, iddiasızlığı, çözümün ve alternatifin umut olarak kitlelerin kafasında belirginleşmesini engellemiştir.Geliyorum diyen ekonomik krizin geçtiğimiz aylardan itibaren fazlasıyla etkisini hissettirdiği bu süreçte alternatif arayışların artacağını söylemek de yanlış olmayacaktır.
İşte genel hatlarıyla belirttiğimiz bu gelişmelere örgütümüzün nasıl tavır aldığını, eksik kaldığı noktaların neler olduğunu değerlendirmek, önümüzdeki süreci planlarken bize önemli katkılar sunacaktır.
ABD öncülüğünde emperyalistlerin Irak’ta ve Afganistan’da gerçekleştirdikleri işgaller, anti-emperyalist tepkinin dünya genelinde olduğu gibi, hem sosyo-ekonomik nedenlerle hem de coğrafi nedenlerle Türkiye’de de fazlasıyla artmasına vesile olmuştur. Bu dönemleri kapsayan anti-emperyalist yönelimlerimizin devamlılığı tartışmalı olsa da kazandığı başarıları bugün hepimiz biliyoruz. Emperyalizmin saldırılarının askeri içerikli olduğunda daha fazla hissedilmesi anlaşılır olsa da diğer yönlü saldırıların, özünde askeri saldırılarla aynı amaçları taşıması gerçekliği ekseninde, benzeri bir duyarlılığın sağlanması gerekmektedir. Emperyalist patentli yasalarla kuşatıldığımız bu dönemde, kitlelerle birlikte belirgin bir tepki gösteremediğimiz açıktır. Elbette ki bu durumun nesnel ve öznel nedenlerini birlikte değerlendirmek gerekmektedir.
Son iki senedir gündemimizde olan eğitimde emperyalist yasalar politikası, diğer devrimci ve ilerici öznelerin gündemine girmediği için adeta sadece bizim kampanyamız, sadece bizim yönelimimiz olarak kalmıştır. Bunun dışında faaliyet yürüttüğümüz diğer DKÖ’lerde de bu yasalara karşı aktif çalışma yürütmeyi gündeme alamamış olmamız, yaşadığımız sıkıntıların başında gelmektedir.Ülke genelinde kitlelerin kendiliğinden duyarlılığın parçalı ve sınırlı olması da bu politikanın etkisini kısıtlamıştır. Bunların yanı sıra örgütümüzün, kampanya başladığı dönemde özellikle de üniversitelerin genelinde etkin bir politik özne durumunda olmaması, kampanyanın da özelde üniversiteli halk gençliğine ulaşmayı hedeflemesi kampanya ve sonrasında yönelimimizin geniş bir hareketlenme yaratmasına engel olmuştur.
Üniversitelerde kampanyanın başladığı dönemlerde var olan örgütlülük düzeyimiz sayıca az olmakla beraber, kitle çalışması konusunda da deneyimsizdi. Kampanyanın başladığı 2006 başlarına kadar örgütümüzün görece uzun bir süre kitlelere dönük politika oluşturma konusunda yetersiz kaldığını 2. Konferansımızda belirtmiştik. İşte bu sorun, halen tam olarak çözümleyemediğimiz ancak gelinen aşamada önemli gelişmeler de kaydettiğimiz bir konudur.
Aradan geçen neredeyse 2 sene sonunda üniversitelerde tekrar kendimizi var ettiğimiz, YDG dışında da çeşitli DKÖ’lerde çalışmaya başladığımız açık bir gerçektir. Ancak sorun, sadece kendimizi var etme sorunu değildir. Kampanyanın yoğunluklu olmasına yapılan atfa rağmen 2007 Kasım ayında gerçekleşen Ankara’daki merkezi eyleme katılımın, örgütümüz tarafından yeterince sağlanamaması düşündürücü olmuştur. Belirli bir düzey yakalandıktan sonra gündeme gelen örgütlenme kampanyası, hem bu soruna atıfta bulunan hem de kitlelerin ihtiyaçlarını gözeten bir kampanya olarak planlanmıştır.
Ancak bu kampanyanın öncesinde 2. Konferansımız süresince YDG’nin nasıl çalışacağı konusunda yapılan tartışmalar ve fikir ayrılıklarıyla zenginleşen bir konferans geçirdiğimiz bilinmektedir. YDG toplantılarının nasıl olacağı, YDG’de disiplin, mali sorunlar, yayın anlayışımız, kadın sorununa bakışımız, diğer DKÖ’lerde çalışmanın gerekliliği gibi konularda yapılan tartışmalar ve bu tartışmaların 3. Konferansımıza gelirken bize sağladığı birikimler önemlidir.
Örgütümüzün çalışma ilkelerinin nasıl olacağının belirlenmesi, kitle çalışmasındaki verimliliğimizi de etkileyen önemli bir konudur. İşte 2. Konferansımızla birlikte bu konuda önemli gelişmeler kaydettiğimizi rahatlıkla söyleyebiliriz. YDG’nin hedef kitlesine ulaşma sorunu ve dahası YDG’de kararların nasıl alınacağı meselesinde yaşanan kafa karışıklıklarının bu süreçte önemli düzeyde giderildiğini söylersek abartmış olmayız. Elbette ki bu konuyu tam olarak çözümleyebildiğimiz söylenemezse de bu sorunun zaten pratik ve politik deneyimimizin gelişmesine paralel olarak çözümleneceği açıktır.
2008 başında başlatılan örgütlenme kampanyası hangi ihtiyacın ürünüydü?Emperyalist yasalara karşı yürüttüğümüz kampanya ve yönelim sürecinde, halk gençliğini harekete geçirme noktasında yaşadığımız sıkıntılardan bahsetmiştik. Bu süreçte benzeri bir yönelim içerisinde olan başka ülkelerde öğrenci, öğretim görevlisi ve yasalardan etkilenen işçilerin öz örgütlülükler nezdinde kitlesel bir biçimde gerçekleştirdikleri karşı duruşlar, Türkiye’de eksik olan en önemli konulardan birisinin ne olduğunu da bize gösterdi.
Esasta gençliğin mesleki ve özlük haklarına yönelik böylesine kapsamlı bir saldırı dalgasının adeta sessizlikle karşılanması şaşırtıcıydı. Biraz geriye gittiğimizde TMMOB’a bağlı gençlik komisyonlarının Yetkin Mühendislik uygulamasına karşı kitlesel bir karşı duruş sergilediğini, örgütsüz olmakla birlikte öğretmenlerin ve öğretmen adaylarının sözleşmeli öğretmenlik uygulamasına karşı çıktıklarını vb görebiliriz. Ancak bir bütün olarak eğitimde emperyalist yasalar gündeminin ele alınmadığını ve paket biçimde gerçekleşen saldırıların parçalarına, parçalı ve özde kendiliğinden sınırlar içinde karşı çıkıldığını gördük.
Uzun sessizlik sürecinin akabinde kendiliğinden gelen bu tepkiler asla küçümsenemeyecek nitelikte olmasına rağmen sürekliliğinin aynı coşkuda sağlanamaması ve alternatiflerin güçsüzlüğü düşündürücüydü. İşte bu kıpırdanış ve halk gençliğinin her alanda örgütsüzlüğünden dolayı susturulmuşluğuna karşı “söz-yetki-karar hakkı ve örgütlenme özgürlüğü” şiarlı kampanyamız oldukça önemli bir yerde duruyordu.
Amacımız, her alanda halk gençliğini kendisini ifade edeceği öz örgütlülüklere ve diğer DKÖ’lere seferber etmenin, bu örgütleri, kendi alanlarında karar yetkisi olan örgütler haline getirmenin önemini vurgulamaktı. Ancak, önümüzde önemli bir sorun bulunuyordu. Bizler halk gençliğini örgütlenmeye çağırıyorduk ama bizzat bizlerin de yeterince örgütlü olduğunu söylemek zordu ve hala zor.
Kampanyanın henüz hazırlık aşamasında kitlelerin nabzını ölçmek için yaptığımız anket çalışması, merkezi araç kullanmada, yani bir örgüt olmada sıkıntılar yaşadığımızı gösterdiği kadar, kitlelerin “kendilerini ifade etme” konusunda sorunlar yaşadığını ve tüm anti-propagandaya rağmen “örgütlenmekten” o kadar da korkmadıklarını naçizane anlatmaya yetti.
Kitlelerle, daha doğrusu geniş kitlelerle temasımızın dahi ne kadar kısıtlı olduğunu, en ilkel biçimleriyle bu anket çalışması esnasında fark ettik ve her alanımızda esasta çalışmasını yapacağımız araçları belirlemeye başladık.
Maalesef bu süreç, deneyimimizin ama özelikle politik deneyimimizin sandığımızdan daha az olduğunu bir kere daha bizlere gösterdi. Kampanyanın nedeni, amacı netleşmişken ve kitlelerin de bu yönlü bir talebinin olduğunu asgari anlamışken, oldukça garip nedenlerle bazı alanlarımızda araç, yani kitleleri yönlendireceğimiz örgüt bulmakta zorlanmamız işte bu deneyimsizliğimizi bizlere gösteriyordu. Bazı alanlarımızda bu kampanya başlayana dek YDG dışında bir kitle örgütünü gündemimize almadığımızı, bu örgütlerde çalışmadığımızı, bu nedenle de işe nereden başlayacağımızı bilemediğimizi “birden bire” fark ettik.
Evet, 2. Konferans sonrası YDG’nin nasıl çalışacağı konusunda asgari de olsa netleşmiştik. Ancak öğrenci derneği, Genç-Sen, TMMOB, Eğitim-Sen, işçi-köylü sendikaları ve dernekleri, semt dernekleri gibi örgütler bizim, geçmişi saymazsak deneyimsiz olduğumuz, teoride az-çok bilgimiz olsa da pratikte cahil kaldığımızı örgütlerdi.
Örneğin bir alanımızda bu bilgi eksikliğiyle beraber konuyu yeterince önemsememenin sonucu olarak, kampanyanın sonuna dek hiçbir şey yapmadığımızı üzülerek itiraf etmeliyiz. Her YDG toplantısında gündemleşmesine rağmen bahsi geçen alanımızda yeterince gücümüz, dahası kitlelerin yeterince ilgisi varken öğrenci derneği kuramamamız, eğitim fakültesinde varlığımıza ve bizzat Eğitim-Sen den teklif gelmesine rağmen Eğitim-Sen’in gençlik örgütünü oluşturamamış olmamız yani kampanyayı koskoca bir sıfırla tamamlamamız ne demek istediğimizi anlatmaktadır.
Yine deneyimsizliğin bize zaman kaybettirdiği bir alanımızda çalışma yürüttüğümüz örgütlerden Genç-Sen’e mi, kulübe mi, bir başkasında Genç-Sen’e mi TMMOB’a mı öncelik vereceğimizi netleştiremememiz, kampanya süresince yaşadığımız sıkıntılardan bazılarıdır.
Örgütlenme kampanyasını bir kampanya gibi ele aldığımızı söylemek zor olsa da bize çok önemli deneyimler kattığını hiç birimiz inkâr edemeyiz. Evet, kafa karışıklıklarını yaşadık, ama bunun bazı nedenleri vardı ve bu nedenler, bahsi geçen örgütlerin düzgün çalışmaması, geri tartışmalar ekseninde boğulması ve zamanımızın verimsizliği gibi nedenlerdi. Örneğin öğrenci gençliğin öz örgütlülüğü olma iddiasıyla kurulan Genç-sen’in siyasetler birlikteliği görünümü, taban inisiyatifini hiçe sayması ve dahası gençliğin özlük hakları için etkin bir çalışma yürütmemesi, bazı birimlerinde mantıklı önerilerimizin mantıksızca reddedilmesi can sıkıcıydı.
Tüm bu gerçeklere rağmen, doğru görüşlerin muhalefette kalabileceğini ve bizim usanmadan kitleleri örgütlememiz gerektiğini, onların özne olmasıyla bu sorunun önemli oranda giderilebileceğini, örgütlenme kampanyası sayesinde öğrendik.
Kampanya süresince her yönüyle olmasa da büyük oranda başarılı olduğumuz alanlar da oldu. Tüm politik derinlik eksikliğine rağmen Mersin LÖB ve Musalla Kültür Dayanışma Derneği pratikleri buna örnektir. Kitlelere temas etmenin yanı sıra onlarla birlikte hareket edebilme konusunda önemli deneyimler kazandığımız bu çalışmalarda, örgütlenme kampanyasının YDG ayağında sıkıntılar yaşadık ve MKDD’de çalışmamızın devamlılığını sağlayamadık. Bunun dışında bizim dışımızdaki politik öznelerin etkinliğini, doğrularını ve yanlışlarını, kitle örgütlerine yaklaşımlarını görebildiğimiz bir bütün İstanbul Üniversiteliler süreci, Ankara Cebeci süreci, Diyarbakır Dicle süreci, yeni olmakla beraber İzmir’de ve İstanbul’da tartışılan LÖB-Lise çalışması süreçlerinin öğreticiliğini reddetmemiz mümkün değildir.
2 sene öncesine göre kitleyi ve kitle örgütlerinin tartışıyor olmamızın yanı sıra beklemeksizin bu çalışmaların içinde, pratik içinde olmamızın da kendi gerçekliğimiz düşünüldüğünde başarı olduğunu söylemeliyiz. Bu süreci aynı sorunlarla karşıladığımız diğer devrimci ve ileri örgütlerle birlikte uzun bir süre kelimenin tam anlamıyla “durduğumuzu”, “beklediğimizi” itiraf ederken artık harekete geçtiğimiz ve kitleleri yeniden gündemimize aldığımızı müjdeleyebiliriz.
Genç kadın çalışması ve YDG Kadın Buluşması
Ülkenin sosyo-ekonomik yapısı nedeniyle fazlasıyla hissedilen kadın sorununun, YDG tarafından yeterince gündeme getirilmemiş olduğu yani yeterince önemsenmediği açıktır. Maalesef YDG’nin bu sorunu duyumsaması, genel belirlemeler ve ön bilgileri saymazsak daha fazla kadın yoldaşlarımızın çabalarıyla olmaktadır.
Geçtiğimiz sene, sürekliliği sağlanmamış olsa da bazı alanlarımızda kurulan Kadın Komisyonları, bu sorunu gündemleştirme, gündeme müdahale etme ve özgün örgütlenme amaçlarını hedeflese de farklı konuların öne çıkması neticesinde gündemden düşmüştür.
Oysa bu gündemden düşme anlayışı, söz konusu olan konularla kıyaslandığında doğru bir anlayış değildir. Sorunun neden önemli olduğunu burada anlatamasak da Mart ayında gerçekleştirilen Kadın Buluşmasının kazanımları reddedilemez. Bu konuda örgütümüzün deneyimsizlikleri bulunsa da farklı coğrafyalardan ve kültürlerden gelen genç kadınların örgütlediği buluşmamız başarılı olmuştur.Zaman sıkıntısı ve konu genişliği, “keşke biraz daha zamanımız olsa” söylemlerine neden olmuş olsa da, kadın buluşmasının, biriktirilmiş ve konuşulması geren konuların ne kadar çok olduğunu gösterdiğini söyleyebiliriz.
Merkezi eğitim çalışması
Öncesinde var olan ancak eksikliği fazlasıyla bu süreçte hissedilen genel olarak politikaya, özelde mücadelemizin bilimsel dayanaklarına karşı ilgisizlik sorununa ilk müdahale olması amacıyla örgütlediğimiz Merkezi Eğitim Çalışması, çalışmaya katılım, tartışmalar ve öğreticilik konularının yanı sıra kolektivizm konusunda da oldukça başarılıydı. Bilimsel Sosyalizm, Ekonomi-Politik, Felsefe ve Kitle örgütleri-Kitle çalışması ana başlıklarının yanı sıra gençlik ve emek mücadelesi, ulusal sorun ve gençlik tartışmalarının yapıldığı çalışma, bu konulara ilgili yoldaşların katılımıyla gerçekleşti.“Genelde devrimci hareketin, özelde YDG’nin etkisi altında bulunduğu tasfiyecilik saldırısının güvensizliğe, tembelliğe, kitlelerden uzak kalmaya, araştırmaya ve uzaklığa sürüklediği bizler, sistemin saldırılarına karşı gücümüzü, mücadelemizin bilimselliğinden ve haklılığından alıyoruz!” diyebilmek için en temel konuları tartışarak işlememiz anlamlı bir yerde durmaktaydı.
Yaz çalışmaları
Merkezi eğitim çalışmasının sonrasında kitle çalışmasına isteksizliğin, yaz sürecinin de etkisiyle kendisini daha fazla hissettirdiği bir dönemde gerçekleştirdiğimiz Munzur Festivaline katılım ve Mersin Yaz Çalışması pratikleri de incelenmeyi hak etmektedir.Örgütlenme kampanyası süresince kitlelere uzaklığımızın farkındalığıyla bu çalışmalara “halka hizmet et!” anlayışı ekseninde gidilmesi ve bu çalışmalardan elde ettiğimiz deneyimler oldukça değerli bir yerde durmaktadır.
Yiğit, emekçi ve mücadelemizin destekçisi Dersim halkıyla buluşmamızın coşkusu, kitle çalışmasının çeşitli araçlarını verimlilikle kullanmamız, disiplinimiz çalışmanın nasıl verimli geçtiğini bizlere kanıtlamaktadır. Dost-düşman ayrışmasının netleştiği, savaş gerçekliğinin fazlasıyla hissedildiği bu bölgede, bölge halkına olan uzaklığımızın bir nebze de olsa giderilmiş olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Festival süresince kitle çalışmasına yoğunlaşmanın ve disiplinin en güzel örneklerini vermiş olmamız, çalışmadan morallerin yüksek dönülmesine de vesile olmuştur.
Festivalden hemen sonra düzenlenen ve özgünlükler düşünülerek planlanan Mersin Yaz Çalışmaları pratiği, dönemin özellikleri göz önünde bulundurulduğunda önemli deneyimlerin ve kavrayışların öğrenildiği bir çalışma olmuştur. Her ne kadar 2. Konferansımızın kararıyla merkezi bir çağrı yapılmış olsa da örgütümüzün nesnel gerçekliği, nicel açıdan çalışmaya yoğunlaşmamıza engel olmuştur. Katılımın sınırlı olduğu, hiçbir örgütün tabiri caizse hareket etmediği bir dönemde Mersin Yaz Çalışmaları, etkisi hissedilen tembelliğe, düzensizliğe, politikasızlığa karşı kazandığımız/kazandığımızı düşündüğümüz bir irade savaşı haline sürmüştür.
Havaların çok sıcak olması gibi bir etkeni de eklediğimizde kimi zaman düzenimiz bozulmuş olsa da kimi zaman çıkardığımız planı uygulamamış olsak da çalışma boyunca kitlelere güven, politikayı somutlama konularında sıkıntı yaşasak da bu sorunların üstesinden kolektif bir biçimde gelebildiğimiz ve çalışmayı sürdürme konusunda çabaladığımız gerçeği, “hangi irade savaşı” sorusuna cevaptır.Mersin’de bir ay süresince gerçekleştirdiğimiz 4. Yaz Çalışmalarının geneli özelle birleştirme, hedefleri netleştirme, kitleleri dinleme konularında bize belki daha öncesinden de bildiğimiz, ama pratikte bu kadar net yaşadığımız bir deneyimi kazandırdığını rahatlıkla iddia edebiliriz.
Mersin’de Türkiye genelinin üzerinde bir oranda olduğunu bildiğimiz işsizlik sorunu, halkın etkisini son süreçte fazlasıyla hissettiği ekonomik sorunlar, çalışma yapacağımız alan itibariyle ayrı bir yerde duran ulusal sorun ve alana özgü yıkım sorunu ve il genelinde o dönem ortaya çıkan orman yangını ile Mersin Akkuyu’da yapılması planlanan nükleer santral gerçeği ilk elden bilgimiz olan sorunlardı. Ancak bu sorunların nasıl işleneceğini, halkın bu sorunlara karşı tepkisini, beklentilerini net olarak bilmediğimizi düşünerek, kitleleri dinleme, onlardan öğrenme gündemiyle bir etüt çalışması yapma kararı alınmıştı.
Gerek bu etüt çalışması esnasında gerekse yoğunlaştığımız yıkım sorununda, önemli yetmezliklerimizin olduğunu pratikte gördüğümüz açıktır. Çalışmanın başında kısa, orta ve uzun vadeli planlarımızın olmamasından tutalım da “yıkımlara karşı alternatifimiz ne, ne yapmayı planlıyoruz?” sorularına net bir cevabımızın olmaması ve daha da ötesi alana indirgediğimizi sandığımız politik yönelimin aslında oldukça genel bir söylem olduğunu fark etmiş olmamız, bu konuda nasıl bir deneyim kazandığımızı da bizlere göstermektedir.
Şimdi tüm bu süreçleri değerlendirdiğimizde ve hem birbirine benzeyen hem de detayda farklılaşan alan çalışmalarıyla geride bıraktığımız 6 Kasım çalışmaları göz önünde bulundurulduğunda geçen seneye oranla farklı, daha doğrusu ileri bir noktada bulunduğumuz ortadadır.
Mersin yaz çalışmaları özelinde gördüğümüz ve zaten bildiğimiz tasfiyeciliğin saflarımızdaki etkisinin farkındayız. Kendine güven, kitlelere güven, örgüte güven konusunda tekrarlaya geldiğimiz sorunların belki de en fazla bu süreçte hissedilmesi tesadüf değildir. Mücadeleden uzaklaşan arkadaşlarımızın kendine, kitlelere ve örgüte güven konularında yaşadığı sıkıntıları bu süreçte daha iyi anlayabiliriz. Yine bu süreçte kitle çalışmasından daha fazla “başka” şeylere zaman ayırdığımız reddedilmeyecek bir gerçektir. Tüm dünya ve ülke genelinde etkisi hissedilen tasfiyeciliğin önemli örneklerini kendi alan pratiklerimizde de gördüğümüz ve önümüzdeki süreçte de çözmek için daha fazla uğraşacağımız ortadadır.
Politikaya olan ilgimizin henüz hedeflediğimiz seviyede olmadığı açıktır. Geride bıraktığımız bir senede bu konuda önemli mesafeler kat etmiş olsak da gelişen gündemlere cevap olmanın yanı sıra kendi gündemimizi yani halkın gerçek gündemini egemenlerin sahte gündemlerinin üzerine çıkarabildiğimizi söyleyemeyiz.
Adeta bir fırtına gibi esen Ergenekon gündemi, başörtüsü, laiklik tartışmalarında kafası karıştırılmaya çalışılan milyonlara gerçeği göstermek, sadece bu konularda doğru belirlemeler yapılarak gerçekleştirilemez. Ergenekon davası nezdinde kontrgerillanın temizlendiği masalına karşı gerçeği kitlelere anlatabildiğimiz, bu gündemi, halkın gündemi ile parçalayabildiğimizi söyleyememek bir yana, asgari, yeterli bir çaba gösterdiğimizi de iddia edemeyiz.
Ulusal sorunun son dönemde bir “kutuplaşmaya” dönüştüğü açıktır. Özelde son senelerde şovenizmin, milliyetçiliğin, imha saldırılarının artmasına karşı, programımız nezdinde etkin bir karşı duruş sergileyebildiğimizi söyleyemeyiz.
Kürt ulusuna yönelik bu saldırılarda pasif, beklemeci bir siyaset izlemek ve inkârcılıkla şovenizm dalgaları arasında boğuşan halkımızı “kaderlerine” terk etmek doğru bir politik hat olarak görülemez.Bu konuların yanı sıra daha onlarca irili ufaklı konuda son bir senede etkin ya da belirgin bir pratik-tepki verebildiğimiz, bu konuları aynı zamanda örgütlenme aracı olarak kullanabildiğimiz söylenemez.Tüm geçmiş dönem değerlendirmesi, önümüzdeki süreçte her şeyden fazla çalışma tarzımız konusunda nelere dikkat etmemiz gerektiğini bizlere göstermektedir.
1. ve 2. Konferanslar arasında kendisini gereklilik olarak dayatan YDG toplantıları konusunda 2. Konferans sonrası daha da uzmanlaştığımızı, sıklıkla birbirini tekrar eden statik biçimleri pratik içerisinde değiştirdiğimizi ve birçok alanımızda asgari düzeyde de olsa YDG toplantılarını pratiğe hizmet edecek şekile çevirebildiğimizi söyleyebiliriz.
Bu süreçte, ihtiyaç ürünü olarak ortaya çıkan YDG toplantılarının kimi dönem verimsizleşmesi, statüko haline gelmesi, daha doğrusu demokratik çalışmanın adeta tek biçimi haline getirilmesi, bu konuda yaşadığımız temel sıkıntı olmuştur.
İşte bu sorun karşısında ihtiyaç ürünü olarak ortaya çıkan YDG toplantılarının verimlileştirilmesi için pratiğe dönük, alan politikalarına yoğunlaşmış biçimler gündeme girmiş, bazı alanlarımızda periyotlar seyrekleştirilmiş, toplantıların merkezileştirilmesinin zor olduğu alanlarda da toplantılar daha da birimleştirilmiştir.Bu deneyimler ışığında hiçbir birimin dogma olmadığını, biçimlerin verimli ve demokratik bir çalışma için var olduğunu ve ihtiyaçlara göre değiştirilebileceğini bir kere daha görmüş olduk.2. Konferansla birlikte farklı DKÖ’lerin daha fazla gündemimize girmiş olması, “Peki, YDG’yi nasıl örgütleyeceğiz?” sorusunu daha da fazla tartışılır kılmıştır. Örgütsel bileşimimizin DKÖ çalışmalarında deneyim kazanmasıyla ve her yoldaşımızın DKÖ çalışmalarına yoğunlaşmasıyla YDG çalışmasının hem daha kolay yürütüleceğini hem de komplike bir özellik kazanacağını iddia edebiliriz.Daha öncesinde de sorulmuş olan “YDG çalışması mı esas öğrenci derneği çalışması mı esas?” sorularının önümüzdeki süreçte tekrar karşımıza çıkacağı açıktır. Kendi özgül çalışmalarımızın yanı sıra YDG çalışmasının zaten kitleler ve kitle örgütleri içerisindeki çalışma olduğunu söyleyerek bu soruyu cevaplandırabiliriz.Çalışmalarımızda öne çıkan bazı sorunların önem sırasına göre dizilimi
Bu konu, örgütsel durum kapsamında işlenmekle birlikte aynı zamanda politik çalışmalarımızı da aynı düzeyde ilgilendirmektedir.
1. Politik niteliğin yetersizliği
2. Kitleler içerisinde örgütlenme sorunu
3. Dağınık çalışma tarzı
1. Politik Nitelik Sorunu:
Örgütümüzün politik sorununun çalışmalarımızı bir bütün engellediğini söylemek doğru değildir. Son yıllarda kitlelerin gerçek gündemi olan, can alıcı politikaları belirlemede örgütümüzün bir sorunu yoktur. Tali onlarca sorun, merkezi esas sorunlarla teorik belirleme bazında doğru şekilde birleştirilse de bu politikaları uygulamada, gündemleştirmede, yerelleştirmede oldukça önemli sıkıntılar yaşadığımız açıktır.
Doğal olarak bu durum politikliğimizle ilgilidir ve diğer iki sorunla ayrılmaz bir biçimde alakalıdır. Konunun esası olmamakla beraber alt başlık olarak şu sorunlara değinilebilir:- Teorik eserlerin düzenli ve pratiğe hizmet edecek şekilde okunmaması- Güncel gelişmelerin takip edilmemesi, güncele müdahalenin zayıflığı- Politik algılarımızı ve düşünce sistematiğimizi geliştirecek tartışmaların, forumların yeterince yapılmaması ve bu konulara ilgisizlik- Örgütsel konuların politik konulardan daha fazla tartışılması- Gelişmelerin birbiriyle ilgisini kuramama, parçaya odaklanma2. Kitleler İçerisinde Örgütlenme Sorunu:
Bu dönemde, bahsi geçen başlık içerisinde özellikle eksik kaldığımız konu, sistematik bir yaklaşım olan “kitlelerden kitlelere” formülasyonunu pratikte kullanmamızla ilgilidir.Son dönemde vurgulanan “konuşmadan önce ısrarla dinleme”, “kişilerin değil, kitlelerin görüşüne yoğunlaşma”, “kitlelerin görüşlerini sistemli olarak inceleme ve düşünmeden karar vermeme/konuşmama”, “kitleleri tanıma” ve bu kapsamda gündemleşen “halka hizmet et!” şiarı hem eksikliklerimizi hem çözümlerini ifade etmektedir.
Bunun yanı sıra 2. Konferans’ta karar altına aldığımız, her YDG’linin başka bir DKÖ’de örgütlenmesi kararına, önemli gelişmeler olsa da tam olarak uyabildiğimiz söylenemez. Yine DKÖ çalışmalarında bir seviyeye geldiğimiz alanlarda da YDG’yi örgütleme konusunda sıkıntı yaşadığımız bu seneki pratiklerde görülmüştür. Bunun nedenleri şu başlıklar altında sıralayabiliriz:
- Kitleleri tanımama
- Kitleleri dinlememe
- Kitleleri dinlemeden politika oluşturma
- DKÖ çalışmalarına uzaklık
- Kitlelere güvensizlik
- YDG’ye ve politikalarına güvensizlik3. Dağınık Çalışma Tarzı:
Politik duruşumuzun bir sonucu olarak ortaya çıkan çalışma tarzındaki hatalı yaklaşımlarımızı bu sene, önceki seneye oranla daha fazla hissettiğimiz söylenebilir. Çalışma tarzı kapsamında doğrudan politik niteliğimizle ilgili “planlama” sorununun esas olduğunu vurgulayalım.
