23 Aralık 2008 Salı

Hapishaneler üzerine önerge

Tarih boyunca süren ezen ezilen mücadelesinde her türlü baskı ve zor araçlarını ellerinde bulunduran egemenler; sömürü ve talanlarını devam ettirmek, ezilenlerin eşitlik, özgürlük mücadelelerini bastırmak için inşa etmiştir hapishaneleri. Yoksunluk ve sömürü koşullarına baş eğmeyen insanlığın yarınlara dair tüm umutlarının baskı ve zorla yok edilmek istendiği yerler olan hapishanelerin ilk elden hedefinde bulunanlar da daima toplumun ilerici, devrimci, muhalif güçleri olmuştur.
Emperyalizm eliyle savaşların ve işgallerin yaşandığı dünyanın pek çok bölgesindeki uygulamalara baktığımızda en ön sıralarda hapishaneler olduğunu, Guantanamo, Ebu Garip, uçak hapishaneleri, gemi hapishaneleri derken özgürlükleri ipotek altına alınmak istenen halklara insanlık dışı uygulamaların bu mekanlarda yapıldığını rahatlıkla görebiliriz.
Egemenlerce “Suçlu” olarak görülen bireylerin kapalı mekanlarda tutulması uygulaması esas olarak tarihin ilk dönemlerine kadar uzanmaktadır. Bu dönemde uygulanan hapsetmeler işlenen suçla ilgili değil, verilen idam vb. cezaların uygulanacağı güne kadar kişiyi alıkoyma şeklindedir.
Ancak, toplumsal yapının gelişimi ve değişimine paralel olarak hapsetmenin amacı da değişmiş ve kapalı yerde tutma uygulaması bireyin “ıslah edilmesi” için uygulanan bir ceza uygulaması halini almıştır.
Hapis cezaları bir ceza yöntemi olarak sınıflı toplumun ortaya çıkışı ile birlikte uygulanmaya başlamıştır. Hapishaneler tarih sahnesinde yerini aldığı günden bu güne hakim sınıfın mahpusları “ıslah etme” “kimliksizleştirme” amacıyla kullandığı alanlar olagelmiştir. Ve egemenler bu “ıslah etme” yolunda baskı ve şiddet uygulamalarından da hiçbir zaman geri durmamıştır.
ABD, muhalifleri hapishanelerde tecrit ederek yalnızlaştırmak, bu yolla kişiliklerini yok ederek itaate zorlamak için ilk büyük laboratuarı Kore’de kurmuştur. Ve Psikiyatrist Doktor Edgar Schein burada asker psikolog olarak görev yaparken daha sonra hava kuvvetlerine ve CIA’ya aktaracağı deneyimler edinmiştir. Bu deneyimleri hapishanelerde de de kullanılmış ve Schein yirmi dört maddelik özel bir program hazırlamıştır. Bu programın özü: karakter zayıflatılması için teknikler uygulanması, sert hapishane yöntemleriyle arada bir düzenli olarak işkence yapılmasıdır.
Almanya’da 1940’lı yıllarda Hitler’in psikolog ve sosyologları toplama kamplarını ve hücreleri keşfetmiş, Bu yalnızlaştırma laboratuarında itaat ve korku Harlow’un deneyimlerindeki gibi maymunlara değil insanlara öğretilmiştir.
Almanya’da 1970’li yılların başında hücre tipi uygulamaları ilk olarak RAF üyelerine uygulanmıştır. Laboratuarlar teknolojinin de desteğiyle daha da geliştirilerek bu sistem yetmişli yıllarda bütün dünyada yaygınlaşmıştır. İngiltere’de IRA’ya, Latin Amerika’da, ABD’de BLA’na, İtalya’da Kızıl Tugaylar’a, Kore’de, Vietnam’da kullanılmıştır. Almanya’da Stammheim Cezaevinde, İngiltere’de Özel Güvenlik Ünitelerinde, ABD’de H Bloklarında, Güney Asya’da kaplan kafeslerinde birçok insan hücrelerin sessizliğine bırakıldılar. Sonuç: tutuklu ve hükümlülerin beden ve ruh sağlıklarında ciddi, kimi zaman geri dönülmez hasarların yaşanması oldu.
Sisteme muhalif olanları kendi hukuku ile yargılayan, eşitsizliğin ve yoksulluğun faturasını da onlara kesen egemenler tutsak aldığı bedenlere şiddet ve baskı uygularken; esasta tutsakların düşüncelerini teslim alma çabasındadır.