Hedefi belli olmayan bir kişinin nereye nasıl gittiğinin bir önemi yoktur. Bu nedenle dağınıklığımızın nedenini hedeflerimizi de belirlemeyi içeren bir planlamadan, bunu detaylandıran bir prosedürler (yöntemler) çalışmasından yoksunluğumuza bağlayabiliriz. Her ne kadar içerisinde eksiklikler barındırsa da konferanslarımız, bir senelik genel planlamamıza işaret eden örneklerden birisi olarak verilebilir. Ancak alanlarımızda, örneğin 1 ay, 6 ay, 10 ay ya da 3 yıl sonra neyi hedeflediğimizi bilmediğimizi yani kısa, orta ve uzun vadeli hedefler belirlemediğimizi hepimiz biliyoruz. Bunun olmadığı bir çalışma tarzı, günü, haftayı en iyi ihtimalle de ayı planlayan; ancak bunu da üzerine durmadan yapan, esasta kendiliğindenci bir çalışma tarzıdır.
Asgari, kısa ve orta vadeli, 6 aylık, 1 yıllık örgütsel ve politik plan hazırlamak, bu planları gerektiğinde müdahaleye açık halde esnek tutmak gereklidir.
- Zamanı, amacı, genel olarak araçları belirlenmiş,
- anlaşılır,
- bir örgütsel yapıya dönük,
- genel programa ve plana uygun,
- işbölümü ve kolektivizme dayalı,
- periyodik olarak denetlenebilir,
- gerçekçi ve uygulanabilir planlar hazırlamak, her alanımızın gündeminde olmalıdır.
Çalışma tarzımızda bu konu kapsamında esneklik ve denetlenebilirlik ilkelerini de irdelemek gerekmektedir. Gönüllülüğü esas alan ve hiyerarşik olmayan, demokratik merkeziyetçilik ilkesinin demokrasi kısmına ağırlık veren YDG, bu tarzıyla esnek bir örgütlenme olmakla birlikte, iş yapmamayı, sürekli bahane üretmeyi ve denetlenmekten kaçmayı asla benimseyemez YDG’nin esnekliği çalışma tarzının gevşekliğini derinleştirmek için belirlenmemiştir ve hiçbir örgütte de gevşeklik, tembellik kutsanamaz. YDG’nin esnekliği, gönüllü iş yapmama tavrına maddi bir müdahalede bulunmamasından kaynaklıdır. Disiplin kapsamında değerlendirilmesi gereken bahanesiz iş yapmama, yalancılık, yozlaşma gibi konularında “nasıl olsa YDG esnek” anlayışıyla hareket edilemeyeceği açıktır. Çalışma tarzına da etki eden bu gibi sorunlarda alanlarımız gereken kararlarını vermektedir. Bunun dışında YDG’nin maddi yaptırımından çok manevi baskılarının olduğunu biliyoruz. (eleştiri, tavır alma vb) Bu konularda bir senede yaşanan örnekler, hattımızın doğruluğunu göstermektedir.
Faaliyetçilerin özdenetimi ve kolektif denetimi de merkezi bir zorlamanın konusu olamaz. Olsa da bugün bazı alanlarımızda örnek olduğu gibi yoldaşlarımızın istemleriyle yaşama geçirilmelidir. Aylık harcamalarımız, pratik faaliyetlerimiz, ne okuduğumuz gibi konuları içeren yazılı denetim raporları,
1. Otokontrolün
2. Kolektif kontrolün ve doğal olarak şeffaf çalışmanın aracı haline getirilmiştir.Bu başlık kapsamında son olarak mali sorunlarımıza yaklaşımlarımıza da değinmekgerekmektedir. 2. Konferans’ta karar altına aldığımız 20 YTL’lik aylık bağış kararını tam olarak uygulayamadığımız ortadadır. Alanlarımız sürekli olarak mali sorunlar yaşamakta ve dahası yayınımız da mali sorunlarla boğuşmaya devam etmektedir.
B) Politik Durum Değerlendirilmesi:
2007’nin sonunda gerçekleştirdiğimiz 2. Konferansımızdan bu yana geçen bir yıllık süreç, fazlasıyla incelenmeyi hak etmektedir. Ardı ardına yaşanan gelişmelere cevap olma noktasında eksikliklerimizin öne çıktığı bu süreçte de etkisi fazlasıyla hissedilen tasfiyeciliğin sonuçlarıyla boğuştuğumuz söylenebilir.
2. Konferansımızda önümüzdeki süreç tartışmalarında eğitimdeki emperyalist yasalardan yola çıkarak anti-emperyalizm vurgusunun öne çıkması gerektiğini belirtmiştik. Daha önceki süreçlerle karşılaştırdığımızda kitlelere yönelik teşhir çalışmalarımızın ve onun öncelindeki anti-emperyalizm vurgularımızın yetersizliği bu süreçte dikkat çekilmesi gereken sorunlarımızın başında gelmiştir. Konferansımızın anti-emperyalizm vurgusunun yanı sıra örgütümüzün yaptığı çalışmalar neticesinde ve kitle hareketlenmelerinin niteliği değerlendirilerek başlatılan örgütlenme kampanyası, 2. ile 3. Konferanslarımız arasında belki de en fazla değerlendirilmesi gereken yönelim olmuştur.
2007-2008 döneminde Ulusal Sorun konusunda da önemli gelişmelerin yaşandığı, toplumsal hareketlenmenin bu çerçevede sınıflandığı açık bir gerçektir. Şovenist histerinin resmi ellerle yaygınlaştırılmaya çalışıldığını, savaşın önceki senelere nazaran daha fazla gündeme girdiğini, bu konuda ibretlik tavırların alındığını söyleyebiliriz.
Kitlelerin artan memnuniyetsizlikleri, kendiliğinden eylem ve örgütlenmelerin tekrar yaşanmaya başlandığı, takvimsel süreçlere ilginin arttığı bu süreçte devrimci hareketin durgunluğu, iradesizliği, iddiasızlığı, çözümün ve alternatifin umut olarak kitlelerin kafasında belirginleşmesini engellemiştir.Geliyorum diyen ekonomik krizin geçtiğimiz aylardan itibaren fazlasıyla etkisini hissettirdiği bu süreçte alternatif arayışların artacağını söylemek de yanlış olmayacaktır.
İşte genel hatlarıyla belirttiğimiz bu gelişmelere örgütümüzün nasıl tavır aldığını, eksik kaldığı noktaların neler olduğunu değerlendirmek, önümüzdeki süreci planlarken bize önemli katkılar sunacaktır.
ABD öncülüğünde emperyalistlerin Irak’ta ve Afganistan’da gerçekleştirdikleri işgaller, anti-emperyalist tepkinin dünya genelinde olduğu gibi, hem sosyo-ekonomik nedenlerle hem de coğrafi nedenlerle Türkiye’de de fazlasıyla artmasına vesile olmuştur. Bu dönemleri kapsayan anti-emperyalist yönelimlerimizin devamlılığı tartışmalı olsa da kazandığı başarıları bugün hepimiz biliyoruz. Emperyalizmin saldırılarının askeri içerikli olduğunda daha fazla hissedilmesi anlaşılır olsa da diğer yönlü saldırıların, özünde askeri saldırılarla aynı amaçları taşıması gerçekliği ekseninde, benzeri bir duyarlılığın sağlanması gerekmektedir. Emperyalist patentli yasalarla kuşatıldığımız bu dönemde, kitlelerle birlikte belirgin bir tepki gösteremediğimiz açıktır. Elbette ki bu durumun nesnel ve öznel nedenlerini birlikte değerlendirmek gerekmektedir.
Son iki senedir gündemimizde olan eğitimde emperyalist yasalar politikası, diğer devrimci ve ilerici öznelerin gündemine girmediği için adeta sadece bizim kampanyamız, sadece bizim yönelimimiz olarak kalmıştır. Bunun dışında faaliyet yürüttüğümüz diğer DKÖ’lerde de bu yasalara karşı aktif çalışma yürütmeyi gündeme alamamış olmamız, yaşadığımız sıkıntıların başında gelmektedir.Ülke genelinde kitlelerin kendiliğinden duyarlılığın parçalı ve sınırlı olması da bu politikanın etkisini kısıtlamıştır. Bunların yanı sıra örgütümüzün, kampanya başladığı dönemde özellikle de üniversitelerin genelinde etkin bir politik özne durumunda olmaması, kampanyanın da özelde üniversiteli halk gençliğine ulaşmayı hedeflemesi kampanya ve sonrasında yönelimimizin geniş bir hareketlenme yaratmasına engel olmuştur.
Üniversitelerde kampanyanın başladığı dönemlerde var olan örgütlülük düzeyimiz sayıca az olmakla beraber, kitle çalışması konusunda da deneyimsizdi. Kampanyanın başladığı 2006 başlarına kadar örgütümüzün görece uzun bir süre kitlelere dönük politika oluşturma konusunda yetersiz kaldığını 2. Konferansımızda belirtmiştik. İşte bu sorun, halen tam olarak çözümleyemediğimiz ancak gelinen aşamada önemli gelişmeler de kaydettiğimiz bir konudur.
Aradan geçen neredeyse 2 sene sonunda üniversitelerde tekrar kendimizi var ettiğimiz, YDG dışında da çeşitli DKÖ’lerde çalışmaya başladığımız açık bir gerçektir. Ancak sorun, sadece kendimizi var etme sorunu değildir. Kampanyanın yoğunluklu olmasına yapılan atfa rağmen 2007 Kasım ayında gerçekleşen Ankara’daki merkezi eyleme katılımın, örgütümüz tarafından yeterince sağlanamaması düşündürücü olmuştur. Belirli bir düzey yakalandıktan sonra gündeme gelen örgütlenme kampanyası, hem bu soruna atıfta bulunan hem de kitlelerin ihtiyaçlarını gözeten bir kampanya olarak planlanmıştır.
Ancak bu kampanyanın öncesinde 2. Konferansımız süresince YDG’nin nasıl çalışacağı konusunda yapılan tartışmalar ve fikir ayrılıklarıyla zenginleşen bir konferans geçirdiğimiz bilinmektedir. YDG toplantılarının nasıl olacağı, YDG’de disiplin, mali sorunlar, yayın anlayışımız, kadın sorununa bakışımız, diğer DKÖ’lerde çalışmanın gerekliliği gibi konularda yapılan tartışmalar ve bu tartışmaların 3. Konferansımıza gelirken bize sağladığı birikimler önemlidir.
Örgütümüzün çalışma ilkelerinin nasıl olacağının belirlenmesi, kitle çalışmasındaki verimliliğimizi de etkileyen önemli bir konudur. İşte 2. Konferansımızla birlikte bu konuda önemli gelişmeler kaydettiğimizi rahatlıkla söyleyebiliriz. YDG’nin hedef kitlesine ulaşma sorunu ve dahası YDG’de kararların nasıl alınacağı meselesinde yaşanan kafa karışıklıklarının bu süreçte önemli düzeyde giderildiğini söylersek abartmış olmayız. Elbette ki bu konuyu tam olarak çözümleyebildiğimiz söylenemezse de bu sorunun zaten pratik ve politik deneyimimizin gelişmesine paralel olarak çözümleneceği açıktır.
2008 başında başlatılan örgütlenme kampanyası hangi ihtiyacın ürünüydü?Emperyalist yasalara karşı yürüttüğümüz kampanya ve yönelim sürecinde, halk gençliğini harekete geçirme noktasında yaşadığımız sıkıntılardan bahsetmiştik. Bu süreçte benzeri bir yönelim içerisinde olan başka ülkelerde öğrenci, öğretim görevlisi ve yasalardan etkilenen işçilerin öz örgütlülükler nezdinde kitlesel bir biçimde gerçekleştirdikleri karşı duruşlar, Türkiye’de eksik olan en önemli konulardan birisinin ne olduğunu da bize gösterdi.
Esasta gençliğin mesleki ve özlük haklarına yönelik böylesine kapsamlı bir saldırı dalgasının adeta sessizlikle karşılanması şaşırtıcıydı. Biraz geriye gittiğimizde TMMOB’a bağlı gençlik komisyonlarının Yetkin Mühendislik uygulamasına karşı kitlesel bir karşı duruş sergilediğini, örgütsüz olmakla birlikte öğretmenlerin ve öğretmen adaylarının sözleşmeli öğretmenlik uygulamasına karşı çıktıklarını vb görebiliriz. Ancak bir bütün olarak eğitimde emperyalist yasalar gündeminin ele alınmadığını ve paket biçimde gerçekleşen saldırıların parçalarına, parçalı ve özde kendiliğinden sınırlar içinde karşı çıkıldığını gördük.
Uzun sessizlik sürecinin akabinde kendiliğinden gelen bu tepkiler asla küçümsenemeyecek nitelikte olmasına rağmen sürekliliğinin aynı coşkuda sağlanamaması ve alternatiflerin güçsüzlüğü düşündürücüydü. İşte bu kıpırdanış ve halk gençliğinin her alanda örgütsüzlüğünden dolayı susturulmuşluğuna karşı “söz-yetki-karar hakkı ve örgütlenme özgürlüğü” şiarlı kampanyamız oldukça önemli bir yerde duruyordu.
Amacımız, her alanda halk gençliğini kendisini ifade edeceği öz örgütlülüklere ve diğer DKÖ’lere seferber etmenin, bu örgütleri, kendi alanlarında karar yetkisi olan örgütler haline getirmenin önemini vurgulamaktı. Ancak, önümüzde önemli bir sorun bulunuyordu. Bizler halk gençliğini örgütlenmeye çağırıyorduk ama bizzat bizlerin de yeterince örgütlü olduğunu söylemek zordu ve hala zor.
Kampanyanın henüz hazırlık aşamasında kitlelerin nabzını ölçmek için yaptığımız anket çalışması, merkezi araç kullanmada, yani bir örgüt olmada sıkıntılar yaşadığımızı gösterdiği kadar, kitlelerin “kendilerini ifade etme” konusunda sorunlar yaşadığını ve tüm anti-propagandaya rağmen “örgütlenmekten” o kadar da korkmadıklarını naçizane anlatmaya yetti.
Kitlelerle, daha doğrusu geniş kitlelerle temasımızın dahi ne kadar kısıtlı olduğunu, en ilkel biçimleriyle bu anket çalışması esnasında fark ettik ve her alanımızda esasta çalışmasını yapacağımız araçları belirlemeye başladık.
Maalesef bu süreç, deneyimimizin ama özelikle politik deneyimimizin sandığımızdan daha az olduğunu bir kere daha bizlere gösterdi. Kampanyanın nedeni, amacı netleşmişken ve kitlelerin de bu yönlü bir talebinin olduğunu asgari anlamışken, oldukça garip nedenlerle bazı alanlarımızda araç, yani kitleleri yönlendireceğimiz örgüt bulmakta zorlanmamız işte bu deneyimsizliğimizi bizlere gösteriyordu. Bazı alanlarımızda bu kampanya başlayana dek YDG dışında bir kitle örgütünü gündemimize almadığımızı, bu örgütlerde çalışmadığımızı, bu nedenle de işe nereden başlayacağımızı bilemediğimizi “birden bire” fark ettik.
Evet, 2. Konferans sonrası YDG’nin nasıl çalışacağı konusunda asgari de olsa netleşmiştik. Ancak öğrenci derneği, Genç-Sen, TMMOB, Eğitim-Sen, işçi-köylü sendikaları ve dernekleri, semt dernekleri gibi örgütler bizim, geçmişi saymazsak deneyimsiz olduğumuz, teoride az-çok bilgimiz olsa da pratikte cahil kaldığımızı örgütlerdi.
Örneğin bir alanımızda bu bilgi eksikliğiyle beraber konuyu yeterince önemsememenin sonucu olarak, kampanyanın sonuna dek hiçbir şey yapmadığımızı üzülerek itiraf etmeliyiz. Her YDG toplantısında gündemleşmesine rağmen bahsi geçen alanımızda yeterince gücümüz, dahası kitlelerin yeterince ilgisi varken öğrenci derneği kuramamamız, eğitim fakültesinde varlığımıza ve bizzat Eğitim-Sen den teklif gelmesine rağmen Eğitim-Sen’in gençlik örgütünü oluşturamamış olmamız yani kampanyayı koskoca bir sıfırla tamamlamamız ne demek istediğimizi anlatmaktadır.
Yine deneyimsizliğin bize zaman kaybettirdiği bir alanımızda çalışma yürüttüğümüz örgütlerden Genç-Sen’e mi, kulübe mi, bir başkasında Genç-Sen’e mi TMMOB’a mı öncelik vereceğimizi netleştiremememiz, kampanya süresince yaşadığımız sıkıntılardan bazılarıdır.
Örgütlenme kampanyasını bir kampanya gibi ele aldığımızı söylemek zor olsa da bize çok önemli deneyimler kattığını hiç birimiz inkâr edemeyiz. Evet, kafa karışıklıklarını yaşadık, ama bunun bazı nedenleri vardı ve bu nedenler, bahsi geçen örgütlerin düzgün çalışmaması, geri tartışmalar ekseninde boğulması ve zamanımızın verimsizliği gibi nedenlerdi. Örneğin öğrenci gençliğin öz örgütlülüğü olma iddiasıyla kurulan Genç-sen’in siyasetler birlikteliği görünümü, taban inisiyatifini hiçe sayması ve dahası gençliğin özlük hakları için etkin bir çalışma yürütmemesi, bazı birimlerinde mantıklı önerilerimizin mantıksızca reddedilmesi can sıkıcıydı.
Tüm bu gerçeklere rağmen, doğru görüşlerin muhalefette kalabileceğini ve bizim usanmadan kitleleri örgütlememiz gerektiğini, onların özne olmasıyla bu sorunun önemli oranda giderilebileceğini, örgütlenme kampanyası sayesinde öğrendik.
Kampanya süresince her yönüyle olmasa da büyük oranda başarılı olduğumuz alanlar da oldu. Tüm politik derinlik eksikliğine rağmen Mersin LÖB ve Musalla Kültür Dayanışma Derneği pratikleri buna örnektir. Kitlelere temas etmenin yanı sıra onlarla birlikte hareket edebilme konusunda önemli deneyimler kazandığımız bu çalışmalarda, örgütlenme kampanyasının YDG ayağında sıkıntılar yaşadık ve MKDD’de çalışmamızın devamlılığını sağlayamadık. Bunun dışında bizim dışımızdaki politik öznelerin etkinliğini, doğrularını ve yanlışlarını, kitle örgütlerine yaklaşımlarını görebildiğimiz bir bütün İstanbul Üniversiteliler süreci, Ankara Cebeci süreci, Diyarbakır Dicle süreci, yeni olmakla beraber İzmir’de ve İstanbul’da tartışılan LÖB-Lise çalışması süreçlerinin öğreticiliğini reddetmemiz mümkün değildir.
2 sene öncesine göre kitleyi ve kitle örgütlerinin tartışıyor olmamızın yanı sıra beklemeksizin bu çalışmaların içinde, pratik içinde olmamızın da kendi gerçekliğimiz düşünüldüğünde başarı olduğunu söylemeliyiz. Bu süreci aynı sorunlarla karşıladığımız diğer devrimci ve ileri örgütlerle birlikte uzun bir süre kelimenin tam anlamıyla “durduğumuzu”, “beklediğimizi” itiraf ederken artık harekete geçtiğimiz ve kitleleri yeniden gündemimize aldığımızı müjdeleyebiliriz.
Genç kadın çalışması ve YDG Kadın Buluşması
Ülkenin sosyo-ekonomik yapısı nedeniyle fazlasıyla hissedilen kadın sorununun, YDG tarafından yeterince gündeme getirilmemiş olduğu yani yeterince önemsenmediği açıktır. Maalesef YDG’nin bu sorunu duyumsaması, genel belirlemeler ve ön bilgileri saymazsak daha fazla kadın yoldaşlarımızın çabalarıyla olmaktadır.
Geçtiğimiz sene, sürekliliği sağlanmamış olsa da bazı alanlarımızda kurulan Kadın Komisyonları, bu sorunu gündemleştirme, gündeme müdahale etme ve özgün örgütlenme amaçlarını hedeflese de farklı konuların öne çıkması neticesinde gündemden düşmüştür.
Oysa bu gündemden düşme anlayışı, söz konusu olan konularla kıyaslandığında doğru bir anlayış değildir. Sorunun neden önemli olduğunu burada anlatamasak da Mart ayında gerçekleştirilen Kadın Buluşmasının kazanımları reddedilemez. Bu konuda örgütümüzün deneyimsizlikleri bulunsa da farklı coğrafyalardan ve kültürlerden gelen genç kadınların örgütlediği buluşmamız başarılı olmuştur.Zaman sıkıntısı ve konu genişliği, “keşke biraz daha zamanımız olsa” söylemlerine neden olmuş olsa da, kadın buluşmasının, biriktirilmiş ve konuşulması geren konuların ne kadar çok olduğunu gösterdiğini söyleyebiliriz.
Merkezi eğitim çalışması
Öncesinde var olan ancak eksikliği fazlasıyla bu süreçte hissedilen genel olarak politikaya, özelde mücadelemizin bilimsel dayanaklarına karşı ilgisizlik sorununa ilk müdahale olması amacıyla örgütlediğimiz Merkezi Eğitim Çalışması, çalışmaya katılım, tartışmalar ve öğreticilik konularının yanı sıra kolektivizm konusunda da oldukça başarılıydı. Bilimsel Sosyalizm, Ekonomi-Politik, Felsefe ve Kitle örgütleri-Kitle çalışması ana başlıklarının yanı sıra gençlik ve emek mücadelesi, ulusal sorun ve gençlik tartışmalarının yapıldığı çalışma, bu konulara ilgili yoldaşların katılımıyla gerçekleşti.“Genelde devrimci hareketin, özelde YDG’nin etkisi altında bulunduğu tasfiyecilik saldırısının güvensizliğe, tembelliğe, kitlelerden uzak kalmaya, araştırmaya ve uzaklığa sürüklediği bizler, sistemin saldırılarına karşı gücümüzü, mücadelemizin bilimselliğinden ve haklılığından alıyoruz!” diyebilmek için en temel konuları tartışarak işlememiz anlamlı bir yerde durmaktaydı.
Yaz çalışmaları
Merkezi eğitim çalışmasının sonrasında kitle çalışmasına isteksizliğin, yaz sürecinin de etkisiyle kendisini daha fazla hissettirdiği bir dönemde gerçekleştirdiğimiz Munzur Festivaline katılım ve Mersin Yaz Çalışması pratikleri de incelenmeyi hak etmektedir.Örgütlenme kampanyası süresince kitlelere uzaklığımızın farkındalığıyla bu çalışmalara “halka hizmet et!” anlayışı ekseninde gidilmesi ve bu çalışmalardan elde ettiğimiz deneyimler oldukça değerli bir yerde durmaktadır.
Yiğit, emekçi ve mücadelemizin destekçisi Dersim halkıyla buluşmamızın coşkusu, kitle çalışmasının çeşitli araçlarını verimlilikle kullanmamız, disiplinimiz çalışmanın nasıl verimli geçtiğini bizlere kanıtlamaktadır. Dost-düşman ayrışmasının netleştiği, savaş gerçekliğinin fazlasıyla hissedildiği bu bölgede, bölge halkına olan uzaklığımızın bir nebze de olsa giderilmiş olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Festival süresince kitle çalışmasına yoğunlaşmanın ve disiplinin en güzel örneklerini vermiş olmamız, çalışmadan morallerin yüksek dönülmesine de vesile olmuştur.
Festivalden hemen sonra düzenlenen ve özgünlükler düşünülerek planlanan Mersin Yaz Çalışmaları pratiği, dönemin özellikleri göz önünde bulundurulduğunda önemli deneyimlerin ve kavrayışların öğrenildiği bir çalışma olmuştur. Her ne kadar 2. Konferansımızın kararıyla merkezi bir çağrı yapılmış olsa da örgütümüzün nesnel gerçekliği, nicel açıdan çalışmaya yoğunlaşmamıza engel olmuştur. Katılımın sınırlı olduğu, hiçbir örgütün tabiri caizse hareket etmediği bir dönemde Mersin Yaz Çalışmaları, etkisi hissedilen tembelliğe, düzensizliğe, politikasızlığa karşı kazandığımız/kazandığımızı düşündüğümüz bir irade savaşı haline sürmüştür.
Havaların çok sıcak olması gibi bir etkeni de eklediğimizde kimi zaman düzenimiz bozulmuş olsa da kimi zaman çıkardığımız planı uygulamamış olsak da çalışma boyunca kitlelere güven, politikayı somutlama konularında sıkıntı yaşasak da bu sorunların üstesinden kolektif bir biçimde gelebildiğimiz ve çalışmayı sürdürme konusunda çabaladığımız gerçeği, “hangi irade savaşı” sorusuna cevaptır.Mersin’de bir ay süresince gerçekleştirdiğimiz 4. Yaz Çalışmalarının geneli özelle birleştirme, hedefleri netleştirme, kitleleri dinleme konularında bize belki daha öncesinden de bildiğimiz, ama pratikte bu kadar net yaşadığımız bir deneyimi kazandırdığını rahatlıkla iddia edebiliriz.
Mersin’de Türkiye genelinin üzerinde bir oranda olduğunu bildiğimiz işsizlik sorunu, halkın etkisini son süreçte fazlasıyla hissettiği ekonomik sorunlar, çalışma yapacağımız alan itibariyle ayrı bir yerde duran ulusal sorun ve alana özgü yıkım sorunu ve il genelinde o dönem ortaya çıkan orman yangını ile Mersin Akkuyu’da yapılması planlanan nükleer santral gerçeği ilk elden bilgimiz olan sorunlardı. Ancak bu sorunların nasıl işleneceğini, halkın bu sorunlara karşı tepkisini, beklentilerini net olarak bilmediğimizi düşünerek, kitleleri dinleme, onlardan öğrenme gündemiyle bir etüt çalışması yapma kararı alınmıştı.
Gerek bu etüt çalışması esnasında gerekse yoğunlaştığımız yıkım sorununda, önemli yetmezliklerimizin olduğunu pratikte gördüğümüz açıktır. Çalışmanın başında kısa, orta ve uzun vadeli planlarımızın olmamasından tutalım da “yıkımlara karşı alternatifimiz ne, ne yapmayı planlıyoruz?” sorularına net bir cevabımızın olmaması ve daha da ötesi alana indirgediğimizi sandığımız politik yönelimin aslında oldukça genel bir söylem olduğunu fark etmiş olmamız, bu konuda nasıl bir deneyim kazandığımızı da bizlere göstermektedir.
Şimdi tüm bu süreçleri değerlendirdiğimizde ve hem birbirine benzeyen hem de detayda farklılaşan alan çalışmalarıyla geride bıraktığımız 6 Kasım çalışmaları göz önünde bulundurulduğunda geçen seneye oranla farklı, daha doğrusu ileri bir noktada bulunduğumuz ortadadır.
Mersin yaz çalışmaları özelinde gördüğümüz ve zaten bildiğimiz tasfiyeciliğin saflarımızdaki etkisinin farkındayız. Kendine güven, kitlelere güven, örgüte güven konusunda tekrarlaya geldiğimiz sorunların belki de en fazla bu süreçte hissedilmesi tesadüf değildir. Mücadeleden uzaklaşan arkadaşlarımızın kendine, kitlelere ve örgüte güven konularında yaşadığı sıkıntıları bu süreçte daha iyi anlayabiliriz. Yine bu süreçte kitle çalışmasından daha fazla “başka” şeylere zaman ayırdığımız reddedilmeyecek bir gerçektir. Tüm dünya ve ülke genelinde etkisi hissedilen tasfiyeciliğin önemli örneklerini kendi alan pratiklerimizde de gördüğümüz ve önümüzdeki süreçte de çözmek için daha fazla uğraşacağımız ortadadır.
Politikaya olan ilgimizin henüz hedeflediğimiz seviyede olmadığı açıktır. Geride bıraktığımız bir senede bu konuda önemli mesafeler kat etmiş olsak da gelişen gündemlere cevap olmanın yanı sıra kendi gündemimizi yani halkın gerçek gündemini egemenlerin sahte gündemlerinin üzerine çıkarabildiğimizi söyleyemeyiz.
Adeta bir fırtına gibi esen Ergenekon gündemi, başörtüsü, laiklik tartışmalarında kafası karıştırılmaya çalışılan milyonlara gerçeği göstermek, sadece bu konularda doğru belirlemeler yapılarak gerçekleştirilemez. Ergenekon davası nezdinde kontrgerillanın temizlendiği masalına karşı gerçeği kitlelere anlatabildiğimiz, bu gündemi, halkın gündemi ile parçalayabildiğimizi söyleyememek bir yana, asgari, yeterli bir çaba gösterdiğimizi de iddia edemeyiz.
Ulusal sorunun son dönemde bir “kutuplaşmaya” dönüştüğü açıktır. Özelde son senelerde şovenizmin, milliyetçiliğin, imha saldırılarının artmasına karşı, programımız nezdinde etkin bir karşı duruş sergileyebildiğimizi söyleyemeyiz.
Kürt ulusuna yönelik bu saldırılarda pasif, beklemeci bir siyaset izlemek ve inkârcılıkla şovenizm dalgaları arasında boğuşan halkımızı “kaderlerine” terk etmek doğru bir politik hat olarak görülemez.Bu konuların yanı sıra daha onlarca irili ufaklı konuda son bir senede etkin ya da belirgin bir pratik-tepki verebildiğimiz, bu konuları aynı zamanda örgütlenme aracı olarak kullanabildiğimiz söylenemez.Tüm geçmiş dönem değerlendirmesi, önümüzdeki süreçte her şeyden fazla çalışma tarzımız konusunda nelere dikkat etmemiz gerektiğini bizlere göstermektedir.
ÖNÜMÜZDEKİ SÜREÇ ÜZERİNE YÖNELİM
Öğrenci Gençlik
Semt Çalışmaları
Genç Kadın
Bahar Süreci
Yaz Çalışmaları
ÖĞRENCİ GENÇLİK
A) Üniversiteli Gençlik
Bu alanda iki senedir politik gündemimiz olan emperyalist yasalar-Bologna Süreci anlayışımız devam etmelidir. Geçtiğimiz faaliyet dönemi bir kampanya olarak ele aldığımız gençliğin örgütlenmesi konusu da kampanya olarak olmasa da ana yönelim olarak işlenmelidir.Uzun süredir tekrar ettiğimiz üzere bu politik gündem, farklı siyasi hareketlerin gündemine girmemektedir. Salt bu nedenle emperyalist yasalar gündemini işlememek doğru bir karar değildir. Üniversiteli halk gençliğinin mesleki haklarına ve geleceğine yönelik kapsamlı bir saldırı olan yasalara karşı sessiz kalmak ve bunu örgütlenme sürecinin ana parçası haline getirmemek kabul edilemez. Bu konuda esas olan tek başımıza da olsak yapacağımız çalışmalardır. Aynı zamanda diğer örgütlerle bu konuyu tartışmak ve onlarla ortaklaşmaya çalışmak zorunda olduğumuz unutulmamalıdır.
Üniversitelerde bu sene daha iyi bir niceliğe ve niteliğe sahip olduğumuz açıktır. Bu nedenle üniversitelerde birim çalışmalarını oturtmak ve devamlılığını sağlamak, temel örgütsel hedefimizdir. Verimli, pratiğe dönük, kitlelere açık toplantılarla ama sadece toplantılarla değil her şeyden fazla pratikle çalışmalarımıza yoğunlaşmalıyız.
Hiç de küçümsenmeyecek deneyimler edindiğimiz Genç Sen, kulüp, oda çalışmalarının yanı sıra üniversite çalışmalarında esasımız olan Öğrenci Derneği çalışmalarına ağırlık vermek zorundayız.Anlayışımızın yayınımızda da vurgulandığı Genç Sen’in adeta bir siyasetler birlikteliği halinde işlemesinin yanı sıra beklemediğimiz kadar geri tartışmalar ekseninde dönmesi, bu örgüte yaklaşımımızda dikkat etmemiz gerektiğini göstermektedir. Şunu unutmamak gerekiyor ki etkin muhalefet ve kitle örgütlenmesi anlayışıyla yoğunlaştığımız/yoğunlaşacağımız Genç Sen çalışmalarının çok verimsiz olduğu ve yinelenen müdahalelere rağmen düzeltilemediği alanlarda esasımızı bu örgüte vermek yanlış olacaktır.
Üniversite çalışmalarında Öğrenci Derneklerinin yeri, diğer tüm araçların üzerindedir. Bu nedenle dernek çalışmaları, özgünlükleri saymazsak araç ve kitle örgütlenmesi bağlamında esas çalışmamız olmalıdır. Birinci olarak tabandan merkeze örgütlenme, ikinci olarak da kitle inisiyatifini temsil etme koşullarını sağlamayı, olmazsa olmaz sayarak dernek çalışmalarına yoğunlaşmalıyız. Yakın dönemde dernek kurulmasının söz konusu olmadığı alanlarda da kurulması için gerekli çalışmaları farklı araçların yardımıyla sürdürmeliyiz.
6 Kasım süreci, YDG açısından genel olarak önceki senelere nazaran iyi bir kitle çalışması deneyimi olduğu kadar, dışımızdaki nedenlerle birçok alanda verimsiz siyasetler arası toplantılar süreci de olmuştur. Saatlerce süren bu toplantılardan mümkün olduğunca uzak durmak, toplantıların amacını sorgulamak önemli bir gereklilik haline gelmiştir. Bizim açımızdan 6 Kasım gibi süreçler için örgütlenen toplantılar, kitle çalışmasını örgütlemek amacıyla alınan, pratiğe dönük, verimli ve kısa süreli toplantılar olmalıdır
B) Liseli Gençlik
Lise çalışmalarında geçen sene edindiğimiz deneyimler oldukça önemlidir. Bu sene de daha fazla alanda yürüteceğimiz lise çalışmaları açısından ortak bir anlayış oluşturmak gerekmektedir. Paralı eğitim karşıtı ana politik yönelim ekseninde son yıllarda daha da boyutlanan onlarca sorun bulunmaktadır. Üniversitelere giriş sınavları, zorunlu bağış ve aidatlar, gerici-faşist disiplin yönetmeliği, yozlaşma ve çeteleşme, anti-bilimsel eğitim, zorunlu polis denetimi, liselere kamera kurulması gibi daha da sayabileceğimiz sorunlara karşı liseli gençliğin büyük oranda örgütsüz olması, bu saldırıların daha da kolay uygulanmasını beraberinde getirmektedir.
Liseli halk gençliğinin öz örgütlülüğü olan LÖB’lerin birçok alanda olmadığını ve olduğu alanlarda da çok etkin olmadığını biliyoruz. Bunun kimi nedenleri, dışımızdaki etkenlerden kaynaklansa da LÖB’lerden uzak kalmak doğru bir anlayış değildir. Liseli halk gençliğinin inisiyatifini temsil eden ve doğal olarak onların özlük haklarına sahip çıkan LÖB’lerin içinde yanlış anlayışlarla etkin şekilde mücadele etmemiz gerekmektedir. Tüm yolların tıkandığı alanlarda ise kitlelerle birlikte LÖB’leri yeniden kurmalıyız.
Liselerde yönetimin tanıdığı Öğrenci Temsilciliği ve Öğrenci Meclisi gibi araçlara kitle inisiyatifini yansıtma konusunda eksik kalması ve müdahale yollarının kısıtlı olması nedeniyle mesafeli yaklaşmamız gerekirken hem içinden geçtiğimiz dönemin özellikleri (kitlelerin hareketlenmesi ve kendiliğinden tepkilerin artması) hem de LÖB’lerin temelini oluşturmak amacıyla ve hem de bu araçların aslında çok etkin olmadığını göstermek için çalışmalarına katılmayı gündemimize almalıyız.
Yaşanan gelişmelere paralel olarak ivmelenen liseli gençlik mücadelesinin bu sene de artış göstereceğini söyleyebiliriz. Alan özgünlükleri, “Paralı Eğitim” başlığı ekseninde değerlendirilerek, ivmelenen mücadele örgütlü hale getirilmelidir. Bunun dışında diğer liseli gençlik örgütleriyle bağlarımız canlı olmalı, geçtiğimiz senelerde rastladığımız, bu örgütlerdeki yanlış anlayışlara karşı da tavır almalı, bu örgütleri uyarmayı kendimize görev bilmeliyiz.Lise çalışmalarında anda alternatifimizin ne olduğunu içeren çalışmalarımızın olmaması, önemli bir eksikliktir. Bu konuda lise çalışmalarındaki yoldaşlarımızın görev alarak ve uzmanların da yardımıyla çalışmalar yapması faydalı olacaktır.
SEMT ÇALIŞMALARI
Ülke genelinde belli alanlarda yürüttüğümüz semt çalışmalarının esasını işçi ve işsiz gençliği örgütlemek olarak belirlemeliyiz. Sürecin özgünlükleri nedeniyle bugün semt çalışmalarındaki yoldaşlarımız yetişkinlerle de bağ kuruyorlarsa da esasımızın gençlik çalışması olduğu unutulmamalıdır.
İşsiz gençlik konusunda hedefimiz sadece niteliksiz veya teknik işgücü kapsamında işsiz kalan gençlik olmamalıdır. Geçmişten bu yana zaten önemli bir sorun olan ancak son yıllarda daha fazla hissedilen üniversite mezunu işsizler de örgütlenme hedefimiz içerisinde yer almalıdır. Özellikle atanma bekleyen öğretmen adaylarının niceliksel çokluğu ve tepkilerini daha fazla dile getirmeleri mutlaka dikkatimizi çekmelidir.
İşçi gençlik konusunda semt çalışmasındaki yoldaşlarımızın etkin bir plana ihtiyaçları bulunmaktadır.
1. Tamamı zaten işsiz faaliyetçilerle,
2. Ön etüt çalışması yapılmadan,
3. Çözüm araçları ve mücadele yöntemleri belirlenmeden başarılı bir işçi gençlik çalışması yürütmek mümkün değildir. Özellikle de işçi gençliğin örgütsüzlüğü, dağınıklığı ve kendisi gibi olmayanlara uzaklığı bilinen gerçeklerdir.
Genel olarak semt çalışmalarında önümüzdeki dönemde seçim gündeminin öne çıkacağı açıktır. Bunun dışında genel olarak kriz ve zamlar, yıkımlar, şovenizm konuları da gündemimizde olmalıdır. Özellikle kriz olgusunun semtlerde daha fazla gündem olacağı açıktır.
GENÇ KADIN
Geçtiğimiz sene örgütümüzün gündemine daha fazla giren kadın sorununa yönelik bazı çalışmalar yapmış olsak da bunun yeterli olduğunu söylemek bir yana devamlılığının sağlanmamış olması da düşündürücüdür. Geçmiş süreç değerlendirmesinde de belirttiğimiz gibi ek olarak ülkenin sosyo-ekonomik yapısı dolayısıyla da daha önemli bir yerde duran kadın sorununa yönelik daha aktif bir çalışma yürütmek gerekmektedir.
Mevcut durum, birçok hareketin kadın sorununa sadece genel olarak değindiğini ve salt protestocu bir anlayışla hareket ettiğini göstermektedir. Örgütümüz ise protestocu dahi olamamakta, bazı genel yazı ve haberler dışında bu konuya adeta sessiz kalmaktadır.Bu gerçekliğe rağmen geçtiğimiz faaliyet dönemi onlarca gündem ve kısıtlı zaman gerçeğiyle örgütlediğimiz Kadın Buluşmasının olumlu olduğunu belirtmiştik. Mutlaka ayrı bir gündem olarak ele alınması gereken kadın sorunu konusunda alternatiflerimizin neler olduğunu belirlemek, çerçevesini yıllar önce çizdiğimiz yaklaşımımızı genişletmek ve içeriğini doldurmak zorundayız. Bugün, bazı alanlarımızda kurulu olan kadın komisyonları çalışmalarının yaygınlaştırılması ve işlevli hale getirilmesi, geçtiğimiz dönem gerçekleştirdiğimiz kadın buluşmalarının süreklileştirilmesi kısa vadede hedeflerimiz olmalıdır.
Tüm bunların yanı sıra Pippa Bacca’nın öldürülmesi, Hüseyin Üzmez vakası, daha akıllarımızdan silinmeyen Güldünya ve bu sene de fazlasıyla yaşanan benzeri olaylardan birisinde öldürülen 19 yaşındaki Özlem Arslan, Gebze’de kadın tutsaklara yönelik saldırı ve göz altılarda taciz, tecavüz, işkenceye maruz kalan kadınların yaşadıklarına tepki verme konusunda yeterli düzeyde duyarlı olamadığımız açıktır.
Örgütümüzün kadın sorununa yaklaşımının daha olumluya gitmesiyle eşgüdümlü olarak, tepki verme reflekslerimizin de artması gerekmektedir. Çeşitli kadın örgütlerinin, diğer siyasetlerin ve bu örgütlerin yayınlarının takip edilmesi, kadın sorunu kapsamında özgün çalışmaların yapılması hedeflenmelidir.
BAHAR SÜRECİ
Emperyalist-kapitalist sistemin mali krizinin damgasını vurduğu 2008 yılı bitmek üzere. Gerek iktisatçıların belirlemeleri gerekse de sınıf mücadelesi tarihinin bilimsel analiz ve deneyimleri mevcut krizin 2009 yılında da artarak devam edeceğini göstermektedir. Çeşitli zaman ve yerlerde halkımızın kendiliğinden gösterdiği tepkilerin son dönemde artış gösterdiğini düşünerek, 2009 yılının bu anlamda daha da hareketli geçeceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Görece uzun bir sessizlik döneminin akabinde özellikle SSGSS yasasına karşı emekçilerin kitlesel protestolar düzenlediği 2008 başından bu yana kendiliğinden hareketlenmede artış olduğunu vurguluyorduk. Maalesef bu tespitlere rağmen devrimcilerin bahsi geçen süreçte ve sonrasında etkisiz kaldığını belirtmek gerekiyor.
Kendiliğinden içeriğiyle karşıt sınıfların arasındaki mücadelenin artacağı 2009 yılında hazırlıklı olmak (asgari de olsa) ve kitle çalışmasına yoğunlaşarak örgütsüz tepkileri örgütlü güce dönüştürmek ana görevimiz olmalıdır. Yerel seçimlerle başlayan bahar sürecinde bu çerçevede planlarımızı hazırlayarak zorlu ve yoğun bir sürece girmeliyiz.
Kendi eksikliklerimizi giderme kapsamında teorik-politik seviyemizi arttırmak ve beklemeciliğe, kendiliğindenciliğe, rehavete kapılmadan kitle çalışmasına yoğunlaşmalıyız.Ülkede devam eden ulusal ve sınıfsal karakterli savaşlara egemenlerin acımasızca yaklaştığını, tüm teknik donanımının yanı sıra uluslararası savaş kurallarının dışında uygulamalara da başvurduğunu biliyoruz. 2009 yılında bu gerçeğin daha fazla gündem olacağını tahmin etmek zor değildir.
Yine, kitlelerin artan memnuniyetsizliğine karşın açıktan ve saklanmadan arttırılan baskının, işkencenin, katliamların damgasını vurduğu bu sürecin devam edeceği de açıktır. Kendi sürekliliğini sağlamak için, bunalımları döneminde rahatsızlığını ifade eden herkesi düşmanı olarak gören sisteme karşı halk gençliğinin nefes alabileceği, kendisini ifade edebileceği ve haklı mücadelesini verebileceği en önemli örgütlerden birisi olan YDG’yi ısrarla adres olarak göstermeliyiz.Bunların yanı sıra uluslararası plandaki etkinliğimizi arttırmak, 3. Konferansımızın hedefi olmalıdır. Bileşeni olduğumuz ILPS’nin çalışmalarına katılımımız, hazırlığımız ve bu konudaki yetkinliğimiz oldukça yetersizdir. ILPS bünyesinde çalışmalarımızı organize etmek ve yetkinleşmek için bir Gençlik Komisyonu kurmak, daha önce de tartıştığımız bu konuda adım atmak, 2009 hedeflerimiz arasında olmalıdır.
Tüm önümüzdeki süreç yönelimi kapsamında özetle,4. Konferansımıza Kadar
1. Üniversite çalışmaları kapsamında, tüm yoldaşlarımız DKÖ çalışmalarına katılmalı, çalıştıkları örgütleri kitleselleştirmeli, öğrenci gençliğin özlük hakları mücadelesine, bu örgütler aracılığıyla katılmalıdır.
2. Üniversite çalışmalarında YDG’nin politik hattı, mesleki ve özlük haklara yönelik saldırı kapsamındaki emperyalist yasalar-Bologna Süreci’ne karşı örgütlenme gündemidir.
3. Lise çalışmaları kapsamında, tüm yoldaşlarımız ilk etapta olabilirlik kapsamında öncelik sırasına göre kendi liselerinde ve sonrasında il-ilçe genelinde LÖB kurma, LÖB’leri bu tarzda etkinleştirme göreviyle karşı karşıyadır. Yerelden merkeze örgütlenme hattı, çalışma tarzımız açısından önemlidir. LÖB gündemini kısa vadede değerlendiremeyeceğimiz alanlarda farklı şekillerde ve farklı araçlarla kitleleri örgütlemek, özlük hakları kapsamında harekete geçirmek hedefimizdir.
4. Liselerde ana politik gündemimiz, paralı eğitim karşıtlığıdır. Alan sorunları, bu genel politika eşliğinde işlenmelidir.
5. Lise çalışmaları kapsamında anda alternatifimizin ne olduğu belirlenmeli, bu konuda uzmanlardan ve uzman kurumlardan da yardım alınmalıdır.
6. Semt çalışmaları ekseninde işçi ve işsiz gençlikle bağ kurmak, onları tanımak ve örgütlemek ana gündemimizdir. Yanı sıra önümüzdeki süreçte yerel seçimler, kriz ve zamlar, kentsel dönüşüm ve yıkımlar ve şovenizm konuları öne çıkmaktadır.
7. Kurulmasının faydalı olacağı alanlarda örgütlenme ve genişleme anlayışı ekseninde kadın komisyonlarının kurulması önemlidir. Her YDG biriminin öncelikli görevi, sıklıkla tespit yapmaktan ziyade örgütlenmektir. Kültür Sanat, Tarih Araştırma vb birimler de bu anlayışla kurulmalıdır.
8. Konu önceliği tartışılarak belli konu veya konulara yoğunlaşmış bir biçimde 2. Genç Kadın Buluşması örgütlenmelidir.
9. Uluslararası planda etkinliğimizin artması ve kardeş-dost örgütlerin gündemini, çalışma tarzını öğrenmek, deneyim paylaşımını arttırmak amacıyla ILPS Gençlik Komisyonu çalışmalarına başlanmalıdır.
10. Alanlarda-yerellerde YDG çalışmalarını kurumsallaştırma görevimiz devam etmelidir.
11. Mali konuda 2. Konferansta alınan kararlar etkin hale getirilmelidir.
12. Yaz çalışmaları üretim ve kitle çalışması diyalektiği sağlanarak geçen seneden daha farklı gerçekleştirilmeli ve alan özgünlükleri göz önünde tutularak karar alınmalıdır.
Semt Çalışmaları
Genç Kadın
Bahar Süreci
Yaz Çalışmaları
ÖĞRENCİ GENÇLİK
A) Üniversiteli Gençlik
Bu alanda iki senedir politik gündemimiz olan emperyalist yasalar-Bologna Süreci anlayışımız devam etmelidir. Geçtiğimiz faaliyet dönemi bir kampanya olarak ele aldığımız gençliğin örgütlenmesi konusu da kampanya olarak olmasa da ana yönelim olarak işlenmelidir.Uzun süredir tekrar ettiğimiz üzere bu politik gündem, farklı siyasi hareketlerin gündemine girmemektedir. Salt bu nedenle emperyalist yasalar gündemini işlememek doğru bir karar değildir. Üniversiteli halk gençliğinin mesleki haklarına ve geleceğine yönelik kapsamlı bir saldırı olan yasalara karşı sessiz kalmak ve bunu örgütlenme sürecinin ana parçası haline getirmemek kabul edilemez. Bu konuda esas olan tek başımıza da olsak yapacağımız çalışmalardır. Aynı zamanda diğer örgütlerle bu konuyu tartışmak ve onlarla ortaklaşmaya çalışmak zorunda olduğumuz unutulmamalıdır.
Üniversitelerde bu sene daha iyi bir niceliğe ve niteliğe sahip olduğumuz açıktır. Bu nedenle üniversitelerde birim çalışmalarını oturtmak ve devamlılığını sağlamak, temel örgütsel hedefimizdir. Verimli, pratiğe dönük, kitlelere açık toplantılarla ama sadece toplantılarla değil her şeyden fazla pratikle çalışmalarımıza yoğunlaşmalıyız.
Hiç de küçümsenmeyecek deneyimler edindiğimiz Genç Sen, kulüp, oda çalışmalarının yanı sıra üniversite çalışmalarında esasımız olan Öğrenci Derneği çalışmalarına ağırlık vermek zorundayız.Anlayışımızın yayınımızda da vurgulandığı Genç Sen’in adeta bir siyasetler birlikteliği halinde işlemesinin yanı sıra beklemediğimiz kadar geri tartışmalar ekseninde dönmesi, bu örgüte yaklaşımımızda dikkat etmemiz gerektiğini göstermektedir. Şunu unutmamak gerekiyor ki etkin muhalefet ve kitle örgütlenmesi anlayışıyla yoğunlaştığımız/yoğunlaşacağımız Genç Sen çalışmalarının çok verimsiz olduğu ve yinelenen müdahalelere rağmen düzeltilemediği alanlarda esasımızı bu örgüte vermek yanlış olacaktır.
Üniversite çalışmalarında Öğrenci Derneklerinin yeri, diğer tüm araçların üzerindedir. Bu nedenle dernek çalışmaları, özgünlükleri saymazsak araç ve kitle örgütlenmesi bağlamında esas çalışmamız olmalıdır. Birinci olarak tabandan merkeze örgütlenme, ikinci olarak da kitle inisiyatifini temsil etme koşullarını sağlamayı, olmazsa olmaz sayarak dernek çalışmalarına yoğunlaşmalıyız. Yakın dönemde dernek kurulmasının söz konusu olmadığı alanlarda da kurulması için gerekli çalışmaları farklı araçların yardımıyla sürdürmeliyiz.
6 Kasım süreci, YDG açısından genel olarak önceki senelere nazaran iyi bir kitle çalışması deneyimi olduğu kadar, dışımızdaki nedenlerle birçok alanda verimsiz siyasetler arası toplantılar süreci de olmuştur. Saatlerce süren bu toplantılardan mümkün olduğunca uzak durmak, toplantıların amacını sorgulamak önemli bir gereklilik haline gelmiştir. Bizim açımızdan 6 Kasım gibi süreçler için örgütlenen toplantılar, kitle çalışmasını örgütlemek amacıyla alınan, pratiğe dönük, verimli ve kısa süreli toplantılar olmalıdır
B) Liseli Gençlik
Lise çalışmalarında geçen sene edindiğimiz deneyimler oldukça önemlidir. Bu sene de daha fazla alanda yürüteceğimiz lise çalışmaları açısından ortak bir anlayış oluşturmak gerekmektedir. Paralı eğitim karşıtı ana politik yönelim ekseninde son yıllarda daha da boyutlanan onlarca sorun bulunmaktadır. Üniversitelere giriş sınavları, zorunlu bağış ve aidatlar, gerici-faşist disiplin yönetmeliği, yozlaşma ve çeteleşme, anti-bilimsel eğitim, zorunlu polis denetimi, liselere kamera kurulması gibi daha da sayabileceğimiz sorunlara karşı liseli gençliğin büyük oranda örgütsüz olması, bu saldırıların daha da kolay uygulanmasını beraberinde getirmektedir.
Liseli halk gençliğinin öz örgütlülüğü olan LÖB’lerin birçok alanda olmadığını ve olduğu alanlarda da çok etkin olmadığını biliyoruz. Bunun kimi nedenleri, dışımızdaki etkenlerden kaynaklansa da LÖB’lerden uzak kalmak doğru bir anlayış değildir. Liseli halk gençliğinin inisiyatifini temsil eden ve doğal olarak onların özlük haklarına sahip çıkan LÖB’lerin içinde yanlış anlayışlarla etkin şekilde mücadele etmemiz gerekmektedir. Tüm yolların tıkandığı alanlarda ise kitlelerle birlikte LÖB’leri yeniden kurmalıyız.
Liselerde yönetimin tanıdığı Öğrenci Temsilciliği ve Öğrenci Meclisi gibi araçlara kitle inisiyatifini yansıtma konusunda eksik kalması ve müdahale yollarının kısıtlı olması nedeniyle mesafeli yaklaşmamız gerekirken hem içinden geçtiğimiz dönemin özellikleri (kitlelerin hareketlenmesi ve kendiliğinden tepkilerin artması) hem de LÖB’lerin temelini oluşturmak amacıyla ve hem de bu araçların aslında çok etkin olmadığını göstermek için çalışmalarına katılmayı gündemimize almalıyız.
Yaşanan gelişmelere paralel olarak ivmelenen liseli gençlik mücadelesinin bu sene de artış göstereceğini söyleyebiliriz. Alan özgünlükleri, “Paralı Eğitim” başlığı ekseninde değerlendirilerek, ivmelenen mücadele örgütlü hale getirilmelidir. Bunun dışında diğer liseli gençlik örgütleriyle bağlarımız canlı olmalı, geçtiğimiz senelerde rastladığımız, bu örgütlerdeki yanlış anlayışlara karşı da tavır almalı, bu örgütleri uyarmayı kendimize görev bilmeliyiz.Lise çalışmalarında anda alternatifimizin ne olduğunu içeren çalışmalarımızın olmaması, önemli bir eksikliktir. Bu konuda lise çalışmalarındaki yoldaşlarımızın görev alarak ve uzmanların da yardımıyla çalışmalar yapması faydalı olacaktır.
SEMT ÇALIŞMALARI
Ülke genelinde belli alanlarda yürüttüğümüz semt çalışmalarının esasını işçi ve işsiz gençliği örgütlemek olarak belirlemeliyiz. Sürecin özgünlükleri nedeniyle bugün semt çalışmalarındaki yoldaşlarımız yetişkinlerle de bağ kuruyorlarsa da esasımızın gençlik çalışması olduğu unutulmamalıdır.
İşsiz gençlik konusunda hedefimiz sadece niteliksiz veya teknik işgücü kapsamında işsiz kalan gençlik olmamalıdır. Geçmişten bu yana zaten önemli bir sorun olan ancak son yıllarda daha fazla hissedilen üniversite mezunu işsizler de örgütlenme hedefimiz içerisinde yer almalıdır. Özellikle atanma bekleyen öğretmen adaylarının niceliksel çokluğu ve tepkilerini daha fazla dile getirmeleri mutlaka dikkatimizi çekmelidir.
İşçi gençlik konusunda semt çalışmasındaki yoldaşlarımızın etkin bir plana ihtiyaçları bulunmaktadır.
1. Tamamı zaten işsiz faaliyetçilerle,
2. Ön etüt çalışması yapılmadan,
3. Çözüm araçları ve mücadele yöntemleri belirlenmeden başarılı bir işçi gençlik çalışması yürütmek mümkün değildir. Özellikle de işçi gençliğin örgütsüzlüğü, dağınıklığı ve kendisi gibi olmayanlara uzaklığı bilinen gerçeklerdir.
Genel olarak semt çalışmalarında önümüzdeki dönemde seçim gündeminin öne çıkacağı açıktır. Bunun dışında genel olarak kriz ve zamlar, yıkımlar, şovenizm konuları da gündemimizde olmalıdır. Özellikle kriz olgusunun semtlerde daha fazla gündem olacağı açıktır.
GENÇ KADIN
Geçtiğimiz sene örgütümüzün gündemine daha fazla giren kadın sorununa yönelik bazı çalışmalar yapmış olsak da bunun yeterli olduğunu söylemek bir yana devamlılığının sağlanmamış olması da düşündürücüdür. Geçmiş süreç değerlendirmesinde de belirttiğimiz gibi ek olarak ülkenin sosyo-ekonomik yapısı dolayısıyla da daha önemli bir yerde duran kadın sorununa yönelik daha aktif bir çalışma yürütmek gerekmektedir.
Mevcut durum, birçok hareketin kadın sorununa sadece genel olarak değindiğini ve salt protestocu bir anlayışla hareket ettiğini göstermektedir. Örgütümüz ise protestocu dahi olamamakta, bazı genel yazı ve haberler dışında bu konuya adeta sessiz kalmaktadır.Bu gerçekliğe rağmen geçtiğimiz faaliyet dönemi onlarca gündem ve kısıtlı zaman gerçeğiyle örgütlediğimiz Kadın Buluşmasının olumlu olduğunu belirtmiştik. Mutlaka ayrı bir gündem olarak ele alınması gereken kadın sorunu konusunda alternatiflerimizin neler olduğunu belirlemek, çerçevesini yıllar önce çizdiğimiz yaklaşımımızı genişletmek ve içeriğini doldurmak zorundayız. Bugün, bazı alanlarımızda kurulu olan kadın komisyonları çalışmalarının yaygınlaştırılması ve işlevli hale getirilmesi, geçtiğimiz dönem gerçekleştirdiğimiz kadın buluşmalarının süreklileştirilmesi kısa vadede hedeflerimiz olmalıdır.
Tüm bunların yanı sıra Pippa Bacca’nın öldürülmesi, Hüseyin Üzmez vakası, daha akıllarımızdan silinmeyen Güldünya ve bu sene de fazlasıyla yaşanan benzeri olaylardan birisinde öldürülen 19 yaşındaki Özlem Arslan, Gebze’de kadın tutsaklara yönelik saldırı ve göz altılarda taciz, tecavüz, işkenceye maruz kalan kadınların yaşadıklarına tepki verme konusunda yeterli düzeyde duyarlı olamadığımız açıktır.
Örgütümüzün kadın sorununa yaklaşımının daha olumluya gitmesiyle eşgüdümlü olarak, tepki verme reflekslerimizin de artması gerekmektedir. Çeşitli kadın örgütlerinin, diğer siyasetlerin ve bu örgütlerin yayınlarının takip edilmesi, kadın sorunu kapsamında özgün çalışmaların yapılması hedeflenmelidir.
BAHAR SÜRECİ
Emperyalist-kapitalist sistemin mali krizinin damgasını vurduğu 2008 yılı bitmek üzere. Gerek iktisatçıların belirlemeleri gerekse de sınıf mücadelesi tarihinin bilimsel analiz ve deneyimleri mevcut krizin 2009 yılında da artarak devam edeceğini göstermektedir. Çeşitli zaman ve yerlerde halkımızın kendiliğinden gösterdiği tepkilerin son dönemde artış gösterdiğini düşünerek, 2009 yılının bu anlamda daha da hareketli geçeceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Görece uzun bir sessizlik döneminin akabinde özellikle SSGSS yasasına karşı emekçilerin kitlesel protestolar düzenlediği 2008 başından bu yana kendiliğinden hareketlenmede artış olduğunu vurguluyorduk. Maalesef bu tespitlere rağmen devrimcilerin bahsi geçen süreçte ve sonrasında etkisiz kaldığını belirtmek gerekiyor.
Kendiliğinden içeriğiyle karşıt sınıfların arasındaki mücadelenin artacağı 2009 yılında hazırlıklı olmak (asgari de olsa) ve kitle çalışmasına yoğunlaşarak örgütsüz tepkileri örgütlü güce dönüştürmek ana görevimiz olmalıdır. Yerel seçimlerle başlayan bahar sürecinde bu çerçevede planlarımızı hazırlayarak zorlu ve yoğun bir sürece girmeliyiz.
Kendi eksikliklerimizi giderme kapsamında teorik-politik seviyemizi arttırmak ve beklemeciliğe, kendiliğindenciliğe, rehavete kapılmadan kitle çalışmasına yoğunlaşmalıyız.Ülkede devam eden ulusal ve sınıfsal karakterli savaşlara egemenlerin acımasızca yaklaştığını, tüm teknik donanımının yanı sıra uluslararası savaş kurallarının dışında uygulamalara da başvurduğunu biliyoruz. 2009 yılında bu gerçeğin daha fazla gündem olacağını tahmin etmek zor değildir.
Yine, kitlelerin artan memnuniyetsizliğine karşın açıktan ve saklanmadan arttırılan baskının, işkencenin, katliamların damgasını vurduğu bu sürecin devam edeceği de açıktır. Kendi sürekliliğini sağlamak için, bunalımları döneminde rahatsızlığını ifade eden herkesi düşmanı olarak gören sisteme karşı halk gençliğinin nefes alabileceği, kendisini ifade edebileceği ve haklı mücadelesini verebileceği en önemli örgütlerden birisi olan YDG’yi ısrarla adres olarak göstermeliyiz.Bunların yanı sıra uluslararası plandaki etkinliğimizi arttırmak, 3. Konferansımızın hedefi olmalıdır. Bileşeni olduğumuz ILPS’nin çalışmalarına katılımımız, hazırlığımız ve bu konudaki yetkinliğimiz oldukça yetersizdir. ILPS bünyesinde çalışmalarımızı organize etmek ve yetkinleşmek için bir Gençlik Komisyonu kurmak, daha önce de tartıştığımız bu konuda adım atmak, 2009 hedeflerimiz arasında olmalıdır.
Tüm önümüzdeki süreç yönelimi kapsamında özetle,4. Konferansımıza Kadar
1. Üniversite çalışmaları kapsamında, tüm yoldaşlarımız DKÖ çalışmalarına katılmalı, çalıştıkları örgütleri kitleselleştirmeli, öğrenci gençliğin özlük hakları mücadelesine, bu örgütler aracılığıyla katılmalıdır.
2. Üniversite çalışmalarında YDG’nin politik hattı, mesleki ve özlük haklara yönelik saldırı kapsamındaki emperyalist yasalar-Bologna Süreci’ne karşı örgütlenme gündemidir.
3. Lise çalışmaları kapsamında, tüm yoldaşlarımız ilk etapta olabilirlik kapsamında öncelik sırasına göre kendi liselerinde ve sonrasında il-ilçe genelinde LÖB kurma, LÖB’leri bu tarzda etkinleştirme göreviyle karşı karşıyadır. Yerelden merkeze örgütlenme hattı, çalışma tarzımız açısından önemlidir. LÖB gündemini kısa vadede değerlendiremeyeceğimiz alanlarda farklı şekillerde ve farklı araçlarla kitleleri örgütlemek, özlük hakları kapsamında harekete geçirmek hedefimizdir.
4. Liselerde ana politik gündemimiz, paralı eğitim karşıtlığıdır. Alan sorunları, bu genel politika eşliğinde işlenmelidir.
5. Lise çalışmaları kapsamında anda alternatifimizin ne olduğu belirlenmeli, bu konuda uzmanlardan ve uzman kurumlardan da yardım alınmalıdır.
6. Semt çalışmaları ekseninde işçi ve işsiz gençlikle bağ kurmak, onları tanımak ve örgütlemek ana gündemimizdir. Yanı sıra önümüzdeki süreçte yerel seçimler, kriz ve zamlar, kentsel dönüşüm ve yıkımlar ve şovenizm konuları öne çıkmaktadır.
7. Kurulmasının faydalı olacağı alanlarda örgütlenme ve genişleme anlayışı ekseninde kadın komisyonlarının kurulması önemlidir. Her YDG biriminin öncelikli görevi, sıklıkla tespit yapmaktan ziyade örgütlenmektir. Kültür Sanat, Tarih Araştırma vb birimler de bu anlayışla kurulmalıdır.
8. Konu önceliği tartışılarak belli konu veya konulara yoğunlaşmış bir biçimde 2. Genç Kadın Buluşması örgütlenmelidir.
9. Uluslararası planda etkinliğimizin artması ve kardeş-dost örgütlerin gündemini, çalışma tarzını öğrenmek, deneyim paylaşımını arttırmak amacıyla ILPS Gençlik Komisyonu çalışmalarına başlanmalıdır.
10. Alanlarda-yerellerde YDG çalışmalarını kurumsallaştırma görevimiz devam etmelidir.
11. Mali konuda 2. Konferansta alınan kararlar etkin hale getirilmelidir.
12. Yaz çalışmaları üretim ve kitle çalışması diyalektiği sağlanarak geçen seneden daha farklı gerçekleştirilmeli ve alan özgünlükleri göz önünde tutularak karar alınmalıdır.
ÖĞRENCİ DERNEKLERİ ESAS YÖNELİMİMİZDİR
Öğrenci gençliğe dönük saldırıların hem eğitim alanında hem de mesleki yaşamda yoğunlaşarak arttığı tespitinden sıkça bahsetmekteyiz. Dönemin öznel koşulu olan ekonomik krizle beraber düşündüğümüzde üniversiteli gençliği daha yoğun saldırıların beklediği ise su götürmez bir gerçekliktir.
Bu durumla beraber öğrencilerin kendiliğinden hareketlenmesinin de artacağını belirtmek için kahin olmaya ihtiyaç yoktur. Nitekim son dönemde ODTÜ’den Ankara Üniversitesi’ne, Dicle Üniversitesi’nden Gaziantep Üniversitesi’ne, Cumhuriyet Üniversitesi’nden Ege Üniversitesi’ne ve İnönü Üniversitesi’ne kadar yaşanan birçok yemekhane, yurt ve ulaşım boykotları yaşanan ve yaşanacak gelişmeleri gözler önüne sermektedir.
Üniversiteler toplumun emekçi kesimleriyle beraber daha yoğun bir hareketliliğin yaşanacağı günlere gebedir. Bu durum yine ülkemizin tüm diğer kesimlerinde olduğu gibi üniversitelerde de kitle örgütlerinin, bunların içinde ise kitlelerin ekonomik demokratik talepleri üzerinden mücadele yürüten öz örgütlüklerinin önemini arttıracaktır.
Bu gerçeklik ışığında baktığımızda üniversitelerde YDG hangi kitle örgütlerini esasa alan bir faaliyet içerisinde olmalıdır? Bu sorunun cevabına geçmeden önce öğrenci örgütlerinin somut durumunu göz önüne almakta fayda olacaktır.
Çeşitli mesleki örgütlenmelerin öğrenci kolları, öğrenci toplulukları, Genç-Sen, öğrenci kulüpleri ve öğrenci dernekleri üniversite öğrencilerinin bir bütün kitle örgütleridir. Ve YDG şu veya bu oranda bu örgütlere ilgi göstermektedir, göstermelidir. Öte yandan tüm faaliyet alanlarımızda bu örgütler içerisinde merkezi hedeflerimize uygun bir şekilleniş içerisine girmek önemli bir konudur. Bahsi geçen bu örgütlenmelerden hiçbirisi başka bir örgütlenmenin alternatifi değildir ve bizim tarafımızdan da böyle algılanmamalıdır.
Fakat tüm bunlar içerisinde merkezi ve yerel politikalarımız dâhilinde esas ve tali ayrımı yapmak daha sağlıklı bir faaliyet geliştirmemizin önünü açacaktır. Öğrenci örgütlenmeleri arasında yukarıda sıraladığımız bu örgütlerden öğrencilerin akademik demokratik talepleri üzerinden en geniş kesimin çıkarlarına seslenen örgütlenmeler Öğrenci Dernekleri ve Genç-Sen’dir. Genç-Sen’in somut durumu ve örgütlenme biçimi göz önüne alındığında bir öğrenci öz örgütlülüğü olmaktan uzak bir şekilleniş içerisinde olduğu ortadadır. Geçmişten bu yana belirttiğimiz gibi Öğrenci Dernekleri mevcut durumda üniversiteli gençliğin öz örgütü olma misyonunu korumaktadır.
Yerellerden merkeze doğru örgütlenmesi, en geniş kesimin çıkarlarını savunması, bağımsız ve öğrencilerin inisiyatifi üzerinden örgütlenmesi itibariyle öğrenci dernekleri bizler açısından öz örgütlülük olarak tanımlanmaktadır.
Son dönemde kitle örgütlerinde çalışma noktasında belli bir istikrardan bahsetmek YDG açısından mümkünse de bu örgütlerdeki faaliyetimizin öz örgütlülük perspektifiyle ele alınması noktasında eksikliklerimiz mevcuttur. Üniversitelerde öğrenci özörgütlülükleri kurmayı hedeflememiz 3. Konferansımızın onayıyla bir kez daha netleşmelidir.
Öğrenci toplulukları, çeşitli mesleki örgütlenmelerin öğrenci kolları, Genç-Sen vb. örgütlenmelerdeki faaliyetimiz bu örgütleri gereksizleştirmeden, merkezi bir planla birlikte öğrenci derneğini kurma perspektifine yönelik ele alındığında üniversiteli öğrenci gençlik somut kazanımlar elde etmeye daha fazla yakınlaşacaktır.
3. Konferansımız bu noktadaki anlayış açıklığımızın derinleşmesine dönük olarak bu konferans aracılığıyla öğrenci gençliğe kendi örgütlerini kurma çağrısında bulunmalı, YDG’nin bu konudaki somut hedefleri üniversiteli halk gençliğiyle birleştirilmelidir.
(Oy Çokluğu)
Bu durumla beraber öğrencilerin kendiliğinden hareketlenmesinin de artacağını belirtmek için kahin olmaya ihtiyaç yoktur. Nitekim son dönemde ODTÜ’den Ankara Üniversitesi’ne, Dicle Üniversitesi’nden Gaziantep Üniversitesi’ne, Cumhuriyet Üniversitesi’nden Ege Üniversitesi’ne ve İnönü Üniversitesi’ne kadar yaşanan birçok yemekhane, yurt ve ulaşım boykotları yaşanan ve yaşanacak gelişmeleri gözler önüne sermektedir.
Üniversiteler toplumun emekçi kesimleriyle beraber daha yoğun bir hareketliliğin yaşanacağı günlere gebedir. Bu durum yine ülkemizin tüm diğer kesimlerinde olduğu gibi üniversitelerde de kitle örgütlerinin, bunların içinde ise kitlelerin ekonomik demokratik talepleri üzerinden mücadele yürüten öz örgütlüklerinin önemini arttıracaktır.
Bu gerçeklik ışığında baktığımızda üniversitelerde YDG hangi kitle örgütlerini esasa alan bir faaliyet içerisinde olmalıdır? Bu sorunun cevabına geçmeden önce öğrenci örgütlerinin somut durumunu göz önüne almakta fayda olacaktır.
Çeşitli mesleki örgütlenmelerin öğrenci kolları, öğrenci toplulukları, Genç-Sen, öğrenci kulüpleri ve öğrenci dernekleri üniversite öğrencilerinin bir bütün kitle örgütleridir. Ve YDG şu veya bu oranda bu örgütlere ilgi göstermektedir, göstermelidir. Öte yandan tüm faaliyet alanlarımızda bu örgütler içerisinde merkezi hedeflerimize uygun bir şekilleniş içerisine girmek önemli bir konudur. Bahsi geçen bu örgütlenmelerden hiçbirisi başka bir örgütlenmenin alternatifi değildir ve bizim tarafımızdan da böyle algılanmamalıdır.
Fakat tüm bunlar içerisinde merkezi ve yerel politikalarımız dâhilinde esas ve tali ayrımı yapmak daha sağlıklı bir faaliyet geliştirmemizin önünü açacaktır. Öğrenci örgütlenmeleri arasında yukarıda sıraladığımız bu örgütlerden öğrencilerin akademik demokratik talepleri üzerinden en geniş kesimin çıkarlarına seslenen örgütlenmeler Öğrenci Dernekleri ve Genç-Sen’dir. Genç-Sen’in somut durumu ve örgütlenme biçimi göz önüne alındığında bir öğrenci öz örgütlülüğü olmaktan uzak bir şekilleniş içerisinde olduğu ortadadır. Geçmişten bu yana belirttiğimiz gibi Öğrenci Dernekleri mevcut durumda üniversiteli gençliğin öz örgütü olma misyonunu korumaktadır.
Yerellerden merkeze doğru örgütlenmesi, en geniş kesimin çıkarlarını savunması, bağımsız ve öğrencilerin inisiyatifi üzerinden örgütlenmesi itibariyle öğrenci dernekleri bizler açısından öz örgütlülük olarak tanımlanmaktadır.
Son dönemde kitle örgütlerinde çalışma noktasında belli bir istikrardan bahsetmek YDG açısından mümkünse de bu örgütlerdeki faaliyetimizin öz örgütlülük perspektifiyle ele alınması noktasında eksikliklerimiz mevcuttur. Üniversitelerde öğrenci özörgütlülükleri kurmayı hedeflememiz 3. Konferansımızın onayıyla bir kez daha netleşmelidir.
Öğrenci toplulukları, çeşitli mesleki örgütlenmelerin öğrenci kolları, Genç-Sen vb. örgütlenmelerdeki faaliyetimiz bu örgütleri gereksizleştirmeden, merkezi bir planla birlikte öğrenci derneğini kurma perspektifine yönelik ele alındığında üniversiteli öğrenci gençlik somut kazanımlar elde etmeye daha fazla yakınlaşacaktır.
3. Konferansımız bu noktadaki anlayış açıklığımızın derinleşmesine dönük olarak bu konferans aracılığıyla öğrenci gençliğe kendi örgütlerini kurma çağrısında bulunmalı, YDG’nin bu konudaki somut hedefleri üniversiteli halk gençliğiyle birleştirilmelidir.
(Oy Çokluğu)
GENÇ-SEN ÖNERGESİ
Yaklaşık bir yıldır içerisinde faaliyet yürüttüğümüz Genç-Sen’e dair birçok deneyimimiz oldu. Halk gençliğinin örgütsüz olduğu bir dönemde, öz örgütler yaratmanın, DKÖ’lerde faaliyet yürütmenin öneminin bilincindeyiz. Genç-Sen ise kimi yerellerde mütevazı de olsa önemli adımlar atmış, kimi yerellerde ise kendisini kısır tartışmalardan koparamamış, nitelikli bir çalışma yürütememiştir.
Kısır tartışmaların yaşanmasının temel nedenleri bu yerellerin neredeyse siyasetler platformuymuş gibi çalışması ve bu siyasi gençlik örgütlenmelerinin DKÖ anlayışlarındaki farklılık ve bu eksende yaşanan çatışmalardır. Bu farklılıklardan kaynaklı birçok yerelde çalışmaların önü tıkanmış, pratik adına neredeyse en ufak bir adım atılmamış, alana dair politikalar tartışılamaz duruma gelmiştir.
Başta da ifade ettiğimiz gibi kimi alanlarda belirli ileri adımlar atılabilmiştir. Elbette biz YDG’liler olarak böylesi alanlarda Genç-Sen faaliyeti yürütmeliyiz. Çalışmaların önü açık ya da açılabilecek, alana dair politikaları tartışabildiğimiz ve işlerli halde olan veya olabilecek alanlardaki lise ve üniversitelerde Genç-Sen faaliyeti yürütmemiz oldukça önemli bir yerde durmaktadır. Ancak politik tartışmalardan uzak, toplantı yapmaktan başka bir işlevi olmayan, kısır tartışmalara boğulup kalan alanlarda, farklı DKÖ’lerin çalışmaları daha ileri ve daha etkinse, çalışmalarının önü açıksa veya öğrenci derneği kurma zeminimiz varsa böylesi alanlarda bizi geriletecek olan Genç-Sen faaliyetinde ısrarlı olmamız ve esasımızı buraya almamız anlamlı olmayacaktır.
Genç-Sen faaliyetlerine önem vermeli, gelişimini takip etmeliyiz ancak yerel birimlerin özgünlüğüne ve kendi gerçekliğimize uygun olarak Genç-Sen’in her bir alandaki yerini belirlemeliyiz.
İstanbul’dan Bir YDG’li
(Oy Çokluğu)
Kısır tartışmaların yaşanmasının temel nedenleri bu yerellerin neredeyse siyasetler platformuymuş gibi çalışması ve bu siyasi gençlik örgütlenmelerinin DKÖ anlayışlarındaki farklılık ve bu eksende yaşanan çatışmalardır. Bu farklılıklardan kaynaklı birçok yerelde çalışmaların önü tıkanmış, pratik adına neredeyse en ufak bir adım atılmamış, alana dair politikalar tartışılamaz duruma gelmiştir.
Başta da ifade ettiğimiz gibi kimi alanlarda belirli ileri adımlar atılabilmiştir. Elbette biz YDG’liler olarak böylesi alanlarda Genç-Sen faaliyeti yürütmeliyiz. Çalışmaların önü açık ya da açılabilecek, alana dair politikaları tartışabildiğimiz ve işlerli halde olan veya olabilecek alanlardaki lise ve üniversitelerde Genç-Sen faaliyeti yürütmemiz oldukça önemli bir yerde durmaktadır. Ancak politik tartışmalardan uzak, toplantı yapmaktan başka bir işlevi olmayan, kısır tartışmalara boğulup kalan alanlarda, farklı DKÖ’lerin çalışmaları daha ileri ve daha etkinse, çalışmalarının önü açıksa veya öğrenci derneği kurma zeminimiz varsa böylesi alanlarda bizi geriletecek olan Genç-Sen faaliyetinde ısrarlı olmamız ve esasımızı buraya almamız anlamlı olmayacaktır.
Genç-Sen faaliyetlerine önem vermeli, gelişimini takip etmeliyiz ancak yerel birimlerin özgünlüğüne ve kendi gerçekliğimize uygun olarak Genç-Sen’in her bir alandaki yerini belirlemeliyiz.
İstanbul’dan Bir YDG’li
(Oy Çokluğu)
Meslek oda ve sendikaların gençlik birimleri üzerine önerge
2. Konferansımızda her YDG’linin en az bir DKÖ’de faaliyet yürütmesini genel bir yönelim olarak belirlemiştik. Bunu biraz daha özelleştirerek mesleki örgütlere ve sendikaların gençlik birimlerine değinmek önümüzdeki süreç açısından yararlı olacaktır.
İki yıldır üzerinde yoğunluklu durduğumuz emperyalist yasalar zinciri olan Bologna Süreci kapsamında özellikle mesleki haklarımız gasp edilmeye çalışılmaktadır. Ücretli ve sözleşmeli öğretmenlik, mesleki yeterlilik, yetkin mühendislik, ücretli avukatlık, aile hekimliği gibi uygulamalarla gençler geleceksizleştirilmeye çalışılmaktadır. Sistemin bu saldırılarına karşı mücadele edebileceğimiz en doğru yerler de mesleki örgütlülükler ve sendikaların gençlik birimleri olarak karşımızda durmaktadır.
Bizimle aynı sorunları yaşayan farklı okullardan farklı sınıflardan öğrencilerle mücadele etmek veya kolektif işler yapmak da bu tarz örgütlerin bize sunacağı katkılardan olacaktır. Ancak bu örgütlenmelerdeki YDG’liler sadece kendi alanlarındaki mücadeleleri yeterli görmemeli ve gençliğe yönelik bu kapsamlı saldırılara karşı aynı kapsamda mücadele yürütülmelidir. Bu noktada arkadaşlarımızın diğer üniversite ve mesleklerdeki gençlerin sorunlarına da duyarlı yaklaşması önemli bir yerde durmaktadır.
Ayrıca bu örgütler bize ileride çalışacağımız meslekten insanlarla bir araya gelme şansı sunarak faaliyet içerisinde ufkumuzu genişletmemize yardımcı olmakta ve mesleğe adım atmadan belli şeyleri görmemizi de sağlamaktadır.
En önemlisi de mesleki örgütler ve sendikalar geniş bir kitleye hitap etmekte ve bu sayede bizler için daha yoğun bir kitle faaliyeti yürütebileceğimiz yerler de olmaktadırlar.
Ancak tüm bunların yanı sıra bu örgütlenmelerdeki oturmuş bürokratik yapının da karşımıza bir sorun olarak çıkabileceği unutulmamalı ve sadece dışa dönük değil zaman zaman içe dönük de mücadele etmemiz gerekebileceğinin farkında olunmalı ve bu örgütlülüklere emek vermekten kaçınılmamalıdır.
Tüm bu sebepler göz önüne alınıp değerlendirildiğinde; mesleki örgütlerde ve sendikaların gençlik kollarında faaliyet yürütmek YDGlilerin genel bir yönelimi olmalıdır.
(Oy Birliği)
İki yıldır üzerinde yoğunluklu durduğumuz emperyalist yasalar zinciri olan Bologna Süreci kapsamında özellikle mesleki haklarımız gasp edilmeye çalışılmaktadır. Ücretli ve sözleşmeli öğretmenlik, mesleki yeterlilik, yetkin mühendislik, ücretli avukatlık, aile hekimliği gibi uygulamalarla gençler geleceksizleştirilmeye çalışılmaktadır. Sistemin bu saldırılarına karşı mücadele edebileceğimiz en doğru yerler de mesleki örgütlülükler ve sendikaların gençlik birimleri olarak karşımızda durmaktadır.
Bizimle aynı sorunları yaşayan farklı okullardan farklı sınıflardan öğrencilerle mücadele etmek veya kolektif işler yapmak da bu tarz örgütlerin bize sunacağı katkılardan olacaktır. Ancak bu örgütlenmelerdeki YDG’liler sadece kendi alanlarındaki mücadeleleri yeterli görmemeli ve gençliğe yönelik bu kapsamlı saldırılara karşı aynı kapsamda mücadele yürütülmelidir. Bu noktada arkadaşlarımızın diğer üniversite ve mesleklerdeki gençlerin sorunlarına da duyarlı yaklaşması önemli bir yerde durmaktadır.
Ayrıca bu örgütler bize ileride çalışacağımız meslekten insanlarla bir araya gelme şansı sunarak faaliyet içerisinde ufkumuzu genişletmemize yardımcı olmakta ve mesleğe adım atmadan belli şeyleri görmemizi de sağlamaktadır.
En önemlisi de mesleki örgütler ve sendikalar geniş bir kitleye hitap etmekte ve bu sayede bizler için daha yoğun bir kitle faaliyeti yürütebileceğimiz yerler de olmaktadırlar.
Ancak tüm bunların yanı sıra bu örgütlenmelerdeki oturmuş bürokratik yapının da karşımıza bir sorun olarak çıkabileceği unutulmamalı ve sadece dışa dönük değil zaman zaman içe dönük de mücadele etmemiz gerekebileceğinin farkında olunmalı ve bu örgütlülüklere emek vermekten kaçınılmamalıdır.
Tüm bu sebepler göz önüne alınıp değerlendirildiğinde; mesleki örgütlerde ve sendikaların gençlik kollarında faaliyet yürütmek YDGlilerin genel bir yönelimi olmalıdır.
(Oy Birliği)
KÜRT ULUSAL SORUNUNA PRATİKTE YAKLAŞIMIMIZ
Bugün açısından içinde bulunduğumuz durum, Kürt Ulusal Sorununa yaklaşımımızı hiç olmadığı kadar önemli kılmaktadır. Var olan ekonomik krizle beraber, egemenler açısından kaygı verici olan yönetememe krizi, karşılığında, bir bütün daha fazla katliamı, daha fazla baskıyı getirmektedir.
Özellikle son dönem daha da belirginleşmekle birlikte, TC ordusu gerilla karşısında acze düşmüş, bunun karşılığında sınır içi-dışı operasyonlarla gerilla üzerindeki katliamı boyutlandırmaya çalışmıştır. Bununla birlikte Kürt Ulusal Hareketine ya da genel olarak Batı illerinde yaşayan Kürtlere yönelik, -devlet eliyle geliştirilen- linç girişimlerinde bulunarak ve en son Ulusal Hareketin önderi A.Öcalan’ a yapılan fiziksel saldırıyla beraber baskının dozajı artırmaktadır.
Bir paragrafta dile getirmeye çalıştığımız bu gelişmeler, aslında gelişiminden hepimizin haberdar olduğu olaylardır. Fakat asıl olan yaşanan saldırıları bilmemiz ve sonucunda öfke duygularımızın kabarması değil bilincimizi faşizme olan öfkemizle harmanlayarak, kendimizi toplumsal pratiğin tek tek parçalarına katılmakla sınırlamadan, saldırılara politikalar geliştirerek cevap olabilmemizdir. Bu bir zorunluluktur.
Fakat sergilediğimiz pratik bu zorunluluğu yerine getirmekten uzaktadır. Öcalan’a yönelik fiziksel müdahaleden sonraki eylemler başta olmak üzere bir bütün ulusal temelli eylemlere katılımımızın zayıflığının nedenleri sorgulanarak açığa çıkarılmalıdır. Bu muhakeme yapılırken sadece son birkaç yılda yapılan saldırılara bakmak ve bizim bu saldırılar karşısındaki tutumumuzu irdelemek yeterli olacaktır. Birkaç örnekle somutlarsak; Altınova ve akabinde Adana’da devlet eliyle geliştirilen ırkçı saldırılar, Sakarya’da bir kişinin ölümü ile sonuçlanan faşist saldırı karşısındaki tutumumuz, 2006’ da “ölen her Türk askerine karşılık, bir DTP’ li öldürülmeli” diyen faşist köşe yazarının ifadelerini düşünce özgürlüğü olarak değerlendiren savcının tespitlerini isabetli bulan mahkemenin ya da bir bütün adalet sisteminin teşhiri… Gerillaya yönelik yapılan operasyonlar ve yaşanan her gerilla katliamı sonrası kanıksamış ruh halimiz… Kürtlerin anadilinde konuşma, eğitim görme vb. hakkına devletin yaklaşımı… Ve son olarak da R.T.Erdoğan’ ın T. Kürdistanı ziyaretinde kolluk güçlerinin bir kişinin katledilmesiyle sonuçlanan saldırıları ve “ya sev, ya terk et” diyerek düşüncelerini “özlü” bir şekilde dile getiren R. T. Erdoğan’ın açıklamalarına cevap olamamak… Bu birkaç örnek ve bizim pasif kalmamız, ne demek istediğimizi net olarak ortaya koymaktadır.
Vurgulamak istediğimiz sorun genel bir sorun olmakla beraber, sorunu çözerken nedenlerini irdelememiz gerekiyor. Bu nedenler arasında Kürtlere yapılan saldırıları kendimize yapılmış olarak görmemek, yani sorunu tam anlamıyla hissedememek bir neden olarak başta gelir sanırsak.
Bir başka açıdan değerlendirirsek, sorunun çözümünü tek başına, var olan eylemlere katılmakta görmemek gerekiyor. Elbette ki katılmak, gözlemlemek önemlidir fakat daha da önemlisi, saldırılar sonrası refleks geliştirip, politikalarımızı kitlelerle ete kemiğe büründürmektir.
3. Konferansımızla birlikte, ulusal sorunla ilgili var olan teorik görüşlerimizin ışığında, bu konuya olan duyarlılığımızı artırarak, eksikliklerimizi kapatmaya yönelik çabalamalıyız.
(Oy Birliği)
Özellikle son dönem daha da belirginleşmekle birlikte, TC ordusu gerilla karşısında acze düşmüş, bunun karşılığında sınır içi-dışı operasyonlarla gerilla üzerindeki katliamı boyutlandırmaya çalışmıştır. Bununla birlikte Kürt Ulusal Hareketine ya da genel olarak Batı illerinde yaşayan Kürtlere yönelik, -devlet eliyle geliştirilen- linç girişimlerinde bulunarak ve en son Ulusal Hareketin önderi A.Öcalan’ a yapılan fiziksel saldırıyla beraber baskının dozajı artırmaktadır.
Bir paragrafta dile getirmeye çalıştığımız bu gelişmeler, aslında gelişiminden hepimizin haberdar olduğu olaylardır. Fakat asıl olan yaşanan saldırıları bilmemiz ve sonucunda öfke duygularımızın kabarması değil bilincimizi faşizme olan öfkemizle harmanlayarak, kendimizi toplumsal pratiğin tek tek parçalarına katılmakla sınırlamadan, saldırılara politikalar geliştirerek cevap olabilmemizdir. Bu bir zorunluluktur.
Fakat sergilediğimiz pratik bu zorunluluğu yerine getirmekten uzaktadır. Öcalan’a yönelik fiziksel müdahaleden sonraki eylemler başta olmak üzere bir bütün ulusal temelli eylemlere katılımımızın zayıflığının nedenleri sorgulanarak açığa çıkarılmalıdır. Bu muhakeme yapılırken sadece son birkaç yılda yapılan saldırılara bakmak ve bizim bu saldırılar karşısındaki tutumumuzu irdelemek yeterli olacaktır. Birkaç örnekle somutlarsak; Altınova ve akabinde Adana’da devlet eliyle geliştirilen ırkçı saldırılar, Sakarya’da bir kişinin ölümü ile sonuçlanan faşist saldırı karşısındaki tutumumuz, 2006’ da “ölen her Türk askerine karşılık, bir DTP’ li öldürülmeli” diyen faşist köşe yazarının ifadelerini düşünce özgürlüğü olarak değerlendiren savcının tespitlerini isabetli bulan mahkemenin ya da bir bütün adalet sisteminin teşhiri… Gerillaya yönelik yapılan operasyonlar ve yaşanan her gerilla katliamı sonrası kanıksamış ruh halimiz… Kürtlerin anadilinde konuşma, eğitim görme vb. hakkına devletin yaklaşımı… Ve son olarak da R.T.Erdoğan’ ın T. Kürdistanı ziyaretinde kolluk güçlerinin bir kişinin katledilmesiyle sonuçlanan saldırıları ve “ya sev, ya terk et” diyerek düşüncelerini “özlü” bir şekilde dile getiren R. T. Erdoğan’ın açıklamalarına cevap olamamak… Bu birkaç örnek ve bizim pasif kalmamız, ne demek istediğimizi net olarak ortaya koymaktadır.
Vurgulamak istediğimiz sorun genel bir sorun olmakla beraber, sorunu çözerken nedenlerini irdelememiz gerekiyor. Bu nedenler arasında Kürtlere yapılan saldırıları kendimize yapılmış olarak görmemek, yani sorunu tam anlamıyla hissedememek bir neden olarak başta gelir sanırsak.
Bir başka açıdan değerlendirirsek, sorunun çözümünü tek başına, var olan eylemlere katılmakta görmemek gerekiyor. Elbette ki katılmak, gözlemlemek önemlidir fakat daha da önemlisi, saldırılar sonrası refleks geliştirip, politikalarımızı kitlelerle ete kemiğe büründürmektir.
3. Konferansımızla birlikte, ulusal sorunla ilgili var olan teorik görüşlerimizin ışığında, bu konuya olan duyarlılığımızı artırarak, eksikliklerimizi kapatmaya yönelik çabalamalıyız.
(Oy Birliği)
KÜRT ULUSAL SORUNUNA YÖNELİK ÖNERGE-İstanbul
Son dönemlerde sistemin dozunu iyice arttırdığı faşist saldırılara maruz kalan Kürt Ulusuna yönelik bakış açımız net olmakla birlikte alanlarımızda bu anlayışımız doğrultusunda yeterince çaba göstermediğimiz açıktır.
Anti-faşist bir gençlik hareketi olarak bu konuda alanlarımızdaki Ulusal Hareketin kurumlarıyla daha fazla iletişim halinde olmalıyız. Böylelikle onların yaptıkları çalışmalardan daha fazla haberdar olabiliriz.
Onların çalışmalarına katılarak destek olursak da konu ile ilgili yaklaşımımızı aktifleştirerek, Kürt ulusunun haklı taleplerini sahiplendiğimizi ve bunun için mücadele ettiğimizi somut olarak gösterebiliriz.
İstanbul YDG
(Oy Birliği)
Anti-faşist bir gençlik hareketi olarak bu konuda alanlarımızdaki Ulusal Hareketin kurumlarıyla daha fazla iletişim halinde olmalıyız. Böylelikle onların yaptıkları çalışmalardan daha fazla haberdar olabiliriz.
Onların çalışmalarına katılarak destek olursak da konu ile ilgili yaklaşımımızı aktifleştirerek, Kürt ulusunun haklı taleplerini sahiplendiğimizi ve bunun için mücadele ettiğimizi somut olarak gösterebiliriz.
İstanbul YDG
(Oy Birliği)
Yeni Demokrat Gençlik Lise Politikası Önergesi
Egemenlerin tüm örtbas etme çabalarına rağmen bugün daha bir gözler önüne serilen ekonomik krizle birlikte halkın kendiliğinden tepkiselliğinin arttığı ve daha da artacağıdır. Bu kendiliğinden tepkileri kitlelerin örgütlü gücüne dönüştürme; anda gelişen ekonomik- demokratik hak alma arayışlarını sürekli siyasi mücadeleye çekmek gibi önemli ve zor bir görev önümüzde durmaktadır.
Halkın hemen her kesimi açısından açık bir şekilde gözler önünde olan bu durum siyasi yaşamın en dinamik ve bu yüzden sistem için en korkulur yerinde duran gençlik kitleleri için de apaçık geçerlidir. Eğitimin daha fazla paralılaştığı, işsizliğin çığ gibi büyüdüğü, anti- demokratik, faşist uygulamaların daha fazla yoğunlaştığı günler yaşamamız tesadüf olmadığı gibi gittikçe geleceği ellerinden alınan gençliğin politikaya daha duyarlı hale gelmesi, sokaklara çıkıp hakkını aramaya çalışması da tesadüf değildir. Dikkat çekici bir durum olarak sokaklara dökülen, devrimci mücadeleye daha çok yaklaşan öğrenci kitleleri son dönemde büyük oranda lise öğrencilerinin yoğunluğu ile karşımıza çıkmaktadır. Nitelik olarak tüm devrimci gençlik hareketine yayılmış bulunan sıkıntılar liseli gençlik için de geçerli olsa da 1 Mayıslarda, Ankara’da gerçekleştirilen 6 Mayıs anmasında ve başka birçok eylemlilikte liseliler kitleselliği ile göze çarpmıştır.
Sisteme karşı yürüttüğümüz mücadelemizde her zaman önemli bir yer tutan liseli gençliğin önümüzdeki yakın süreçte öneminin artacağı açıktır. Yeni Demokrat Gençlik olarak bizlerin de daha ciddiyetle ele alınan, daha merkezi ve daha sistemli bir liseli gençlik politikasına ihtiyacımız vardır. Bu çerçevede liseli gençliğin sorunlarını son dönemde emperyalizmin artan saldırılarını da göz önünde bulundurarak belki de bir kez daha tahlil etmek bir gerekliliktir.
Sınav Sistemi
Liseli gençliğin hepimizin bildiği gibi önünde duran en önemli, en yakıcı sorun eleme sınavı veya sınavlarıdır. Her kesimden her insan bu sınav sisteminden şikâyet etmekte, her gelen veya gelecek olan hükümet bu sistemi değiştireceğini iddia etmektedir. Şaşırtıcı olmayan bir durum olarak yapılan değişiklikler biçimsel değişikliklerin ötesinde değildir. Hatta söz konusu değişikliklerle gittikçe karmaşıklaşan, gittikçe daha fazla cebimizden para soyan sınav sistemleri karşımıza çıkmaktadır. En son yapılan değişiklikle güya daha “nitelikli” öğrencilerin üniversiteye girmesi ve okul derslerine ilginin daha fazla arttırılması için sınava bilgi soruları daha fazla dâhil edilmiş katsayılar değişmiş, müfredat genişletilmiştir. Ancak bu yöntem tabiî ki de öğrencilere daha büyük bir stres, daha büyük bir karmaşa getirmekten başka bir işe yaramamıştır. Ortaya çıkan tabloda öğrencinin daha fazla ezberlemekten başka bir durumu kalmamıştır. Liselerde öğrenci yine bir şey öğrenemediği için dershanelere ilginin yoğun olması gerekliliği de yeni sistemle ortadan kalkmamıştır.
Son olarak MEB’in 2009 Bütçesi’nde belirttiği daha önce de tartışma konusu olan çok aşamalı sınav sistemi gündeme gelmiştir. Bu sistemin de bize bir getirisinin olmayacağı dahası götüreceği açıktır. Lise hayatımızın son yılında yoğunlaşan stres artık her yıl yoğun bir biçimde yaşanacaktır. Yine lise yıllarının genelde sonlarında dershaneye giden öğrenci daha uzun zaman para akıtacaktır.
Zaten gelir dağılımının bu kadar adaletsiz olduğu ülkemizde adaletli bir üniversiteye giriş mekanizmasının oluşturulamayacağı gerçeği karşımızdadır. Eşit şartlarda olmayanlara eşit bir sınav sistemi uygulandığı sürece sonuç yine aynıdır. Sistem bu eşitsiz durumdan şikâyetçi değil bizzat durumun yürütücüsüdür. Çarpık sınav sistemi hem gençliği apolitize etmenin, sosyal meselelere duyarsızlaştırmanın hem de büyük parasal rantlar elde etmenin bir aracıdır. Uzun yıllar aileler dershanelere tonlarca para akıtmakta ya da işsizliğin, yoksulluğun bu kadar arttığı bırakın dershane parasını ekmek parasının bile bulamadığı Türkiye’de dershanelere gidemeyen, özel ders alamayan öğrencilere üniversite kapıları daha başından kapanmaktadır.
Sadece sınava girmek için bile birçok emekçi aile için büyük denecek paralar ödemek zorunda olan, sistem için tam bir parasal getirim alanı olan liseli gençlik psikolojik travmalar altında da ezilmektedir. Gelecek kaygısı ile en güzel zamanları heba edilmektedir. En yakın arkadaşı ile arasına rekabet duvarı örmek zorunda bırakılan gencin kimi zaman aile ilişkileri bile bozulmaktadır.
Liselerde Eğitim Sistemi
Gelir dağılımının bu kadar adaletsiz olduğu ülkemizde adaletli bir üniversiteye giriş mekanizmasının oluşturulamayacağı gerçeği gibi liselerde mevcut olan müfredat ve eğitim teknikleri ile de doğru bir sistem oturtulamayacağı da bir gerçekliktir. Eğitim sistemi içinde bulunduğu düzenin çok önemli bir parçası olarak; mevcut sosyo-ekonomik yapıdan, hâkim ideolojiden bağımsız olamaz; hatta bizzat hakim ideolojisini kendi propagandasını yapabileceği en işlevsel araçtır. Bu anlamda liseler de ülkemiz egemenlerinin gerici-faşist anlayışlarını dayattıkları, sisteme kendi anlayışlarına uygun; bireyci, rekabetçi kalifiye eleman yetiştirdikleri yerlerdir.
Liselerde öğrenciler hiçbir şey öğrenememekte, tam tersine öğrencinin yorum yapma, fikir yürütme, öğrendiklerini pratiğe aktarma, üretme yetenekleri köreltilmektedir. Çünkü eğitimsizlik, cehalet ve amaçsızlık sistemin hedefi, üretimsizlik ve karmaşa sistemin varlık zeminidir. Sorgulayan öğrenci, düşünen öğrenci zararlıdır, öğrenci dediğin ne verirsen sorgusuz sualsiz kabullenmelidir.
Resmi tarih anlayışı bugün müfredatlarımızın iliklerine kadar işlemiştir. Tamamen Kemalist- faşist ideolojiyle donanmış ders kitaplarımızda hurafeler aracılığı ile gericilikten başka bir şey propaganda edilmemektedir. Zorunlu din dersleri ile devlet tek din tek mezhep politikasını dayatmakta, diğer inançlar/inançsızlıklar ve mezhepler her zamanki gibi inkâr edilmektedir.
Faşist- şovenist anlayışın hedef tahtasında en önde gelen yerini koruyan Kürt ulusuna mensup öğrenciler inkâr ve asimilasyon politikasından okullarında da kendilerine düşen payı almakta, kendilerini en iyi ifade edebilecekleri dil olan anadillerinde eğitim görmekten mahrum bırakılmaktadırlar.
Liselerde uygulanan bu saydığımız ve daha sayacağımız ekonomik, demokratik saldırılara karşı duran öğrencilerin kafasından ise balyoz eksik olmamaktadır. Boyun eğmiyorsan yok olacaksın diyen sistem liselerde disiplin soruşturmalarıyla ve faşist-gerici idarecilerle tüm muhalif unsurları sindirmek istemektedir.
Anti-demokratik uygulamalar
Lise öğrencilerini sindirme çalışmalarının bir parçası olarak en başta gelen uygulama olarak öğrencilerin söz-yetki-karar-örgütlenme özgürlüğünün yok sayılması gelmektedir. Liseliler kendilerini doğrudan ilgilendiren kararlar da bile söz sahibi değildir. Başkaları onlar adına karar vermekte ve uygulamaktadır. Kendilerine karşı uygulanan bu politikalara karşı çıkan, örgütlenme çabası içinde olan öğrencilere karşı ise hemen örgütlenme yasağı devreye girmekte, disiplin soruşturmaları ile öğrenci yıldırılmak istenmektedir. Arama terörü ile öğrencilerin yaşamlarına doğrudan müdahale edilmekte, çantasında bırakın dağıtmayı siyasi yayınlar sadece bulunduğu için bile öğrencilere cezalar verilmektedir. Oysa çoğu lisede her zamanki gibi egemen olmaya çalışan sivil faşist unsurların ise örgütlenmesine bırakın engel olmayı bizzat idareciler bu unsurlarla birlikte hareket etmektedir.
Liselerde güya öğrencinin sözcüsü olan öğrenci temsilcilikleri oluşturulmuştur. Çoğu zaman idareciler tarafından bu temsilcilikler yok sayılmaktadır. Altı doldurulamamış, amacı belirsiz bir kurum olan temsilciliklere genelde idarecilerin kuklası olan temsilciler gelmektedir. Temsilciler temsil ettiklerinin haklarını aramaktan ziyade birkaç şenlik düzenlemekten öteye gidememektedir.
Gerek anti-demokratik uygulamalardan gerek gerici eğitim anlayışından liseli kadın da nasibini almaktadır. Her alanda olduğu gibi liselerde de kadın bir meta olarak görülmekte, hakları iki kat ipotek altına alınmaktadır. Korunmaya muhtaç bir varlık olarak görülen liseli kadın bir yandan tacizlere maruz bırakılırken bir yandan baba, ağabey, öğretmen, idareci baskısı görmektedir. Bugün liseli kadınların porno filmlere malzeme olduğu gerçeği karşımızda dururken, bir yandan bir erkekle yan yana görüldüğü için bile liseli kadınlar hakaretlere, baskılara, şiddete maruz kalmaktadır.
Yoz Kültür ve Liselerdeki Hâkimiyeti
Özellikle 12 Eylül sonrası gençlik üzerinde daha fazla hakim kılınabilen yoz kültür bugün belki de en çok liselerde hakimiyetini ilan etmiş durumdadır. Hayatının belki de en hassas döneminde olan, kişiliği yeni yeni oturan lise öğrencisi medyanın da çok büyük etkisiyle büyük bir abluka ile sarılmıştır. Dinlediği müzikten, arkadaş ilişkilerine, giyimine kadar tüm şekillenişi sistem tarafından gerçekleştirilen liseli gençlik yanlış özgürlük arayışları içindedir.
Bizzat devlet eliyle yaygınlaştırılan uyuşturucu kullanımı, aşırı alkol tüketimi, çeteleşme, fuhuş, artış gösteren şiddet bugün gençlik tarafından özgürlük olarak algılanmaktadır; oysa sisteme esaretten başka bir şey değildir. Derinleşen krizle birlikte son yıllarda uyuşturucu kullanımının ilkokul sıralarına kadar düşmesi, yaygınlaşması, liselerde fuhuşun daha çok özendirilmesi tesadüf değildir.
Uyuşturucu kullanımının ve çeteleşmenin bugün devlet eliyle daha çok emekçi mahallelere sokulması ise hiç tesadüf değildir. Sistem kendi korkuları büyüdükçe karşısına çıkabilecek unsurları çeşitli araçlarla bastırmak istemektedir. Karşısında dinamik, cüretli, bilinçli bir halk gençliği görmek istemeyenler gençliği büyük bir umutsuzluk, amaçsızlık ve bireycileşme çukuruna atmaktadır. Liseli gençliğin kültürel şekillenişi tamamen hakim ideolojiye, emperyalist sömürü sisteminin ihtiyaçlarına göre şekillenmektedir.
Ortaöğretimde Piyasalaşma
Emperyalist egemenlerin ihtiyaçları ve politikaları çerçevesinde, ülkemizde son dönemde eğitimin daha paralı hale getirilmesi politikasının uygulandığını ve bunun AB’ye uyum süreci adı altında yapıldığını biliyoruz.
“Ne kadar paran varsa o kadar eğitim” anlayışının hakim kılınmaya, eğitimin bir hak olmaktan çıkartılıp bir pazar malzemesi haline getirilmeye çalışıldığı bu süreçten liseler de nasibini almaktadır. İlkokul sıralarından meslek hayatımıza kadar bizi soyma üzerine kurulu düzen her yıl kayıt parası, spor parası, karne parası adı altında bizlerden haraç kesmektedir. Üstelik bir yıl daha haraç kesmek için ortaöğretim süresi 4 yıla çıkarılmıştır. Mevcut eğitim sistemi ile “ne kadar çok yıl okursan o kadar öğrenirsin” anlayışından ziyade “ne kadar çok yıl okursan o kadar soyulursun” anlayışı bir gerçekliktir.
AKP hükümeti ücretsiz ders kitabı uygulaması başlatmasıyla emekçi halkımızın gözünü boyamaya çalışırken bir yandan da aynı hükümet döneminde neo-liberal politikaların bir parçası olarak özel liselerin eğitim hayatındaki payı çok büyük oranlarda artmıştır. Özel okulların payı arttıkça devlet okullarının kalitesinin yükseleceği hikayesi söylene dursun; devlet okullarında kalite gittikçe düşmekte yani düşürülmekte ve özel okullar özendirilmektedir. En son yayınlanan MEB 2009 bütçesinde bu daha net görülmektedir. Buna göre dershanelerin özel okula dönüştürülmesi planlanmaktadır. Yani hayatımızı gittikçe daha fazla özel okul saracaktır ve parası olamayana lise kapıları da kapanacaktır.
Lise kapısından girmiş öğrenciye lisede olmazsa üniversitede, orada olmazsa iş hayatında emperyalist yasalar kendini dayatacaktır. Bugün meclisten bir bir geçirilen mesleki dönüşüm yasaları, YÖK’ün üniversiteleri paralı hale getirme palanları, GSS ile uygulanan sosyal yıkımlar lise öğrencisini çok yakından ilgilendirmektedir. Bu ekonomik saldırılar bütün bir gençliğin geleceğini ellerinden almanın toplamıdır.
Ortaöğretimdeki piyasalaşma kapsamında meslek liselerinin daha farklı bir durumu göze çarpmaktadır. Meslek lisesi öğrencileri genel ekonomik saldırıların yanında bir de staj sömürüsü ile karşı karşıyadır. Bu liselerde okuyan öğrencilerin emeği komprador burjuvazinin kısa ve orta vadeli ihtiyaçları doğrultusunda peşkeş çekilmektedir. Staj dedikleri sömürü aracı ile öğrenci bir alanda üretim yapmakta, patronu kendisine not vermektedir. Öğrenciler not baskısı ile adeta patronalara köle edilmektedir. Elinde büyük kozlar bulunan patron öğrencinin mesleğini öğrenmesi kaygısından çok uzaktır ve mesleği dışında bir sürü iş yaptırmaktadır. Üstelik çalışma ücretleri çok düşüktür ve staj süresince öğrencinin hiçbir sosyal güvencesi de yoktur.
Ne Yapmalı?
Liselilerin bugün gelinen noktada, bu derece artmış saldırganlık karşısında sorunlarının esas çözüm anahtarının örgütlenmede olduğu açıktır. Zaten liselilerin son dönemde yaşanan çıkışı sadece eylemliliklerde alanlarda olmakla kalmamakta birçok öğrenci örgütlenme arayışı ile devrimci mücadeleye katılmak istemektedir. Bir taraftan liselilerin büyük bir kısmı ise 12 Eylül AFC’sinin ürünü bir gençlik olarak korkmakta, kaygılar duymakta, üniversitede örgütleneceğinden bahsetmektedir. Burada YDG olarak bizim yapmamız gereken asıl şey liseliler için alternatif olabilme özelliğimizi ortaya koyabilmemizdir. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi daha ciddiyetle ele alınmış, daha merkezi bir liseli gençlik politikası bir ihtiyaç olarak kendini dayatmıştır.
Liseli kesim arkadaş çevresi ile daha sıkı ilişki içindedir ve hatta çoğu ile aynı semti paylaşmaktadır. Bu, liselinin kendini ve başkalarını örgütleyici olması için avantajlı bir durumdur.
Liselilerin yaşı küçüktür; bu durum liselilerin örgütlenme sürecinin başında biraz sıkıntılar yaratırken doğru politikalarla avantaja çevrilebilir. Liseli gencin ayakları daha az yere basar, somut koşulların somut tahlilini yapmada zorluk çeker, duygusal bakmaya meyillidir. Ancak yeni şekillenen bir bünye olarak doğru müdahaleler ve örgütlenme tarzı ile mücadelenin en ön saftaki savunucusu olabilir.
Aileye daha bağımlı olma, üniversite ortamına göre örgütlenmeye yönelik saldırıların yoğunluğu liselerde örgütlü olmanın dezavantajları olarak karşımıza çıkmaktadır. Liselilerin kendi özgüllükleri ve liselerdeki olanaklar ve olanaksızlıklar da göz önünde bulundurularak hem genelde hem de yerellerde liseli gençliğe gitmenin en doğru araçları bulunmalı ve sürekli geliştirilmelidir.
Yıllardır YDG olarak da savunduğumuz gibi liseli gençliğin sorunlarının çözüm mekanizması olma anlamında LÖB’ler kurma ve LÖB’leri işlevsel hale getirme önemli bir görev olarak önümüzde durmaktadır. Bilindiği gibi “devrim kitlelerin eseri olacaktır” ve bu yüzden Yeni Demokrat Gençlik demokratik mevziler, kitle inisiyatifinin açığa çıkartılabileceği özörgütlülükler oluşturmayı veya mevcut olanlarını anti-faşist anti-feodal, anti-emperyalist bir hatta çekmeyi hedefler.
LÖB’ler de yine bildiğimiz gibi lise öğrencilerinin sorunları etrafında bir araya gelerek birlikte düşündükleri, sorgulamaya yöneldikleri, ürettikleri öğrenci özörgütlülüğüdür. Lise öğrencisi bu DKÖ’ler aracılığı ile kolektif hak arama bilincini edinmelidir. LÖB’ler işleyiş olarak da DKÖ’lerin genel işleyişine tabidir: yani demokratik tarafı ağar basmakla birlikte demokratik merkeziyetçilik işleyişe hakim olmalıdır.
Dar grup çıkarlarının her DKÖ’de olduğu gibi LÖB’lerde de devreye girmesi bizler için şaşırtıcı olmayacaktır. Hatta diğer gençlik örgütlerinde hele son dönemde bolca rastladığımız bu furyaya bizim de kendimizi kaptırabileceğimiz olasılığı da önümüzde durmaktadır. Ancak biz YDG’liler bu konuda en doğru anlayış olarak LÖB’lere ne YDG’nin ne de başka bir gençlik örgütünün yeriymiş mantığıyla, ya da LÖB’leri bir siyasetler platformu görme anlayışı ile hareket etmemeliyiz.
LÖB’lerdeki en önde gelen amacımızın LÖB’leri kitlenin sorunlarını çözebilecek yerler haline getirmek, kitle inisiyatifini açığa çıkarmak, kitlelerden öğrenmek, kitlelerle hareket etmek olduğunu gözden kaçırmamamız gerekmektedir. LÖB’ler içinde faaliyet yürütülüyorsa en başta lise öğrencisi yani kitlenin bir parçası olma kimliğimizle ve bakış açımızla orada bulunmalıyız.
Bizim gerçek alternatif oluşumuzu anlatmamızda DKÖ’lerde doğru bir çizgi izlememizin de etkisinin çok büyük olacağı açıktır. LÖB’lerin kuruluşundan işleyişine bizler demokratik mekanizmayı işletmenin kaygısıyla hareket etmeli, karar sürecinden pratik faaliyete kadar tüm kitleyi sürece katmak için uğraş vermeliyiz. En başta yeni bir LÖB kurma görevi ve koşulu önümüzde duruyorsa en başta gözetmemiz gereken nokta yerellerde LÖB’leri kurmak olmalıdır. Meselenin ta başından bir lise öğrencisi olarak yaşadığımız sorunlardan rahatsız olan öğrencilerle meseleyi tartışmak büyük önem taşımakta, daha başında doğru bir anlayışla hareket etmemize yol açmaktadır
Liselerde yürüteceğimiz çalışmalar sadece LÖB’ler içinde faaliyet yürütmekle sınırlı değildir elbette. YDG faaliyetçisi olarak da liselerde koşullar doğrultusunda ve doğru araçlarla faaliyet yürütmemiz gerekmektedir. Bunun için de en önce yapmamız gereken içinde faaliyet yürüttüğümüz liselerde durum değerlendirmesi yapmak, o okuldaki kitlenin durumunu, en yakıcı sorunlarını, öğretmenlerin görüşlerini, sendikal mücadele içinde olanlarını tespit etmektir. Bu koşulları tahlil ettikten sonra faaliyetimizin en doğru araçlarını kavramak mümkün olacaktır.
Bu araçları belirledikten sonra hem lise yerelinde yaşanan sorunları gündemleştirmek hem de YDG’nin genel politikalarını yerele indirmek amacımız olmalıdır. Liseli gençliğin önünde duran sorunlarını sürekli teşhir etmek gibi bir durum zaten önümüzde mevcuttur. Bunun için en başta duran aracımız da yayın dağıtımı, YDG lise toplantıları almak vb araçlardır.
Koşul varsa olabildiğince öğrenci temsilciliklerine girmek ve bu kurumları olması gereken gerçek işlevlerine kavuşturmak da gündeme alınabilir bir konudur. Ancak bunlar yeterli olmamaktadır.
Kitlenin hem genelde hem de alanda karşılaştığı en yakıcı sorunlar doğrultusunda küçük çaplı daha yerele özgü kampanyalar örgütlenmeli, bunun yanında genelde tüm liseli gençlik hatta öğrenci gençliğin gündemine girebilecek kampanyaların her alandaki lise ayağı iyi örülmelidir.
Bu yıl ÖSS her yıl olduğu gibi medyanın ve devletin de etkisiyle çok da tartışmalı olarak liseli, dershaneli gençliğin gündemine girecektir. Bizlerin geleceği hakkında egemenler yine bizlerden bağımsız tartışmalar yürüteceklerdir.
Bu anlamda Mayıs-Haziran aylarında egemenlerin değil liselilerin geleceğinin ellerinden alınışını tartışması önemlidir. ÖSS sürecinde geçen yıl olduğu gibi bu yılda ciddiyetle ele alınan tartışmalar ve YDG’nin de için bulunduğu eylemlilik süreçleri yaşanacaktır. Ancak bu süreç daha yaygın araçların kullanıldığı, gidilebilecek en geniş kesime sınav sisteminin teşhir edildiği bir süreç olarak da ele alınabilir.
Hem bu sürece daha ayrıntılı şekil vermek hem de daha ortaklaşmış, daha sistemli bir lise faaliyetini, liselerde örgütlenme sorununu tartışmak, önümüze somut hedefler koymak için ağırlıklı olarak liseliler olmak üzere tüm alanları bir araya getirmek gerektiğini düşünüyoruz. Bu yüzden Ankara’da bahar döneminde 1 günlük merkezi bir YDG liseli buluşması gerçekleştirmeyi öneriyoruz.
Ankara YDG
(Oy Çokluğu)
Halkın hemen her kesimi açısından açık bir şekilde gözler önünde olan bu durum siyasi yaşamın en dinamik ve bu yüzden sistem için en korkulur yerinde duran gençlik kitleleri için de apaçık geçerlidir. Eğitimin daha fazla paralılaştığı, işsizliğin çığ gibi büyüdüğü, anti- demokratik, faşist uygulamaların daha fazla yoğunlaştığı günler yaşamamız tesadüf olmadığı gibi gittikçe geleceği ellerinden alınan gençliğin politikaya daha duyarlı hale gelmesi, sokaklara çıkıp hakkını aramaya çalışması da tesadüf değildir. Dikkat çekici bir durum olarak sokaklara dökülen, devrimci mücadeleye daha çok yaklaşan öğrenci kitleleri son dönemde büyük oranda lise öğrencilerinin yoğunluğu ile karşımıza çıkmaktadır. Nitelik olarak tüm devrimci gençlik hareketine yayılmış bulunan sıkıntılar liseli gençlik için de geçerli olsa da 1 Mayıslarda, Ankara’da gerçekleştirilen 6 Mayıs anmasında ve başka birçok eylemlilikte liseliler kitleselliği ile göze çarpmıştır.
Sisteme karşı yürüttüğümüz mücadelemizde her zaman önemli bir yer tutan liseli gençliğin önümüzdeki yakın süreçte öneminin artacağı açıktır. Yeni Demokrat Gençlik olarak bizlerin de daha ciddiyetle ele alınan, daha merkezi ve daha sistemli bir liseli gençlik politikasına ihtiyacımız vardır. Bu çerçevede liseli gençliğin sorunlarını son dönemde emperyalizmin artan saldırılarını da göz önünde bulundurarak belki de bir kez daha tahlil etmek bir gerekliliktir.
Sınav Sistemi
Liseli gençliğin hepimizin bildiği gibi önünde duran en önemli, en yakıcı sorun eleme sınavı veya sınavlarıdır. Her kesimden her insan bu sınav sisteminden şikâyet etmekte, her gelen veya gelecek olan hükümet bu sistemi değiştireceğini iddia etmektedir. Şaşırtıcı olmayan bir durum olarak yapılan değişiklikler biçimsel değişikliklerin ötesinde değildir. Hatta söz konusu değişikliklerle gittikçe karmaşıklaşan, gittikçe daha fazla cebimizden para soyan sınav sistemleri karşımıza çıkmaktadır. En son yapılan değişiklikle güya daha “nitelikli” öğrencilerin üniversiteye girmesi ve okul derslerine ilginin daha fazla arttırılması için sınava bilgi soruları daha fazla dâhil edilmiş katsayılar değişmiş, müfredat genişletilmiştir. Ancak bu yöntem tabiî ki de öğrencilere daha büyük bir stres, daha büyük bir karmaşa getirmekten başka bir işe yaramamıştır. Ortaya çıkan tabloda öğrencinin daha fazla ezberlemekten başka bir durumu kalmamıştır. Liselerde öğrenci yine bir şey öğrenemediği için dershanelere ilginin yoğun olması gerekliliği de yeni sistemle ortadan kalkmamıştır.
Son olarak MEB’in 2009 Bütçesi’nde belirttiği daha önce de tartışma konusu olan çok aşamalı sınav sistemi gündeme gelmiştir. Bu sistemin de bize bir getirisinin olmayacağı dahası götüreceği açıktır. Lise hayatımızın son yılında yoğunlaşan stres artık her yıl yoğun bir biçimde yaşanacaktır. Yine lise yıllarının genelde sonlarında dershaneye giden öğrenci daha uzun zaman para akıtacaktır.
Zaten gelir dağılımının bu kadar adaletsiz olduğu ülkemizde adaletli bir üniversiteye giriş mekanizmasının oluşturulamayacağı gerçeği karşımızdadır. Eşit şartlarda olmayanlara eşit bir sınav sistemi uygulandığı sürece sonuç yine aynıdır. Sistem bu eşitsiz durumdan şikâyetçi değil bizzat durumun yürütücüsüdür. Çarpık sınav sistemi hem gençliği apolitize etmenin, sosyal meselelere duyarsızlaştırmanın hem de büyük parasal rantlar elde etmenin bir aracıdır. Uzun yıllar aileler dershanelere tonlarca para akıtmakta ya da işsizliğin, yoksulluğun bu kadar arttığı bırakın dershane parasını ekmek parasının bile bulamadığı Türkiye’de dershanelere gidemeyen, özel ders alamayan öğrencilere üniversite kapıları daha başından kapanmaktadır.
Sadece sınava girmek için bile birçok emekçi aile için büyük denecek paralar ödemek zorunda olan, sistem için tam bir parasal getirim alanı olan liseli gençlik psikolojik travmalar altında da ezilmektedir. Gelecek kaygısı ile en güzel zamanları heba edilmektedir. En yakın arkadaşı ile arasına rekabet duvarı örmek zorunda bırakılan gencin kimi zaman aile ilişkileri bile bozulmaktadır.
Liselerde Eğitim Sistemi
Gelir dağılımının bu kadar adaletsiz olduğu ülkemizde adaletli bir üniversiteye giriş mekanizmasının oluşturulamayacağı gerçeği gibi liselerde mevcut olan müfredat ve eğitim teknikleri ile de doğru bir sistem oturtulamayacağı da bir gerçekliktir. Eğitim sistemi içinde bulunduğu düzenin çok önemli bir parçası olarak; mevcut sosyo-ekonomik yapıdan, hâkim ideolojiden bağımsız olamaz; hatta bizzat hakim ideolojisini kendi propagandasını yapabileceği en işlevsel araçtır. Bu anlamda liseler de ülkemiz egemenlerinin gerici-faşist anlayışlarını dayattıkları, sisteme kendi anlayışlarına uygun; bireyci, rekabetçi kalifiye eleman yetiştirdikleri yerlerdir.
Liselerde öğrenciler hiçbir şey öğrenememekte, tam tersine öğrencinin yorum yapma, fikir yürütme, öğrendiklerini pratiğe aktarma, üretme yetenekleri köreltilmektedir. Çünkü eğitimsizlik, cehalet ve amaçsızlık sistemin hedefi, üretimsizlik ve karmaşa sistemin varlık zeminidir. Sorgulayan öğrenci, düşünen öğrenci zararlıdır, öğrenci dediğin ne verirsen sorgusuz sualsiz kabullenmelidir.
Resmi tarih anlayışı bugün müfredatlarımızın iliklerine kadar işlemiştir. Tamamen Kemalist- faşist ideolojiyle donanmış ders kitaplarımızda hurafeler aracılığı ile gericilikten başka bir şey propaganda edilmemektedir. Zorunlu din dersleri ile devlet tek din tek mezhep politikasını dayatmakta, diğer inançlar/inançsızlıklar ve mezhepler her zamanki gibi inkâr edilmektedir.
Faşist- şovenist anlayışın hedef tahtasında en önde gelen yerini koruyan Kürt ulusuna mensup öğrenciler inkâr ve asimilasyon politikasından okullarında da kendilerine düşen payı almakta, kendilerini en iyi ifade edebilecekleri dil olan anadillerinde eğitim görmekten mahrum bırakılmaktadırlar.
Liselerde uygulanan bu saydığımız ve daha sayacağımız ekonomik, demokratik saldırılara karşı duran öğrencilerin kafasından ise balyoz eksik olmamaktadır. Boyun eğmiyorsan yok olacaksın diyen sistem liselerde disiplin soruşturmalarıyla ve faşist-gerici idarecilerle tüm muhalif unsurları sindirmek istemektedir.
Anti-demokratik uygulamalar
Lise öğrencilerini sindirme çalışmalarının bir parçası olarak en başta gelen uygulama olarak öğrencilerin söz-yetki-karar-örgütlenme özgürlüğünün yok sayılması gelmektedir. Liseliler kendilerini doğrudan ilgilendiren kararlar da bile söz sahibi değildir. Başkaları onlar adına karar vermekte ve uygulamaktadır. Kendilerine karşı uygulanan bu politikalara karşı çıkan, örgütlenme çabası içinde olan öğrencilere karşı ise hemen örgütlenme yasağı devreye girmekte, disiplin soruşturmaları ile öğrenci yıldırılmak istenmektedir. Arama terörü ile öğrencilerin yaşamlarına doğrudan müdahale edilmekte, çantasında bırakın dağıtmayı siyasi yayınlar sadece bulunduğu için bile öğrencilere cezalar verilmektedir. Oysa çoğu lisede her zamanki gibi egemen olmaya çalışan sivil faşist unsurların ise örgütlenmesine bırakın engel olmayı bizzat idareciler bu unsurlarla birlikte hareket etmektedir.
Liselerde güya öğrencinin sözcüsü olan öğrenci temsilcilikleri oluşturulmuştur. Çoğu zaman idareciler tarafından bu temsilcilikler yok sayılmaktadır. Altı doldurulamamış, amacı belirsiz bir kurum olan temsilciliklere genelde idarecilerin kuklası olan temsilciler gelmektedir. Temsilciler temsil ettiklerinin haklarını aramaktan ziyade birkaç şenlik düzenlemekten öteye gidememektedir.
Gerek anti-demokratik uygulamalardan gerek gerici eğitim anlayışından liseli kadın da nasibini almaktadır. Her alanda olduğu gibi liselerde de kadın bir meta olarak görülmekte, hakları iki kat ipotek altına alınmaktadır. Korunmaya muhtaç bir varlık olarak görülen liseli kadın bir yandan tacizlere maruz bırakılırken bir yandan baba, ağabey, öğretmen, idareci baskısı görmektedir. Bugün liseli kadınların porno filmlere malzeme olduğu gerçeği karşımızda dururken, bir yandan bir erkekle yan yana görüldüğü için bile liseli kadınlar hakaretlere, baskılara, şiddete maruz kalmaktadır.
Yoz Kültür ve Liselerdeki Hâkimiyeti
Özellikle 12 Eylül sonrası gençlik üzerinde daha fazla hakim kılınabilen yoz kültür bugün belki de en çok liselerde hakimiyetini ilan etmiş durumdadır. Hayatının belki de en hassas döneminde olan, kişiliği yeni yeni oturan lise öğrencisi medyanın da çok büyük etkisiyle büyük bir abluka ile sarılmıştır. Dinlediği müzikten, arkadaş ilişkilerine, giyimine kadar tüm şekillenişi sistem tarafından gerçekleştirilen liseli gençlik yanlış özgürlük arayışları içindedir.
Bizzat devlet eliyle yaygınlaştırılan uyuşturucu kullanımı, aşırı alkol tüketimi, çeteleşme, fuhuş, artış gösteren şiddet bugün gençlik tarafından özgürlük olarak algılanmaktadır; oysa sisteme esaretten başka bir şey değildir. Derinleşen krizle birlikte son yıllarda uyuşturucu kullanımının ilkokul sıralarına kadar düşmesi, yaygınlaşması, liselerde fuhuşun daha çok özendirilmesi tesadüf değildir.
Uyuşturucu kullanımının ve çeteleşmenin bugün devlet eliyle daha çok emekçi mahallelere sokulması ise hiç tesadüf değildir. Sistem kendi korkuları büyüdükçe karşısına çıkabilecek unsurları çeşitli araçlarla bastırmak istemektedir. Karşısında dinamik, cüretli, bilinçli bir halk gençliği görmek istemeyenler gençliği büyük bir umutsuzluk, amaçsızlık ve bireycileşme çukuruna atmaktadır. Liseli gençliğin kültürel şekillenişi tamamen hakim ideolojiye, emperyalist sömürü sisteminin ihtiyaçlarına göre şekillenmektedir.
Ortaöğretimde Piyasalaşma
Emperyalist egemenlerin ihtiyaçları ve politikaları çerçevesinde, ülkemizde son dönemde eğitimin daha paralı hale getirilmesi politikasının uygulandığını ve bunun AB’ye uyum süreci adı altında yapıldığını biliyoruz.
“Ne kadar paran varsa o kadar eğitim” anlayışının hakim kılınmaya, eğitimin bir hak olmaktan çıkartılıp bir pazar malzemesi haline getirilmeye çalışıldığı bu süreçten liseler de nasibini almaktadır. İlkokul sıralarından meslek hayatımıza kadar bizi soyma üzerine kurulu düzen her yıl kayıt parası, spor parası, karne parası adı altında bizlerden haraç kesmektedir. Üstelik bir yıl daha haraç kesmek için ortaöğretim süresi 4 yıla çıkarılmıştır. Mevcut eğitim sistemi ile “ne kadar çok yıl okursan o kadar öğrenirsin” anlayışından ziyade “ne kadar çok yıl okursan o kadar soyulursun” anlayışı bir gerçekliktir.
AKP hükümeti ücretsiz ders kitabı uygulaması başlatmasıyla emekçi halkımızın gözünü boyamaya çalışırken bir yandan da aynı hükümet döneminde neo-liberal politikaların bir parçası olarak özel liselerin eğitim hayatındaki payı çok büyük oranlarda artmıştır. Özel okulların payı arttıkça devlet okullarının kalitesinin yükseleceği hikayesi söylene dursun; devlet okullarında kalite gittikçe düşmekte yani düşürülmekte ve özel okullar özendirilmektedir. En son yayınlanan MEB 2009 bütçesinde bu daha net görülmektedir. Buna göre dershanelerin özel okula dönüştürülmesi planlanmaktadır. Yani hayatımızı gittikçe daha fazla özel okul saracaktır ve parası olamayana lise kapıları da kapanacaktır.
Lise kapısından girmiş öğrenciye lisede olmazsa üniversitede, orada olmazsa iş hayatında emperyalist yasalar kendini dayatacaktır. Bugün meclisten bir bir geçirilen mesleki dönüşüm yasaları, YÖK’ün üniversiteleri paralı hale getirme palanları, GSS ile uygulanan sosyal yıkımlar lise öğrencisini çok yakından ilgilendirmektedir. Bu ekonomik saldırılar bütün bir gençliğin geleceğini ellerinden almanın toplamıdır.
Ortaöğretimdeki piyasalaşma kapsamında meslek liselerinin daha farklı bir durumu göze çarpmaktadır. Meslek lisesi öğrencileri genel ekonomik saldırıların yanında bir de staj sömürüsü ile karşı karşıyadır. Bu liselerde okuyan öğrencilerin emeği komprador burjuvazinin kısa ve orta vadeli ihtiyaçları doğrultusunda peşkeş çekilmektedir. Staj dedikleri sömürü aracı ile öğrenci bir alanda üretim yapmakta, patronu kendisine not vermektedir. Öğrenciler not baskısı ile adeta patronalara köle edilmektedir. Elinde büyük kozlar bulunan patron öğrencinin mesleğini öğrenmesi kaygısından çok uzaktır ve mesleği dışında bir sürü iş yaptırmaktadır. Üstelik çalışma ücretleri çok düşüktür ve staj süresince öğrencinin hiçbir sosyal güvencesi de yoktur.
Ne Yapmalı?
Liselilerin bugün gelinen noktada, bu derece artmış saldırganlık karşısında sorunlarının esas çözüm anahtarının örgütlenmede olduğu açıktır. Zaten liselilerin son dönemde yaşanan çıkışı sadece eylemliliklerde alanlarda olmakla kalmamakta birçok öğrenci örgütlenme arayışı ile devrimci mücadeleye katılmak istemektedir. Bir taraftan liselilerin büyük bir kısmı ise 12 Eylül AFC’sinin ürünü bir gençlik olarak korkmakta, kaygılar duymakta, üniversitede örgütleneceğinden bahsetmektedir. Burada YDG olarak bizim yapmamız gereken asıl şey liseliler için alternatif olabilme özelliğimizi ortaya koyabilmemizdir. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi daha ciddiyetle ele alınmış, daha merkezi bir liseli gençlik politikası bir ihtiyaç olarak kendini dayatmıştır.
Liseli kesim arkadaş çevresi ile daha sıkı ilişki içindedir ve hatta çoğu ile aynı semti paylaşmaktadır. Bu, liselinin kendini ve başkalarını örgütleyici olması için avantajlı bir durumdur.
Liselilerin yaşı küçüktür; bu durum liselilerin örgütlenme sürecinin başında biraz sıkıntılar yaratırken doğru politikalarla avantaja çevrilebilir. Liseli gencin ayakları daha az yere basar, somut koşulların somut tahlilini yapmada zorluk çeker, duygusal bakmaya meyillidir. Ancak yeni şekillenen bir bünye olarak doğru müdahaleler ve örgütlenme tarzı ile mücadelenin en ön saftaki savunucusu olabilir.
Aileye daha bağımlı olma, üniversite ortamına göre örgütlenmeye yönelik saldırıların yoğunluğu liselerde örgütlü olmanın dezavantajları olarak karşımıza çıkmaktadır. Liselilerin kendi özgüllükleri ve liselerdeki olanaklar ve olanaksızlıklar da göz önünde bulundurularak hem genelde hem de yerellerde liseli gençliğe gitmenin en doğru araçları bulunmalı ve sürekli geliştirilmelidir.
Yıllardır YDG olarak da savunduğumuz gibi liseli gençliğin sorunlarının çözüm mekanizması olma anlamında LÖB’ler kurma ve LÖB’leri işlevsel hale getirme önemli bir görev olarak önümüzde durmaktadır. Bilindiği gibi “devrim kitlelerin eseri olacaktır” ve bu yüzden Yeni Demokrat Gençlik demokratik mevziler, kitle inisiyatifinin açığa çıkartılabileceği özörgütlülükler oluşturmayı veya mevcut olanlarını anti-faşist anti-feodal, anti-emperyalist bir hatta çekmeyi hedefler.
LÖB’ler de yine bildiğimiz gibi lise öğrencilerinin sorunları etrafında bir araya gelerek birlikte düşündükleri, sorgulamaya yöneldikleri, ürettikleri öğrenci özörgütlülüğüdür. Lise öğrencisi bu DKÖ’ler aracılığı ile kolektif hak arama bilincini edinmelidir. LÖB’ler işleyiş olarak da DKÖ’lerin genel işleyişine tabidir: yani demokratik tarafı ağar basmakla birlikte demokratik merkeziyetçilik işleyişe hakim olmalıdır.
Dar grup çıkarlarının her DKÖ’de olduğu gibi LÖB’lerde de devreye girmesi bizler için şaşırtıcı olmayacaktır. Hatta diğer gençlik örgütlerinde hele son dönemde bolca rastladığımız bu furyaya bizim de kendimizi kaptırabileceğimiz olasılığı da önümüzde durmaktadır. Ancak biz YDG’liler bu konuda en doğru anlayış olarak LÖB’lere ne YDG’nin ne de başka bir gençlik örgütünün yeriymiş mantığıyla, ya da LÖB’leri bir siyasetler platformu görme anlayışı ile hareket etmemeliyiz.
LÖB’lerdeki en önde gelen amacımızın LÖB’leri kitlenin sorunlarını çözebilecek yerler haline getirmek, kitle inisiyatifini açığa çıkarmak, kitlelerden öğrenmek, kitlelerle hareket etmek olduğunu gözden kaçırmamamız gerekmektedir. LÖB’ler içinde faaliyet yürütülüyorsa en başta lise öğrencisi yani kitlenin bir parçası olma kimliğimizle ve bakış açımızla orada bulunmalıyız.
Bizim gerçek alternatif oluşumuzu anlatmamızda DKÖ’lerde doğru bir çizgi izlememizin de etkisinin çok büyük olacağı açıktır. LÖB’lerin kuruluşundan işleyişine bizler demokratik mekanizmayı işletmenin kaygısıyla hareket etmeli, karar sürecinden pratik faaliyete kadar tüm kitleyi sürece katmak için uğraş vermeliyiz. En başta yeni bir LÖB kurma görevi ve koşulu önümüzde duruyorsa en başta gözetmemiz gereken nokta yerellerde LÖB’leri kurmak olmalıdır. Meselenin ta başından bir lise öğrencisi olarak yaşadığımız sorunlardan rahatsız olan öğrencilerle meseleyi tartışmak büyük önem taşımakta, daha başında doğru bir anlayışla hareket etmemize yol açmaktadır
Liselerde yürüteceğimiz çalışmalar sadece LÖB’ler içinde faaliyet yürütmekle sınırlı değildir elbette. YDG faaliyetçisi olarak da liselerde koşullar doğrultusunda ve doğru araçlarla faaliyet yürütmemiz gerekmektedir. Bunun için de en önce yapmamız gereken içinde faaliyet yürüttüğümüz liselerde durum değerlendirmesi yapmak, o okuldaki kitlenin durumunu, en yakıcı sorunlarını, öğretmenlerin görüşlerini, sendikal mücadele içinde olanlarını tespit etmektir. Bu koşulları tahlil ettikten sonra faaliyetimizin en doğru araçlarını kavramak mümkün olacaktır.
Bu araçları belirledikten sonra hem lise yerelinde yaşanan sorunları gündemleştirmek hem de YDG’nin genel politikalarını yerele indirmek amacımız olmalıdır. Liseli gençliğin önünde duran sorunlarını sürekli teşhir etmek gibi bir durum zaten önümüzde mevcuttur. Bunun için en başta duran aracımız da yayın dağıtımı, YDG lise toplantıları almak vb araçlardır.
Koşul varsa olabildiğince öğrenci temsilciliklerine girmek ve bu kurumları olması gereken gerçek işlevlerine kavuşturmak da gündeme alınabilir bir konudur. Ancak bunlar yeterli olmamaktadır.
Kitlenin hem genelde hem de alanda karşılaştığı en yakıcı sorunlar doğrultusunda küçük çaplı daha yerele özgü kampanyalar örgütlenmeli, bunun yanında genelde tüm liseli gençlik hatta öğrenci gençliğin gündemine girebilecek kampanyaların her alandaki lise ayağı iyi örülmelidir.
Bu yıl ÖSS her yıl olduğu gibi medyanın ve devletin de etkisiyle çok da tartışmalı olarak liseli, dershaneli gençliğin gündemine girecektir. Bizlerin geleceği hakkında egemenler yine bizlerden bağımsız tartışmalar yürüteceklerdir.
Bu anlamda Mayıs-Haziran aylarında egemenlerin değil liselilerin geleceğinin ellerinden alınışını tartışması önemlidir. ÖSS sürecinde geçen yıl olduğu gibi bu yılda ciddiyetle ele alınan tartışmalar ve YDG’nin de için bulunduğu eylemlilik süreçleri yaşanacaktır. Ancak bu süreç daha yaygın araçların kullanıldığı, gidilebilecek en geniş kesime sınav sisteminin teşhir edildiği bir süreç olarak da ele alınabilir.
Hem bu sürece daha ayrıntılı şekil vermek hem de daha ortaklaşmış, daha sistemli bir lise faaliyetini, liselerde örgütlenme sorununu tartışmak, önümüze somut hedefler koymak için ağırlıklı olarak liseliler olmak üzere tüm alanları bir araya getirmek gerektiğini düşünüyoruz. Bu yüzden Ankara’da bahar döneminde 1 günlük merkezi bir YDG liseli buluşması gerçekleştirmeyi öneriyoruz.
Ankara YDG
(Oy Çokluğu)
LİSE ÇALIŞMALARI ÜZERİNE-İzmir önerge
Gençlik üzerine yazdığımız makalelerde belirlediğimiz bazı tespitlerimiz vardır. “Gençlik hareketlidir, çabuk toplanır, çabuk dağılır, dinamiktir, sorgulamayan araştırmayan bir çoğunluk var” vb belirlemeleri kullanırız. Ancak bu belirlemeleri ifade ederken kendimizi ve çalışmalarımızı bu belirlemelerin içerisinde pek hissetmeyiz. Yani bizler de bir çalışmayı yaparken, bu çalışmanın materyallerini oluştururken edindiğimiz bilgileri yaratıcı ve sorgular tarzda uygulamayız ve hatta yaptığımız çalışmaların iyi ve kötü sonuçlarını gelecekte deneyim açısından kullanılması için aktarma yolunu seçmeyiz. Oysaki çabuk gelişebilen ve içerisindeki bireyler çabuk değişebilecekken gençlik çalışmasının her yeni gelen bireylerle aynı sorunları ve çözümleri yaşayarak mı öğrenmesi gerekir? Ya da bütün bu sorunları çözmüşken bunları neden aktarmayız?
Tabi bütün bunları yazarken bize geçmişten hiçbir şey bırakılmamıştır ya da yararlanabileceğimiz hiçbir deneyim yoktur demek haksızlık olur. Var olanlar yeterli değildir ve de bırakılan noktadan itibaren geliştirilmesi gereklidir. Daha genel düşünürsek her çalışmanın deneyimi kendi somut şartlarıyla bire bir alakalıdır. Ama önceki deneyimleri edindiğimiz şartların büyük bir kısmı değişmiştir bunlardan hiçbir yarar gelmez diye düşünülmemelidir.
Gençlik içerisinde faaliyet yürütürken gençlik örgütümüzün anti-faşist, anti-emperyalist ve anti- feodal bir yapıya sahip olduğunu belirtiriz. Gençliğin yozlaştığı, olayları sorgulamadığı gibi birçok tanım sıralarız. Ama unutulmamalı ki bizler de bu tanımları yapılan gençlik kitlesinin bir parçasıyız ve bütün bu özelliklerle YDG saflarına katılıyoruz. Yani YDG’li olan birisi bütün bu özelliklerinden sıyrılmıyor. Durum böyle olunca bizler de bütün bu eksikliklerimizi çalışmalarımızın ve faaliyetimizin içerisine istemeden taşıyoruz. Okumuyoruz, araştırmıyoruz, sorgulamıyoruz, tartışmıyoruz, yaratıcı olamıyoruz vb…
Gençliğe giderken kullandığımız söylemlere şöyle bir bakalım, yoksa biz olmayan, yaşanmayan hayal ürünü olaylardan bahsedip örgütlenmelerini mi istiyoruz? Acaba böylesi sorunlar yok da biz mi abartıyoruz? Ya da hobi olarak mı uğraşıyoruz?
Gençlik geleceksizdir diyoruz. Aslında pek tabi gençlik bir geleceğe sahiptir ama nasıl bir gelecek olduğu-olacağı bizler tarafından bilinen bir gerçektir. Ülkemizde bir öğrencinin okula başladığı andan itibaren karşılaştığı sorunlardan, eğitim sisteminin karakterinden vb. konulardan bahsetmeyeceğiz. Ortaya koyduğumuz sorunları ve bu sorunlara yaklaşım tarzımızı, ele alış tarzımızı, eksikliklerimizi, yanlış düşüncelerimizi tartışmaya çalışacağız. Bu konudan fazla uzaklaşmadan “geleceksizlik” söylemimiz üzerine biraz değinelim.
Özü itibariyle biz gençlik geleceksizdir derken; gençliğin kendi geleceği hakkında söz söyleme, karar alma, kendi geleceğini yaratma çabasındaki eksikliği ve sistemin saldırılarına karşı yanıt olamamasından bahsediyoruz. Bunların böyle olduğu su götürmez bir gerçek. Ama sorun bizim gençlik içerisinde “geleceksizlik” muhtevasını işlerken izlediğimiz yöntemde. Gençliğe giderken kullanılan geleceksizlik materyali biraz soyut kalmaktadır. Yani hedef kitlemize şöyle bir göz attığımızda birilerinin gelip sizin geleceğiniz yok denildiği anda harekete geçip kendi geleceğini yaratacak kadar bilinçli, sorumlu bir kitle mi gözlemliyoruz? Bunun böyle olmadığını sebepleriyle birlikte biliyoruz. Gençlik için biraz genelleme yaparsak; futbolkolik, futbol sohbetleri yapan, internette saatlerini geçiren, kız-erkek ilişkilerinde yozlaşmış, aile ebeveynlerine karşı yozlaşmış (toplumu da içine alarak), kitap, dergi, yazınsal ürünler takip etmeyen, yıkıp-dökme, mafya-çete özentilerini barındıran ve çeşitlendirebileceğimiz birçok olumsuz özellikler mevcuttur. Bizim bu sorunları yaşayan kitleye giderken kullandığımız argümanlar genel kalırken, işaret ettiğimiz hedefe kitle adım atamamaktadır.
Herkesin bu sorunlara kendiliğinden duyarlı olup adım atması gibi uç bir beklentimiz de yok. Ancak bizler bu hedefle aramızdaki mesafeye kendi koşullarımıza özgün basamaklar, destekler koyabiliriz. En azından sistemin toplum ve parçası olan gençlik üzerinde yarattığı devrimci söylemler üzerindeki marjinalliği, ön yargıyı, yabancılığı bir nebze olsun değiştirebiliriz. Basit hak alma, bunları yaparken beraber emek harcayarak yapma, örgütlülüğün maddiyatını ve maneviyatını hissederek işi başarmanın bilincinin taşındığı girişimler yapılabilinir. Kitle en azından hak alma ve örgütlenme bilinci açısından bir adım öne taşınır.
Bu tür çalışmalar yaparken hedef kitlenin somut şartları ve sorunları hakkında daha iyi bilgi edinebileceğimiz gibi, sorunlarla bir avuç belli bir kesimin ilgilenme sorunu çözülürken, sistemin de marjinal gösterebilecek saldırıları bertaraf edilir ya da daha rahat teşhir edilebilir. Buna somut bir örnek verecek olursak; her hangi bir okulda öğrencilere yemek veren bir yemekhane var diyelim. Ve bu yemekhanenin yemekleri kötü çıkıyor olsun. Biz de okulda bu hoşnutsuzluk üzerinden bir çalışma başlattığımızı düşünelim. Bu çalışmanın başarılı ya da başarısız olma gibi iki yönü görünüyor olabilir. Aksine böylesi bir pratiğin o okul özgülünde ve genelde yapılacak çalışmalara muazzam katkıları vardır. Öğrenciler ortak sorunları için bir arada bulunmanın gücünün farkına varırlar, kendi hakları çerçevesinde mücadele ettiklerinde egemenler tarafından salık verilen yaftalamaların ne kadar da haksız olduğunu görürler. Daha da önemlisi böylesi bir çalışmanın içerisinde; bu tür çalışmaları daha sağlıklı bir tarzda yapabilmenin araçlarının eksikliğini hissedebilirler yada biz faaliyetçilerin kendi sorunlarımıza karşı biraz daha derli toplu mücadele edebilmenin araçları olan öz örgütlülüklerimizin tartıştırılması olanağını sağlar.
Ama bizler böylesi bir hat izlemeyerek liseli gençliğin öz örgütlülüğü olduğunu iddia ettiğimiz LÖB (Liseli öğrenci birlikleri) aracımızı okulda yaşama geçirirken aksine okulda geniş bir kitleden ziyade ilk elden değişik siyasi yapılardaki öğrenciler ile LÖB’ümüzü kuruyoruz. Devamında ise birçok öğrenciye rağmen ve onların adına çalışmalara başlıyoruz. Tabi ki bu çalışmalarda klasik materyallerle ve de genel kalabilecek, sistem tarafından yıpratılmış söylemlerle yol alınıyor. Durum böyle olunca da kendi sorunlarına karşı mücadele eden öğrenciler üzerinde yaratılan izlenimler dağıtılamıyor ve çevrelerini saran koşullara temelden bir darbe indirilemiyor. Dolayısıyla LÖB doğru şeyleri söylese de, niyetten bağımsız olarak başarılı sonuçlar alamıyor. Tabi ki istisna olarak faaliyeti sürdüren kişilerin kişilik özelliklerine göre bazen anlık toparlanmalar yaşanabiliyor ya da öğrenciler ve ailelerinin sosyo-ekonomik koşulları itibari ile de anlık gelişmelerin yaşandığı örnekler varken, kurumsallaşmada başarısız sonuçlar elde edilebiliyor.
Ya da komisyon kurma kararı çıkıyor. Biz komisyonu tartışmadan, işlevini ve amaçlarını yeterince kavramadan o konu üzerinden komisyonu kuruyoruz. Sonra bu komisyonların sonu hüsranla sonuçlanıyor. Ama buradan bu materyaller yanlış ya da bu kitleden bir şey olmaz sonucu çıkmamalıdır. Zaten bizim tartışmaya çalıştığımız konu da tam bu nokta. Yapılacak çalışma kendi alanımızın koşullarıyla ne ölçüde uyum içerisinde? Değilse biz bunları ne kadar yaratıcı bir şekilde uyarlıyoruz ya da bizler kitle örgütü çalışmalarındaki anlayışımızı ne ölçüde ve nasıl kavramışız. Yani merkezi olarak belirlenen bir sorunun, politikanın her alana uymasını beklemek olanaksızdır. Her alanın kendine özgü koşulları vardır. Bu konu özelinde bir örnek verecek olursak; merkezi olarak her alanda içerisinde insanların oturabileceği apartmanlar yapılması hedeflendi ve böyle bir kampanya başladı diyelim. Biz de tüm samimiyetimizle bahsedilen çalışmayı kendi alanımızda yapmaya koyuluyoruz. Tabii ki kendi alanımızda bu apartmanlar yapılır mı yapılmaz mı diye hiçbir araştırma yapmıyoruz. Ya da yapıyoruz ve binanın yapılamayacağı kanısına ulaşıyoruz. Ya da binayı yapmaya çalışıyoruz ama bitmiyor. Oysa bizim alana baktığımızda şöyle bir sonucu çıkarabiliyoruz: burada yüksek bir apartman yapılamıyor. Peki, biz bu durumda hiçbir şey yapmayacak mıyız? Tabii ki hayır. Biz de aynı işlevi görecek ama üst üste değil de yan yana gelecek şekilde daireler yaparak kampanyanın hedeflerine ulaşabiliriz. Bu sonuca varılmadığında faaliyetçiler, ilk olarak merkezi politikayı sorguluyor. “ya kardeşim bizim burada apartman falan yapılmaz” diyor. Ya da biz yapamıyoruz diyoruz. Ya da daha farklı olarak “dergide bina nasıl yapılır diye teorik yazı çıkmıyor, her hangi bir taktik yok” diyerek; her şeyi yapmakla yükümlü, makineden oluşan ve kendimizi onun bir parçası olarak görmediğimiz “ulu merkezimize” topu atıyoruz…
Oysaki LÖB’lerde nasıl çalışılır diye belki özel de yazılar son zamanlarda çıkmamış olabilir ancak kitle örgütlerinde nasıl çalışmalıyız üzerine anlayışımızı belirleyen birçok çalışma çıkmaktadır ve sürekli güncellenmektedir. Ama biz mekanik anlayışımız yüzünden yarın liseli öğrenci topluluğu kursak bununla ilgili yazı bekleriz. Bir diğer nokta ise özelde bir konuyla ilgili dergimizde yazıların çıkması o alanda ne kadar çalışma yürütüldüğü ve faaliyetçilerin bulunmasıyla doğru orantılıdır. Bizim lise faaliyetindeki durumumuz incelendiğinde bunun dergimize yansıması çok da sürpriz değildir. Peki, bizler koşulların esiri olup bu kitleden bir şey çıkmaz mı diyeceğiz. Öncelikle her faaliyetçi kendi alanının koşullarını masaya yatırmalıdır. Ve geçmiş faaliyeti gözden geçirmelidir. Bunlar arasından olumlu sonuçları almalı ve yükseltmeli, olumsuzlukların ise neden ve sonuçlarını araştırmalıdır. Ve bütün bu bilgileri yayınlarımıza yansıtmalıdır.
3. konferansımızda önümüzdeki süreç taslağının lise faaliyetine ilişkin bölümündeki “paralı eğitim” ekseninde ki ana yönelime katılmakla beraber ek olarak ÖSS karşıtlığını eklemek istiyoruz. Ancak az önce bahsettiğimiz gibi bu sorunlar genel kalabilmektedir. Diğer dezavantajımız ise karşı olduğumuz bu sorunlara ilişkin somut bir alternatifimiz olmadığı için mücadele araçlarından verim alamamaktayız. Yani “paralı eğitim” yönelimine baktığımızda ülkemizde paralı eğitim bir gerçek iken biz bundan muzdarip olan kitleyi neden etkileyemiyoruz ya da örgütleyemiyoruz. Bir lisede bu konu üzerinden gözlem yaptığımızda paralı eğitimi öğrenci sadece okulda istenen paraya indirgeyerek böyle bir sorunun olmadığını çok rahat dile getirebiliyor. Ya da para isteseler bile ailesinin bunu karşıladığını vb… söyleyebiliyor. Ya da başka bir okulda öğrenci para isteme yoluyla rencide edilebilmekte. Böylesi bir tabloda liseli gençliğe paralı eğitimin ülkemizde nasıl yaşam bulduğunu yeterince anlatamadığımızı görüyoruz.
ÖSS’ye hayır diyoruz, öğrencinin kafasında “ÖSS kalksın peki alternatifi ne olacak?” soru işareti oluşuyor. Yani ÖSS karşıtlığı öğrenci nezdinde pek somutlanmıyor. Diğer bir deyim ile ÖSS’ye karşı yürütülen mücadelede umutsuzluğa kapılınıyor ve öğrenci çözümü bireysel olarak çalışmaya indirgiyor. Ama bizler ÖSS karşıtlığı ana başlığı altında “okul puanları adaletsizliği kaldırılsın” şiarını bir alt basamak olarak koyabiliriz. Okul puanları nedeniyle birçok öğrenci haksız yere bu sınava daha başından geride başlıyor. Böylesi bir talep en azından öğrencilerin ÖSS’ye karşı yürüttükleri mücadelede başarabilme umudunu yaratabilir. Ya da bunun kaynağını sorgulamalarına yol açabilir. Öğrenci böylesi bir sorgulamanın sonucunda parası olan öğrencilerin özel okullara giderek, dershanelere giderek, Anadolu liselerini kazanmasını sağlayarak, zenginin daha zengin fakirin daha fakir olması misali bu liselerde okuyan öğrenciler ve okumayan öğrenciler arasında her geçen gün büyüyen bir uçurum oluştuğunun farkına varmasını sağlayabilir.
Güzel Sanatlar Lisesinde okuyan öğrencilerde durum biraz daha farklı. Bu türdeki liselerde diğer liselere oranla eğitim programı farklılık göstermektedir. Ezberden çok yeteneğin hâkim olduğu bu liselerde kendi yetenekleri için yüksek okula gidebilmeleri için ÖSS başarısı aranmaktadır. Ve ÖSS sınavının puanı yeteneklerini gölgelemektedir. İşte ÖSS karşıtlığı böylesi alanlarda bu şekle bürünebilmektedir. Öğrenci bu adaletsizliğin karşısında tabii ki parası var ise müfredatta görmediği dersleri özel dersler ve dershane aracılığı ile telafi ederek soruna çözüm bulmaya çalışmaktadır.
Yine ülkemizdeki Alevi, Hristiyan, Yezidi, inanmayan ve diğer din-mezheplere mensup olan gençler okullarda devletin bir politikası olan zorunlu din dersi uygulamasına maruz kalmaktadır. “Zorunlu din dersine hayır” talebi üzerinden din dersinin seçmeli ders olarak konulması şiarı ile bir çalışma başlatılabilir.
Aynı benzer özelliklere sahip Milli Güvenlik dersleri de aynı gerekçeler ve talepler ile ön plana çıkartılabilir.
Yine ırkçı-faşist-gerici eğitimden nasibini alan Kürt halk gençliği açısından “anadilde eğitim istiyoruz” şiarı başlığı altında çalışmalarımızı sürdürmeliyiz.
Ayrıca eğitim sisteminin öğretmenler üzerindeki uyguladığı politikalara karşı liseli gençlik içerisinde “sözleşmeli öğretmen, ücretli öğretmen istemiyoruz” talepleri ve çalışmaları yapılabilir.
Ailelere dönük olarak da aile çelişkisini aşmak amaçlı bildiriler kaleme alarak çocuklarına en iyisini sunmak için kendisini feda ederek bireysel çözümler bulmaları yerine her yerde farklılaşan bu taleplerimize duyarlı olmalarını işleyen verimli çalışmalar yapılabilir.
Bütün bu çalışmaların ortak paydasına baktığımızda örgütlenme özgürlüğü şiarının olduğunu ve direk bu talebi dile getirmeden bu çalışmaların buna olanak sağladığını görebiliyoruz. Bütün bu örneklemeler çoğaltılıp çeşitlendirilebilir.
Yazımızı biraz toparlayacak olursak, liseli gençlik içerisinde bu sorunlarımızın gerçekçi olduğunu, liseli gençliğin geçtiğimiz yıldaki devrimci önderlerin anma törenlerindeki katılımların yüksek olması ve bir sempatinin oluştuğunun varlığı, birçoğunun sistemden bir beklentisinin olmadığını ama dağınık ve örgütsüz olduğunu, okullarda düzenlenen törenlere bile disiplin yaptırımları ile hizaya getirilerek katılımların sağlandığını vs… birçok gerçekten bahsedebiliriz.
Ancak biz gençliğe giderken politikalarımızı kendi alan özgülümüze uyarlamada, yaratıcı olmada, kitle örgütlerinde çalışma anlayışımızda, sorunları genel tutarak özel somut araçlar haline getiremememizde vb… koşullardan dolayı verimli sonuçlar alamamaktayız.
Ayrıca çalışmalarımızda edindiğimiz deneyimlerimizi yazıya dökmede, paylaşmada eksikliklerimiz vardır. Beklemeci bir tarz izleyerek birilerinin bizlere politika sunmasını ve bizim söylenenleri mekanik tarzda yapmaya çalışmamızdan kaynaklı ve ayrıca kendimizi sorunun bir parçası olarak görmememizden kaynaklı başarısızlığımız söz konusudur. Genel taleplerimizi sıralayacak olursak:
· Parasız eğitim istiyoruz!
· ÖSS’ye hayır!
- Okul puanları adaletsizliği kaldırılsın!
· Zorunlu din dersi kaldırılsın!
- Din dersi seçmeli ders olarak konulsun!
· Milli Güvenlik dersi kaldırılsın!
· Ana dilde eğitim istiyoruz!
· Staj sömürüsüne son!
- Kendi alanlarımızda staj görme olanağı sağlansın!
- Angarya işlere son!
- Staj sürelerinde sigorta primleri ödensin!
· Sözleşmeli öğretmen istemiyoruz!
· Ücretli öğretmen istemiyoruz!
· Okullarda kameralara hayır!
· Cinsel tacize son!
· Kılık kıyafet yönetmeliği kaldırılsın!
· Disiplin yönetmeliği kaldırılsın!
Bu talepler çerçevesinde kendi alanımıza hatta kendi alanımızda bile değişik okullarda farklı özgün talepleri ön plana çıkararak çalışmalar yapabiliriz.
İzmir YDG
(Oy Çokluğu)
Tabi bütün bunları yazarken bize geçmişten hiçbir şey bırakılmamıştır ya da yararlanabileceğimiz hiçbir deneyim yoktur demek haksızlık olur. Var olanlar yeterli değildir ve de bırakılan noktadan itibaren geliştirilmesi gereklidir. Daha genel düşünürsek her çalışmanın deneyimi kendi somut şartlarıyla bire bir alakalıdır. Ama önceki deneyimleri edindiğimiz şartların büyük bir kısmı değişmiştir bunlardan hiçbir yarar gelmez diye düşünülmemelidir.
Gençlik içerisinde faaliyet yürütürken gençlik örgütümüzün anti-faşist, anti-emperyalist ve anti- feodal bir yapıya sahip olduğunu belirtiriz. Gençliğin yozlaştığı, olayları sorgulamadığı gibi birçok tanım sıralarız. Ama unutulmamalı ki bizler de bu tanımları yapılan gençlik kitlesinin bir parçasıyız ve bütün bu özelliklerle YDG saflarına katılıyoruz. Yani YDG’li olan birisi bütün bu özelliklerinden sıyrılmıyor. Durum böyle olunca bizler de bütün bu eksikliklerimizi çalışmalarımızın ve faaliyetimizin içerisine istemeden taşıyoruz. Okumuyoruz, araştırmıyoruz, sorgulamıyoruz, tartışmıyoruz, yaratıcı olamıyoruz vb…
Gençliğe giderken kullandığımız söylemlere şöyle bir bakalım, yoksa biz olmayan, yaşanmayan hayal ürünü olaylardan bahsedip örgütlenmelerini mi istiyoruz? Acaba böylesi sorunlar yok da biz mi abartıyoruz? Ya da hobi olarak mı uğraşıyoruz?
Gençlik geleceksizdir diyoruz. Aslında pek tabi gençlik bir geleceğe sahiptir ama nasıl bir gelecek olduğu-olacağı bizler tarafından bilinen bir gerçektir. Ülkemizde bir öğrencinin okula başladığı andan itibaren karşılaştığı sorunlardan, eğitim sisteminin karakterinden vb. konulardan bahsetmeyeceğiz. Ortaya koyduğumuz sorunları ve bu sorunlara yaklaşım tarzımızı, ele alış tarzımızı, eksikliklerimizi, yanlış düşüncelerimizi tartışmaya çalışacağız. Bu konudan fazla uzaklaşmadan “geleceksizlik” söylemimiz üzerine biraz değinelim.
Özü itibariyle biz gençlik geleceksizdir derken; gençliğin kendi geleceği hakkında söz söyleme, karar alma, kendi geleceğini yaratma çabasındaki eksikliği ve sistemin saldırılarına karşı yanıt olamamasından bahsediyoruz. Bunların böyle olduğu su götürmez bir gerçek. Ama sorun bizim gençlik içerisinde “geleceksizlik” muhtevasını işlerken izlediğimiz yöntemde. Gençliğe giderken kullanılan geleceksizlik materyali biraz soyut kalmaktadır. Yani hedef kitlemize şöyle bir göz attığımızda birilerinin gelip sizin geleceğiniz yok denildiği anda harekete geçip kendi geleceğini yaratacak kadar bilinçli, sorumlu bir kitle mi gözlemliyoruz? Bunun böyle olmadığını sebepleriyle birlikte biliyoruz. Gençlik için biraz genelleme yaparsak; futbolkolik, futbol sohbetleri yapan, internette saatlerini geçiren, kız-erkek ilişkilerinde yozlaşmış, aile ebeveynlerine karşı yozlaşmış (toplumu da içine alarak), kitap, dergi, yazınsal ürünler takip etmeyen, yıkıp-dökme, mafya-çete özentilerini barındıran ve çeşitlendirebileceğimiz birçok olumsuz özellikler mevcuttur. Bizim bu sorunları yaşayan kitleye giderken kullandığımız argümanlar genel kalırken, işaret ettiğimiz hedefe kitle adım atamamaktadır.
Herkesin bu sorunlara kendiliğinden duyarlı olup adım atması gibi uç bir beklentimiz de yok. Ancak bizler bu hedefle aramızdaki mesafeye kendi koşullarımıza özgün basamaklar, destekler koyabiliriz. En azından sistemin toplum ve parçası olan gençlik üzerinde yarattığı devrimci söylemler üzerindeki marjinalliği, ön yargıyı, yabancılığı bir nebze olsun değiştirebiliriz. Basit hak alma, bunları yaparken beraber emek harcayarak yapma, örgütlülüğün maddiyatını ve maneviyatını hissederek işi başarmanın bilincinin taşındığı girişimler yapılabilinir. Kitle en azından hak alma ve örgütlenme bilinci açısından bir adım öne taşınır.
Bu tür çalışmalar yaparken hedef kitlenin somut şartları ve sorunları hakkında daha iyi bilgi edinebileceğimiz gibi, sorunlarla bir avuç belli bir kesimin ilgilenme sorunu çözülürken, sistemin de marjinal gösterebilecek saldırıları bertaraf edilir ya da daha rahat teşhir edilebilir. Buna somut bir örnek verecek olursak; her hangi bir okulda öğrencilere yemek veren bir yemekhane var diyelim. Ve bu yemekhanenin yemekleri kötü çıkıyor olsun. Biz de okulda bu hoşnutsuzluk üzerinden bir çalışma başlattığımızı düşünelim. Bu çalışmanın başarılı ya da başarısız olma gibi iki yönü görünüyor olabilir. Aksine böylesi bir pratiğin o okul özgülünde ve genelde yapılacak çalışmalara muazzam katkıları vardır. Öğrenciler ortak sorunları için bir arada bulunmanın gücünün farkına varırlar, kendi hakları çerçevesinde mücadele ettiklerinde egemenler tarafından salık verilen yaftalamaların ne kadar da haksız olduğunu görürler. Daha da önemlisi böylesi bir çalışmanın içerisinde; bu tür çalışmaları daha sağlıklı bir tarzda yapabilmenin araçlarının eksikliğini hissedebilirler yada biz faaliyetçilerin kendi sorunlarımıza karşı biraz daha derli toplu mücadele edebilmenin araçları olan öz örgütlülüklerimizin tartıştırılması olanağını sağlar.
Ama bizler böylesi bir hat izlemeyerek liseli gençliğin öz örgütlülüğü olduğunu iddia ettiğimiz LÖB (Liseli öğrenci birlikleri) aracımızı okulda yaşama geçirirken aksine okulda geniş bir kitleden ziyade ilk elden değişik siyasi yapılardaki öğrenciler ile LÖB’ümüzü kuruyoruz. Devamında ise birçok öğrenciye rağmen ve onların adına çalışmalara başlıyoruz. Tabi ki bu çalışmalarda klasik materyallerle ve de genel kalabilecek, sistem tarafından yıpratılmış söylemlerle yol alınıyor. Durum böyle olunca da kendi sorunlarına karşı mücadele eden öğrenciler üzerinde yaratılan izlenimler dağıtılamıyor ve çevrelerini saran koşullara temelden bir darbe indirilemiyor. Dolayısıyla LÖB doğru şeyleri söylese de, niyetten bağımsız olarak başarılı sonuçlar alamıyor. Tabi ki istisna olarak faaliyeti sürdüren kişilerin kişilik özelliklerine göre bazen anlık toparlanmalar yaşanabiliyor ya da öğrenciler ve ailelerinin sosyo-ekonomik koşulları itibari ile de anlık gelişmelerin yaşandığı örnekler varken, kurumsallaşmada başarısız sonuçlar elde edilebiliyor.
Ya da komisyon kurma kararı çıkıyor. Biz komisyonu tartışmadan, işlevini ve amaçlarını yeterince kavramadan o konu üzerinden komisyonu kuruyoruz. Sonra bu komisyonların sonu hüsranla sonuçlanıyor. Ama buradan bu materyaller yanlış ya da bu kitleden bir şey olmaz sonucu çıkmamalıdır. Zaten bizim tartışmaya çalıştığımız konu da tam bu nokta. Yapılacak çalışma kendi alanımızın koşullarıyla ne ölçüde uyum içerisinde? Değilse biz bunları ne kadar yaratıcı bir şekilde uyarlıyoruz ya da bizler kitle örgütü çalışmalarındaki anlayışımızı ne ölçüde ve nasıl kavramışız. Yani merkezi olarak belirlenen bir sorunun, politikanın her alana uymasını beklemek olanaksızdır. Her alanın kendine özgü koşulları vardır. Bu konu özelinde bir örnek verecek olursak; merkezi olarak her alanda içerisinde insanların oturabileceği apartmanlar yapılması hedeflendi ve böyle bir kampanya başladı diyelim. Biz de tüm samimiyetimizle bahsedilen çalışmayı kendi alanımızda yapmaya koyuluyoruz. Tabii ki kendi alanımızda bu apartmanlar yapılır mı yapılmaz mı diye hiçbir araştırma yapmıyoruz. Ya da yapıyoruz ve binanın yapılamayacağı kanısına ulaşıyoruz. Ya da binayı yapmaya çalışıyoruz ama bitmiyor. Oysa bizim alana baktığımızda şöyle bir sonucu çıkarabiliyoruz: burada yüksek bir apartman yapılamıyor. Peki, biz bu durumda hiçbir şey yapmayacak mıyız? Tabii ki hayır. Biz de aynı işlevi görecek ama üst üste değil de yan yana gelecek şekilde daireler yaparak kampanyanın hedeflerine ulaşabiliriz. Bu sonuca varılmadığında faaliyetçiler, ilk olarak merkezi politikayı sorguluyor. “ya kardeşim bizim burada apartman falan yapılmaz” diyor. Ya da biz yapamıyoruz diyoruz. Ya da daha farklı olarak “dergide bina nasıl yapılır diye teorik yazı çıkmıyor, her hangi bir taktik yok” diyerek; her şeyi yapmakla yükümlü, makineden oluşan ve kendimizi onun bir parçası olarak görmediğimiz “ulu merkezimize” topu atıyoruz…
Oysaki LÖB’lerde nasıl çalışılır diye belki özel de yazılar son zamanlarda çıkmamış olabilir ancak kitle örgütlerinde nasıl çalışmalıyız üzerine anlayışımızı belirleyen birçok çalışma çıkmaktadır ve sürekli güncellenmektedir. Ama biz mekanik anlayışımız yüzünden yarın liseli öğrenci topluluğu kursak bununla ilgili yazı bekleriz. Bir diğer nokta ise özelde bir konuyla ilgili dergimizde yazıların çıkması o alanda ne kadar çalışma yürütüldüğü ve faaliyetçilerin bulunmasıyla doğru orantılıdır. Bizim lise faaliyetindeki durumumuz incelendiğinde bunun dergimize yansıması çok da sürpriz değildir. Peki, bizler koşulların esiri olup bu kitleden bir şey çıkmaz mı diyeceğiz. Öncelikle her faaliyetçi kendi alanının koşullarını masaya yatırmalıdır. Ve geçmiş faaliyeti gözden geçirmelidir. Bunlar arasından olumlu sonuçları almalı ve yükseltmeli, olumsuzlukların ise neden ve sonuçlarını araştırmalıdır. Ve bütün bu bilgileri yayınlarımıza yansıtmalıdır.
3. konferansımızda önümüzdeki süreç taslağının lise faaliyetine ilişkin bölümündeki “paralı eğitim” ekseninde ki ana yönelime katılmakla beraber ek olarak ÖSS karşıtlığını eklemek istiyoruz. Ancak az önce bahsettiğimiz gibi bu sorunlar genel kalabilmektedir. Diğer dezavantajımız ise karşı olduğumuz bu sorunlara ilişkin somut bir alternatifimiz olmadığı için mücadele araçlarından verim alamamaktayız. Yani “paralı eğitim” yönelimine baktığımızda ülkemizde paralı eğitim bir gerçek iken biz bundan muzdarip olan kitleyi neden etkileyemiyoruz ya da örgütleyemiyoruz. Bir lisede bu konu üzerinden gözlem yaptığımızda paralı eğitimi öğrenci sadece okulda istenen paraya indirgeyerek böyle bir sorunun olmadığını çok rahat dile getirebiliyor. Ya da para isteseler bile ailesinin bunu karşıladığını vb… söyleyebiliyor. Ya da başka bir okulda öğrenci para isteme yoluyla rencide edilebilmekte. Böylesi bir tabloda liseli gençliğe paralı eğitimin ülkemizde nasıl yaşam bulduğunu yeterince anlatamadığımızı görüyoruz.
ÖSS’ye hayır diyoruz, öğrencinin kafasında “ÖSS kalksın peki alternatifi ne olacak?” soru işareti oluşuyor. Yani ÖSS karşıtlığı öğrenci nezdinde pek somutlanmıyor. Diğer bir deyim ile ÖSS’ye karşı yürütülen mücadelede umutsuzluğa kapılınıyor ve öğrenci çözümü bireysel olarak çalışmaya indirgiyor. Ama bizler ÖSS karşıtlığı ana başlığı altında “okul puanları adaletsizliği kaldırılsın” şiarını bir alt basamak olarak koyabiliriz. Okul puanları nedeniyle birçok öğrenci haksız yere bu sınava daha başından geride başlıyor. Böylesi bir talep en azından öğrencilerin ÖSS’ye karşı yürüttükleri mücadelede başarabilme umudunu yaratabilir. Ya da bunun kaynağını sorgulamalarına yol açabilir. Öğrenci böylesi bir sorgulamanın sonucunda parası olan öğrencilerin özel okullara giderek, dershanelere giderek, Anadolu liselerini kazanmasını sağlayarak, zenginin daha zengin fakirin daha fakir olması misali bu liselerde okuyan öğrenciler ve okumayan öğrenciler arasında her geçen gün büyüyen bir uçurum oluştuğunun farkına varmasını sağlayabilir.
Güzel Sanatlar Lisesinde okuyan öğrencilerde durum biraz daha farklı. Bu türdeki liselerde diğer liselere oranla eğitim programı farklılık göstermektedir. Ezberden çok yeteneğin hâkim olduğu bu liselerde kendi yetenekleri için yüksek okula gidebilmeleri için ÖSS başarısı aranmaktadır. Ve ÖSS sınavının puanı yeteneklerini gölgelemektedir. İşte ÖSS karşıtlığı böylesi alanlarda bu şekle bürünebilmektedir. Öğrenci bu adaletsizliğin karşısında tabii ki parası var ise müfredatta görmediği dersleri özel dersler ve dershane aracılığı ile telafi ederek soruna çözüm bulmaya çalışmaktadır.
Yine ülkemizdeki Alevi, Hristiyan, Yezidi, inanmayan ve diğer din-mezheplere mensup olan gençler okullarda devletin bir politikası olan zorunlu din dersi uygulamasına maruz kalmaktadır. “Zorunlu din dersine hayır” talebi üzerinden din dersinin seçmeli ders olarak konulması şiarı ile bir çalışma başlatılabilir.
Aynı benzer özelliklere sahip Milli Güvenlik dersleri de aynı gerekçeler ve talepler ile ön plana çıkartılabilir.
Yine ırkçı-faşist-gerici eğitimden nasibini alan Kürt halk gençliği açısından “anadilde eğitim istiyoruz” şiarı başlığı altında çalışmalarımızı sürdürmeliyiz.
Ayrıca eğitim sisteminin öğretmenler üzerindeki uyguladığı politikalara karşı liseli gençlik içerisinde “sözleşmeli öğretmen, ücretli öğretmen istemiyoruz” talepleri ve çalışmaları yapılabilir.
Ailelere dönük olarak da aile çelişkisini aşmak amaçlı bildiriler kaleme alarak çocuklarına en iyisini sunmak için kendisini feda ederek bireysel çözümler bulmaları yerine her yerde farklılaşan bu taleplerimize duyarlı olmalarını işleyen verimli çalışmalar yapılabilir.
Bütün bu çalışmaların ortak paydasına baktığımızda örgütlenme özgürlüğü şiarının olduğunu ve direk bu talebi dile getirmeden bu çalışmaların buna olanak sağladığını görebiliyoruz. Bütün bu örneklemeler çoğaltılıp çeşitlendirilebilir.
Yazımızı biraz toparlayacak olursak, liseli gençlik içerisinde bu sorunlarımızın gerçekçi olduğunu, liseli gençliğin geçtiğimiz yıldaki devrimci önderlerin anma törenlerindeki katılımların yüksek olması ve bir sempatinin oluştuğunun varlığı, birçoğunun sistemden bir beklentisinin olmadığını ama dağınık ve örgütsüz olduğunu, okullarda düzenlenen törenlere bile disiplin yaptırımları ile hizaya getirilerek katılımların sağlandığını vs… birçok gerçekten bahsedebiliriz.
Ancak biz gençliğe giderken politikalarımızı kendi alan özgülümüze uyarlamada, yaratıcı olmada, kitle örgütlerinde çalışma anlayışımızda, sorunları genel tutarak özel somut araçlar haline getiremememizde vb… koşullardan dolayı verimli sonuçlar alamamaktayız.
Ayrıca çalışmalarımızda edindiğimiz deneyimlerimizi yazıya dökmede, paylaşmada eksikliklerimiz vardır. Beklemeci bir tarz izleyerek birilerinin bizlere politika sunmasını ve bizim söylenenleri mekanik tarzda yapmaya çalışmamızdan kaynaklı ve ayrıca kendimizi sorunun bir parçası olarak görmememizden kaynaklı başarısızlığımız söz konusudur. Genel taleplerimizi sıralayacak olursak:
· Parasız eğitim istiyoruz!
· ÖSS’ye hayır!
- Okul puanları adaletsizliği kaldırılsın!
· Zorunlu din dersi kaldırılsın!
- Din dersi seçmeli ders olarak konulsun!
· Milli Güvenlik dersi kaldırılsın!
· Ana dilde eğitim istiyoruz!
· Staj sömürüsüne son!
- Kendi alanlarımızda staj görme olanağı sağlansın!
- Angarya işlere son!
- Staj sürelerinde sigorta primleri ödensin!
· Sözleşmeli öğretmen istemiyoruz!
· Ücretli öğretmen istemiyoruz!
· Okullarda kameralara hayır!
· Cinsel tacize son!
· Kılık kıyafet yönetmeliği kaldırılsın!
· Disiplin yönetmeliği kaldırılsın!
Bu talepler çerçevesinde kendi alanımıza hatta kendi alanımızda bile değişik okullarda farklı özgün talepleri ön plana çıkararak çalışmalar yapabiliriz.
İzmir YDG
(Oy Çokluğu)
T. Kürdistanı’nda kadın…
Sosyo-ekonomik yapısının etkisiyle ülkemizde yakıcılığı daha da hissedilen kadın sorunu, özellikle T. Kürdistanı’nda yıllardır süren savaşın da kadın üzerinde birçok etkisini barındırmasından dolayı, özgün değerlendirmelerin yapılmasına zemin oluşturmaktadır.
Zorunlu göçün etkileri
Ülkemizde 90’lı yıllarda ivmelenen ve 20 yıl süren savaş ortamında güvenlik gerekçe gösterilerek 4000’e yakın köy boşaltılmış, 3 milyona yakın insan zorla göç ettirilmiştir. Zorunlu göçle beraber köy ve kent kültürü arasına sıkışma ve yaşanan depresyonun faturasını birçok açıdan kadınlar ödemiştir. Göçle paralel artan ev içi şiddet, kadının en fazla karşılaştığı sorunların başında gelmektedir. Göçün ekonomik tarafı ele alındığında, özellikle tarım ve hayvancılıkla yaşamını sürdürenler, şehirde işsiz kalmış; bu olgu ise evde kadını cephe alan bir şiddete dönüşmüştür.
Göç süreci öncesi kadın, tarım ve hayvancılık alanında “üretici” bir konumdayken; göç sonrasında bu durum değişmiş, kadının üretimden kopmasına neden olmuştur. Köyde kendisine ait sınırlı da olsa bir sosyal ortamı olan kadınlar, şehirlere göç ettikten sonra sosyal yaşamlarını sürdürebilecek bir alan bulamamış, sosyal yaşamı evin duvarları ile sınırlı kalmıştır. Bu olgu, kadının kendisini bedensel ve ruhsal açıdan yetersiz ve hasta hissetmesine de neden olmuştur.
Anadilini konuşamaması, gittiği yerlerde kendisini ifade edememesine neden olmuştur. Zorunlu göç nedeniyle İstanbul’a taşınan Lawin, İstanbul’u yalnızlık olarak tanımlıyor ve ekliyor: “Türkçe bilmediğim ilk günler çok zordu. Sokağa çıkamazdım, okulda Kürtçe yasak olduğu için Kürtlerle bile arkadaşlık edemezdim. Derin bir sessizlik. Hala sessiz rüyalar görürüm bazen.”
Kadınlar açısından, zorunlu göçün ruhsal ve toplumsal sonuçlarına göre;
Türkçe bilmediği için şehir ortamına uyum sağlayamama: % 65
Sosyal çevrelerini kaybetmeden, aile ve akraba çevresinden uzak kalmadan yakınma: % 80
Hanedekiler dışında hiç kimseyle iletişimin bulunmaması: % 75
Psikolojik sorunların artması, gerginlik ve baş ağrısı: % 90
Yapılan araştırmalarda köye dönmeyi en çok kadınların istediği gözlemlenmiştir.
Taciz ve Tecavüz
T. Kürdistanı’nda kadınlar; toplu tecavüze uğrayarak, işkence görerek, öldürülerek, evlat ve eş acısı çekerek savaşın iğrenç uygulamalarına maruz kalıyorlar. Birçok kadının gözaltında taciz ve tecavüzlere uğradığı hepimizce bilinen bir gerçeklikken, bunun yanı sıra köy ve ev baskınlarında eşinin, çocuklarının ve hatta köylülerin gözü önünde askerlerin, kontrgerillanın taciz ve tecavüzüne maruz kalan kadın sayısı hiç de az değildir. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi bünyesinde çalışan bir kurumun yaptığı saha çalışmalarından birinde ….. adlı kadının sürekli elbiselerini yıkadığı görülmüş, bunun üzerine yapılan konuşmalarda kadının, geçmişte bir askerin tecavüzüne uğradığı ve bu sırada üstünde olan elbiselerinin “kirlendiğini” gördüğü için sürekli “temizlenme” ihtiyacı hissettiği anlaşılmıştır. Bu yönlü verilecek örnekler hiç de az değildir. Aynı zamanda, bu durumu yaşayan ve psikolojik etkilerini atlatamayan birçok kadının intihar ettiği de bilinmektedir.
Bölgede son yıllarda artış gösteren intiharların nedenlerine bakıldığında görülmektedir ki; göçle birlikte yeni yaşam alanlarında yaşanan uyum sorunu, savaşta yaşananlar, kayıplar ve beraberinde oluşan travmalar, aile içi şiddet, gözaltılar, taciz, tecavüz ve ekonomik sorun gibi birçok etken sayılabilmektedir. Kaynağını bu sorunlardan alan intiharlar, “kendi istemiyle yaşamına son vermek” olarak tanımlanmakta ve intiharların aslında bir “cinayet” olduğu gerçeği görülmek istenmemektedir.
Tüm bu etkenler göz önünde bulundurulduğunda T. Kürdistanı’nda süren savaşın, Kürt halkı üzerinde fiziksel ve psikolojik birçok iz bıraktığı görülmektedir. Bu izlerden en çok nasibini alansa yine kadınlar olmuştur. Savaş ve sonuçları, ülkemizde cinsel ve sınıfsal anlamda sömürülen kadınların sömürüsünü katmerleştirmiş, buna bir de ulusal sömürü eklenmiştir.
Bu nedenle bizler; YDG Programında bulunan “Yeni Demokrat Gençlik; cinsiyet ayrımcılığına, cinsel sömürüye, kadın bedenine yönelik metalaştırma saldırılarına, erkek egemen anlayışa ve onun yansıması olan geleneksel kadın kişiliğinin halk gençliği içindeki izdüşümlerine karşı mücadele yürütür….” ibaresine,
“Yeni Demokrat Gençlik; cinsiyet ayrımcılığına, cinsel ve ulusal sömürüye, kadın bedenine yönelik metalaştırma saldırılarına…” şeklinde bir eklemenin yapılması gerektiğini düşünüyoruz.
Amed YDG Kadın Komisyonu
Kaynaklar:
Selis Kadın Danışmanlık Merkezi
Héviya Jiné Dergisi
Kadının Sesi Dergisi
(Oybirliği)
Zorunlu göçün etkileri
Ülkemizde 90’lı yıllarda ivmelenen ve 20 yıl süren savaş ortamında güvenlik gerekçe gösterilerek 4000’e yakın köy boşaltılmış, 3 milyona yakın insan zorla göç ettirilmiştir. Zorunlu göçle beraber köy ve kent kültürü arasına sıkışma ve yaşanan depresyonun faturasını birçok açıdan kadınlar ödemiştir. Göçle paralel artan ev içi şiddet, kadının en fazla karşılaştığı sorunların başında gelmektedir. Göçün ekonomik tarafı ele alındığında, özellikle tarım ve hayvancılıkla yaşamını sürdürenler, şehirde işsiz kalmış; bu olgu ise evde kadını cephe alan bir şiddete dönüşmüştür.
Göç süreci öncesi kadın, tarım ve hayvancılık alanında “üretici” bir konumdayken; göç sonrasında bu durum değişmiş, kadının üretimden kopmasına neden olmuştur. Köyde kendisine ait sınırlı da olsa bir sosyal ortamı olan kadınlar, şehirlere göç ettikten sonra sosyal yaşamlarını sürdürebilecek bir alan bulamamış, sosyal yaşamı evin duvarları ile sınırlı kalmıştır. Bu olgu, kadının kendisini bedensel ve ruhsal açıdan yetersiz ve hasta hissetmesine de neden olmuştur.
Anadilini konuşamaması, gittiği yerlerde kendisini ifade edememesine neden olmuştur. Zorunlu göç nedeniyle İstanbul’a taşınan Lawin, İstanbul’u yalnızlık olarak tanımlıyor ve ekliyor: “Türkçe bilmediğim ilk günler çok zordu. Sokağa çıkamazdım, okulda Kürtçe yasak olduğu için Kürtlerle bile arkadaşlık edemezdim. Derin bir sessizlik. Hala sessiz rüyalar görürüm bazen.”
Kadınlar açısından, zorunlu göçün ruhsal ve toplumsal sonuçlarına göre;
Türkçe bilmediği için şehir ortamına uyum sağlayamama: % 65
Sosyal çevrelerini kaybetmeden, aile ve akraba çevresinden uzak kalmadan yakınma: % 80
Hanedekiler dışında hiç kimseyle iletişimin bulunmaması: % 75
Psikolojik sorunların artması, gerginlik ve baş ağrısı: % 90
Yapılan araştırmalarda köye dönmeyi en çok kadınların istediği gözlemlenmiştir.
Taciz ve Tecavüz
T. Kürdistanı’nda kadınlar; toplu tecavüze uğrayarak, işkence görerek, öldürülerek, evlat ve eş acısı çekerek savaşın iğrenç uygulamalarına maruz kalıyorlar. Birçok kadının gözaltında taciz ve tecavüzlere uğradığı hepimizce bilinen bir gerçeklikken, bunun yanı sıra köy ve ev baskınlarında eşinin, çocuklarının ve hatta köylülerin gözü önünde askerlerin, kontrgerillanın taciz ve tecavüzüne maruz kalan kadın sayısı hiç de az değildir. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi bünyesinde çalışan bir kurumun yaptığı saha çalışmalarından birinde ….. adlı kadının sürekli elbiselerini yıkadığı görülmüş, bunun üzerine yapılan konuşmalarda kadının, geçmişte bir askerin tecavüzüne uğradığı ve bu sırada üstünde olan elbiselerinin “kirlendiğini” gördüğü için sürekli “temizlenme” ihtiyacı hissettiği anlaşılmıştır. Bu yönlü verilecek örnekler hiç de az değildir. Aynı zamanda, bu durumu yaşayan ve psikolojik etkilerini atlatamayan birçok kadının intihar ettiği de bilinmektedir.
Bölgede son yıllarda artış gösteren intiharların nedenlerine bakıldığında görülmektedir ki; göçle birlikte yeni yaşam alanlarında yaşanan uyum sorunu, savaşta yaşananlar, kayıplar ve beraberinde oluşan travmalar, aile içi şiddet, gözaltılar, taciz, tecavüz ve ekonomik sorun gibi birçok etken sayılabilmektedir. Kaynağını bu sorunlardan alan intiharlar, “kendi istemiyle yaşamına son vermek” olarak tanımlanmakta ve intiharların aslında bir “cinayet” olduğu gerçeği görülmek istenmemektedir.
Tüm bu etkenler göz önünde bulundurulduğunda T. Kürdistanı’nda süren savaşın, Kürt halkı üzerinde fiziksel ve psikolojik birçok iz bıraktığı görülmektedir. Bu izlerden en çok nasibini alansa yine kadınlar olmuştur. Savaş ve sonuçları, ülkemizde cinsel ve sınıfsal anlamda sömürülen kadınların sömürüsünü katmerleştirmiş, buna bir de ulusal sömürü eklenmiştir.
Bu nedenle bizler; YDG Programında bulunan “Yeni Demokrat Gençlik; cinsiyet ayrımcılığına, cinsel sömürüye, kadın bedenine yönelik metalaştırma saldırılarına, erkek egemen anlayışa ve onun yansıması olan geleneksel kadın kişiliğinin halk gençliği içindeki izdüşümlerine karşı mücadele yürütür….” ibaresine,
“Yeni Demokrat Gençlik; cinsiyet ayrımcılığına, cinsel ve ulusal sömürüye, kadın bedenine yönelik metalaştırma saldırılarına…” şeklinde bir eklemenin yapılması gerektiğini düşünüyoruz.
Amed YDG Kadın Komisyonu
Kaynaklar:
Selis Kadın Danışmanlık Merkezi
Héviya Jiné Dergisi
Kadının Sesi Dergisi
(Oybirliği)
KADIN SORUNUNDA ANLAYIŞIMIZI DERİNLEŞTİRELİM-önerge
2. Konferansımızın ardı sıra geliştirdiğimiz bir yıllık pratiğimiz göz önüne alındığında birçok konuda önemli adımlar atsak da bunları süreklileştirmek ve geliştirmek noktasında çok yönlü eksikliklerimiz mevcuttur. İki konferansımız arasında attığımız bu en önemli adımlardan bir tanesi şüphesiz tarihimizde ilk olarak gerçekleştirdiğimiz Kadın Buluşması’dır.
Kadın sorununun diğer bir ifadeyle ezilen cinsiyet sorununun büyüklüğü bu soruna doğru bir şekilde eğilmenin gerekliliği ve devrimci mücadelede kadının rolü tartışılamaz önemdedir. Bu cümlede ifadelendirmeye çalıştığımız gibi biz bu sorunun büyüklüğünün farkındayız. Evet, ortada bir ezilen cinsiyet sorunu var ve biz bunun çok büyük bir sorun olduğunu, buna karşı mücadele edilmesi gerekliliğini, genç kadınların saflarımızda örgütlü mücadelesini yükseltmesi gerekliliğini vs. biliyoruz. “YDG tarihi boyunca bu konuda doğru bir anlayışa sahip olmasına rağmen doğru politikalar üretememiştir, pratikte eksik davranmaktayız” gibi ifadeler aslında kadın sorununu kavrayışımızdaki yüzeyselliğin en somut ifadeleridir.
Özcesi devrimci mücadele açısından önemini teorik olarak tanımlayabildiğimiz böyle bir soruna pratik müdahalelerimizin yetersizliği doğallığında anlayışımızın doğru olmasını önemsiz kılmaktadır. Elbette yukarıda tırnak içerisinde belirttiğim ifadelere ben de katılıyorum. Ama doğru bir anlayışa sahip olmak yeterli değildir. Gideremediğimiz birçok problemimizin temelinde politik yönelimimizi hayata geçirememekten, anlayışımıza hayat verememekten bahsetmekteyiz. Bunun birçok nedeni olabilir, fakat her şeyden önemlisi, sorunları giderecek olan bizleriz ve kadınları örgütlemede, kadın sorununa müdahalede eksiklikleri yoğun olan örgütümüzün hem bu noktadaki anlayışını derinleştirmeye hem de pratik adımlarına hayat vermeye ihtiyaç duymalıyız.
Evet, kadın sorununda doğru bir anlayışımız var… Ama nedir bu doğru anlayış? Nasıl bir anlayış bu? Diğer başka anlayışlardan farkı nedir? Bu anlayışa ne üzerinden, nasıl hayat veriyoruz? Bu sorulara vereceğimiz cevaplar bu konudaki niteliğimizin yansıması olacaktır. Ve biz bu soruların her birini ayrı ayrı olumlu cevaplayacak bir durumdan uzaktayız henüz.
Teorik çerçevede yüzeysel belirlemelerde bulunabileceğimiz bu sorunun temeline inmek ve oradan doğru bir kavrayış geliştirmek ancak gücümüz ve somut durumumuz oranında atacağımız nitelikli adımlarla mümkündür. Ve atılacak bu adımların ise esas olarak kadın yoldaşlarımızın üzerinden şekilleneceği ortadadır.
Bu nedenle 3. Konferansımız, bu konuda bugüne kadar attığımız ve atmaya çalıştığımız adımların sentezleri üzerinden yeni pratik adımları hayata geçirmelidir. Ve bu konudaki anlayışımızın derinleşmesine hizmet edecek bir yönelim çizmelidir.
Yukarıda belirtmeye çalıştığım gibi 2. Konferansımızın ardı sıra bu konuda atığımız en önemli adım Merkezi Genç Kadın Buluşması’nın örgütlenmesi olmuştur. Bu konudaki bir diğer adım ise örgütümüzün merkezi yönelimi dâhilinde çeşitli esas komisyonların yanında YDG kadın komisyonlarının kurulması görevi idi.
Kadın sorununa yaklaşımımızda ve atacağımız adımlarda hemen pirupak bir seviye yakalayamayacağımız ortadadır. Fakat bu konuda adım adım daha ileri bir seviye yakalamak için çabalamamız ise bu konuya verdiğimiz önemin bir yansıması olacaktır.
2. Konferansımızın ardı sıra bu konuda atmış olduğumuz pratikler incelendiğinde çok zengin dersler çıkarmamız mümkündür. Buluşmaya hazırlık sürecinde kadın sorunu doğal olarak gündemimize girmiş birçok alanımızda bu konuda somut adımlar atılarak kadın komisyonları kurulmaya çalışılmış ve buluşma esas olarak İstanbul YDG Kadın Komisyonu üzerinden örgütlenmiştir. Fakat buluşma sonrasında neredeyse bütün alanlarımızda kadın komisyonları kurulma görevi unutulmuş ve konu YDG’nin gündeminde hak ettiği yerden düşmüş, kurulan kadın komisyonları ise dağılmıştır.
Bu durumun birçok nedeni vardır. Merkezi kadın buluşmasını örgütlemiş olmamız çok olumluyken bu yönlü çalışmaları sonrasında devam ettirmeyişimiz kadın sorununa yüzeysel yaklaşımımızın somut bir ifadesi olmuştur. Kurulan komisyonların amacı buluşmayı örgütlemenin ötesine geçememiştir. Ve bu durum, örgütümüzün bu konudaki eksikliğinin hemen giderilemeyeceği gerçeğinin ifadesidir.
Bir diğer yandan bütün YDG’lilerin esas komisyonların yanında diğer komisyonlarda örgütlenmesi diyalektiğini iyi bir şekilde kuramamamız bu durumun nedenleri arasında sayılabilir.
Kadın komisyonlarının daha işlevli hale gelmesi getirilmesi, kadın yoldaşlarımız başta olmak üzere örgütümüzün bu konudaki anlayışını derinleştirmesi gerekli ve elzem bir yerde durmaktadır.
Bu dersler ışığında;
İhtiyacını hissettiğimiz bir konu olarak dergimizi kadın sorununda zenginleştirmeliyiz.
Önümüzdeki süreç yönelimimiz dâhilinde tartıştığımız kadın buluşmalarının örgütlenmesinin süreklileştirilmesi sağlanmalıdır. Ve ilk olarak bu yıl böyle bir buluşmanın örgütlenmesinin kararı YDG 3.Konferansı tarafından alınmalıdır.
Geçen yıldan farklı olarak bir alanımızın kadın komisyonu üzerinden değil, konferans irademizin seçeceği bir merkezi komisyon aracılığıyla kadın buluşması örgütlenmelidir. Bu durum buluşmanın daha kolektif örgütlenmesini sağlayacaktır.
Öte yandan seçilecek böylesi bir komisyon YDG kadın komisyonlarından farklı olarak sadece kadın yoldaşlarımızdan oluşmalı; örgütlenecek kadın buluşmasında YDG’li kadınların daha yoğun bir inisiyatif hayata geçirmeleri sağlanmalıdır. Bu komisyon buluşmayı örgütleyinceye kadar geliştireceği birçok toplantı ya da farklı iletişim yollarıyla sürekli alanlar arası koordinasyon ve buluşmada tartışılacak konuları belirleyebilir.
Son olarak kurultayın amaçlaştırılmasını da engellemek ve bu konuda örgütümüzün yerellerden merkeze doğru kurulacak kadın komisyonlarının önünü açacağından ötürü Kadın Kurultayının Örgütleme sürecini başarılı kılması durumunda konferansımızda seçilecek bu komisyonun Kadın Kurultayın da merkezi bir YDG komisyonu haline getirilmesi gereklidir.
Bu duruma kadın buluşmasında son halinin verilmesi, kadın yoldaşlarımızın iradesinin daha fazla harekete geçmesini sağlayacaktır.
Öte yandan bu komisyonun yöneticilik misyonu olmamalıdır. Bu komisyon aracılığıyla ayrı alanlardaki kadın yoldaşlarımızın ve örgütümüzün kadın faaliyetine bir bütün olarak daha yakından eğilmesi sağlanacaktır.
Komisyon çeşitli konularla ilgili bildiriler kaleme alabilir, dergimizi bu konuyla ilgili besleyebilir ve kadın sorununa dair çeşitli araştırmalar aracılığıyla örgütümüzün bu konuda daha somut politikalar üretmesini sağlayacaktır.
Diğer yandan işleyiş biçimiyle bu komisyon esas olarak bir koordinasyon komisyonu niteliğinde olmalıdır.
Yukarıda belirttiğim gibi Kadın Buluşmasını örgütlemekle görevlendirilecek bu komisyonun merkezi bir komisyon olarak devam edip etmeyeceğinin tartışılmak üzere konferans irademizce kadın buluşmasına bırakılması oylanmalıdır.
Kadınlar göğün yarısıdır anlayışını hayata geçirmek bizim ellerimizdedir ve cesaretle eksikliklerimizin üzerine gitme iradesini ortaya koyduğumuzda bunları gerçekleştirmenin ellerimizde olduğunu göreceğiz. Yeter ki bu mücadelede, özelde genç kadınların genelde ise bütün emekçi kadınların yaratıcılığına sonsuz bir inançla güvenelim…
İzmir-İstanbul YDG
Kadın sorununun diğer bir ifadeyle ezilen cinsiyet sorununun büyüklüğü bu soruna doğru bir şekilde eğilmenin gerekliliği ve devrimci mücadelede kadının rolü tartışılamaz önemdedir. Bu cümlede ifadelendirmeye çalıştığımız gibi biz bu sorunun büyüklüğünün farkındayız. Evet, ortada bir ezilen cinsiyet sorunu var ve biz bunun çok büyük bir sorun olduğunu, buna karşı mücadele edilmesi gerekliliğini, genç kadınların saflarımızda örgütlü mücadelesini yükseltmesi gerekliliğini vs. biliyoruz. “YDG tarihi boyunca bu konuda doğru bir anlayışa sahip olmasına rağmen doğru politikalar üretememiştir, pratikte eksik davranmaktayız” gibi ifadeler aslında kadın sorununu kavrayışımızdaki yüzeyselliğin en somut ifadeleridir.
Özcesi devrimci mücadele açısından önemini teorik olarak tanımlayabildiğimiz böyle bir soruna pratik müdahalelerimizin yetersizliği doğallığında anlayışımızın doğru olmasını önemsiz kılmaktadır. Elbette yukarıda tırnak içerisinde belirttiğim ifadelere ben de katılıyorum. Ama doğru bir anlayışa sahip olmak yeterli değildir. Gideremediğimiz birçok problemimizin temelinde politik yönelimimizi hayata geçirememekten, anlayışımıza hayat verememekten bahsetmekteyiz. Bunun birçok nedeni olabilir, fakat her şeyden önemlisi, sorunları giderecek olan bizleriz ve kadınları örgütlemede, kadın sorununa müdahalede eksiklikleri yoğun olan örgütümüzün hem bu noktadaki anlayışını derinleştirmeye hem de pratik adımlarına hayat vermeye ihtiyaç duymalıyız.
Evet, kadın sorununda doğru bir anlayışımız var… Ama nedir bu doğru anlayış? Nasıl bir anlayış bu? Diğer başka anlayışlardan farkı nedir? Bu anlayışa ne üzerinden, nasıl hayat veriyoruz? Bu sorulara vereceğimiz cevaplar bu konudaki niteliğimizin yansıması olacaktır. Ve biz bu soruların her birini ayrı ayrı olumlu cevaplayacak bir durumdan uzaktayız henüz.
Teorik çerçevede yüzeysel belirlemelerde bulunabileceğimiz bu sorunun temeline inmek ve oradan doğru bir kavrayış geliştirmek ancak gücümüz ve somut durumumuz oranında atacağımız nitelikli adımlarla mümkündür. Ve atılacak bu adımların ise esas olarak kadın yoldaşlarımızın üzerinden şekilleneceği ortadadır.
Bu nedenle 3. Konferansımız, bu konuda bugüne kadar attığımız ve atmaya çalıştığımız adımların sentezleri üzerinden yeni pratik adımları hayata geçirmelidir. Ve bu konudaki anlayışımızın derinleşmesine hizmet edecek bir yönelim çizmelidir.
Yukarıda belirtmeye çalıştığım gibi 2. Konferansımızın ardı sıra bu konuda atığımız en önemli adım Merkezi Genç Kadın Buluşması’nın örgütlenmesi olmuştur. Bu konudaki bir diğer adım ise örgütümüzün merkezi yönelimi dâhilinde çeşitli esas komisyonların yanında YDG kadın komisyonlarının kurulması görevi idi.
Kadın sorununa yaklaşımımızda ve atacağımız adımlarda hemen pirupak bir seviye yakalayamayacağımız ortadadır. Fakat bu konuda adım adım daha ileri bir seviye yakalamak için çabalamamız ise bu konuya verdiğimiz önemin bir yansıması olacaktır.
2. Konferansımızın ardı sıra bu konuda atmış olduğumuz pratikler incelendiğinde çok zengin dersler çıkarmamız mümkündür. Buluşmaya hazırlık sürecinde kadın sorunu doğal olarak gündemimize girmiş birçok alanımızda bu konuda somut adımlar atılarak kadın komisyonları kurulmaya çalışılmış ve buluşma esas olarak İstanbul YDG Kadın Komisyonu üzerinden örgütlenmiştir. Fakat buluşma sonrasında neredeyse bütün alanlarımızda kadın komisyonları kurulma görevi unutulmuş ve konu YDG’nin gündeminde hak ettiği yerden düşmüş, kurulan kadın komisyonları ise dağılmıştır.
Bu durumun birçok nedeni vardır. Merkezi kadın buluşmasını örgütlemiş olmamız çok olumluyken bu yönlü çalışmaları sonrasında devam ettirmeyişimiz kadın sorununa yüzeysel yaklaşımımızın somut bir ifadesi olmuştur. Kurulan komisyonların amacı buluşmayı örgütlemenin ötesine geçememiştir. Ve bu durum, örgütümüzün bu konudaki eksikliğinin hemen giderilemeyeceği gerçeğinin ifadesidir.
Bir diğer yandan bütün YDG’lilerin esas komisyonların yanında diğer komisyonlarda örgütlenmesi diyalektiğini iyi bir şekilde kuramamamız bu durumun nedenleri arasında sayılabilir.
Kadın komisyonlarının daha işlevli hale gelmesi getirilmesi, kadın yoldaşlarımız başta olmak üzere örgütümüzün bu konudaki anlayışını derinleştirmesi gerekli ve elzem bir yerde durmaktadır.
Bu dersler ışığında;
İhtiyacını hissettiğimiz bir konu olarak dergimizi kadın sorununda zenginleştirmeliyiz.
Önümüzdeki süreç yönelimimiz dâhilinde tartıştığımız kadın buluşmalarının örgütlenmesinin süreklileştirilmesi sağlanmalıdır. Ve ilk olarak bu yıl böyle bir buluşmanın örgütlenmesinin kararı YDG 3.Konferansı tarafından alınmalıdır.
Geçen yıldan farklı olarak bir alanımızın kadın komisyonu üzerinden değil, konferans irademizin seçeceği bir merkezi komisyon aracılığıyla kadın buluşması örgütlenmelidir. Bu durum buluşmanın daha kolektif örgütlenmesini sağlayacaktır.
Öte yandan seçilecek böylesi bir komisyon YDG kadın komisyonlarından farklı olarak sadece kadın yoldaşlarımızdan oluşmalı; örgütlenecek kadın buluşmasında YDG’li kadınların daha yoğun bir inisiyatif hayata geçirmeleri sağlanmalıdır. Bu komisyon buluşmayı örgütleyinceye kadar geliştireceği birçok toplantı ya da farklı iletişim yollarıyla sürekli alanlar arası koordinasyon ve buluşmada tartışılacak konuları belirleyebilir.
Son olarak kurultayın amaçlaştırılmasını da engellemek ve bu konuda örgütümüzün yerellerden merkeze doğru kurulacak kadın komisyonlarının önünü açacağından ötürü Kadın Kurultayının Örgütleme sürecini başarılı kılması durumunda konferansımızda seçilecek bu komisyonun Kadın Kurultayın da merkezi bir YDG komisyonu haline getirilmesi gereklidir.
Bu duruma kadın buluşmasında son halinin verilmesi, kadın yoldaşlarımızın iradesinin daha fazla harekete geçmesini sağlayacaktır.
Öte yandan bu komisyonun yöneticilik misyonu olmamalıdır. Bu komisyon aracılığıyla ayrı alanlardaki kadın yoldaşlarımızın ve örgütümüzün kadın faaliyetine bir bütün olarak daha yakından eğilmesi sağlanacaktır.
Komisyon çeşitli konularla ilgili bildiriler kaleme alabilir, dergimizi bu konuyla ilgili besleyebilir ve kadın sorununa dair çeşitli araştırmalar aracılığıyla örgütümüzün bu konuda daha somut politikalar üretmesini sağlayacaktır.
Diğer yandan işleyiş biçimiyle bu komisyon esas olarak bir koordinasyon komisyonu niteliğinde olmalıdır.
Yukarıda belirttiğim gibi Kadın Buluşmasını örgütlemekle görevlendirilecek bu komisyonun merkezi bir komisyon olarak devam edip etmeyeceğinin tartışılmak üzere konferans irademizce kadın buluşmasına bırakılması oylanmalıdır.
Kadınlar göğün yarısıdır anlayışını hayata geçirmek bizim ellerimizdedir ve cesaretle eksikliklerimizin üzerine gitme iradesini ortaya koyduğumuzda bunları gerçekleştirmenin ellerimizde olduğunu göreceğiz. Yeter ki bu mücadelede, özelde genç kadınların genelde ise bütün emekçi kadınların yaratıcılığına sonsuz bir inançla güvenelim…
İzmir-İstanbul YDG
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)