Örneğin, ilk olarak Hitler faşizminin keşfettiği hücre cezası uygulaması, hemen hemen aynı dönemde Türkiye’de de hücre ve tabutluklar olarak uygulanmaya başlamış ve buralara ilk konulanlar siyasi tutsaklar olmuştur.
Eşit, insanca, özgür bir gelecek mücadelesi içinde olan devrimci tutsaklar bu saldırılarda daima ana hedefe konulmuştur. Hapishaneleri işkencehaneye çeviren, buralarda komünist ve devrimci tutsakları katleden, 12 Eylül askeri faşist darbesinde bir milyona yakın insanı hapse atan, işkenceden geçiren anlayışın temelinde bu yatmaktadır.
Devrimci düşünceyi yok etmek, kimliksiz hale getirmek amacıyla dünden bu güne onlarca hapishane katliamı yapılması da bu amaca hizmet etmek içindir. Toplumun teslim alınması ve susturulması, sokakların “ölükent”e dönüştürülmesi için Buca, Diyarbakır, Ümraniye ve Ulucanlar hapishanelerinde insanlık dışı katliamlar yapılmış, Burdur’da kepçe ile kol kopartılmış, Ulucanlar’da “hamam işkencesi” adı altında devrimci düşünceye olan kin ve tahammülsüzlük ortaya serilmiştir.
Hapishanelerde süren tüm bu zindancı, insanlık dışı katliam ve işkence uygulamaları egemenlerin, ezenlerin çıkarlarına ters düşen tüm sesleri boğmaya çalışma çabasının bir sonucudur.
Egemenlerin, hapishaneleri daha etkili bir “imha ve sindirme” aracı haline getirme, devrimci düşünceyi kitlelerden yalıtma ve devrimci iradeyi teslim almaya çalışma yolunda attığı en büyük ve korkunç adımlarından biri de 19 Aralık 2000 Hapishaneler Katliamı olmuştur. Kurşunlar, bombalar ve kimyasal silahlar ile 20 hapishaneye eş zamanlı gerçekleştirilen bu operasyon toplumsal muhalefeti sindirmek için inşa edilen F tipi tecrit hapishanelerinin açılışı için gerçekleştirilmiş ve 28 devrimci tutsağın katledilmesine rağmen adına “hayata dönüş operasyonu” denebilmiştir. 19 Aralık katliamında “BİZİ DİRİ-DİRİ YAKTILAR “ diyen kadın tutsağın yanmış yüzü hâla hafızalarımızdadır. Her çıkan ambulansın önüne kendini atan analar, Adli Tıp morgundan yükselen feryatlar hafızalarımızdadır. Yine bu ölüm gününde halaylara duran devrimci irade, zafere türkü çağıldayan devrimci düşünce yanı başımızda ve yüreklerimizdedir.
Katliam ve işkence ile hayata geçirilen F tipi hapishane uygulamasının başladığı o günden bu güne 8 yıl geçmiş ve başlı başına bir işkence politikası olan tecrit etmenin üzerine nice yeni uygulamalar eklenmiştir. Bu süreçte yaşanan direniş ve ölüm oruçlarında 122 devrimci ölümsüzlüğe uğurlanmıştır.
F tipi hapishanelerin hayata geçirilmesiyle birlikte tutsaklar zaten birer yalıtım alanı olan hapishaneler içersinde ayrı bir yalıtıma, tecrit içerisinde ayrı bir tecride maruz kalmışlardır. F tipi hapishanelerde tutsaklara yönelik uygulamalar onları sadece tecrit etme ile de sınırlı kalmamaktadır.
Bugün artık ülkenin hapishaneleri 12 Eylül koşullarını dahi geçecek doluluktadır. Ekim ayı sonu itibariyle hapishanelerde bulunan tutuklu ve hükümlü sayısı 100 bin 599 olmuştur ki Türkiye`deki 458 ceza ve infaz kurumunun toplam kapasitesi 78 bin 318 kişiyle sınırlıdır.
Her gün yenileri açılan bu hapishanelerde tecrit ve her türlü işkence sürdürülmektedir. Ölümlerin ve intiharların olağan hale getirildiği, yaşamını yitirenlerin basın haberlerine konu olmaktan dahi çıkarıldığı ülkede hapishanelerde yaşanan ihlallerin sonu gelmemektedir.
Hapishanelerde durum böyleyken dışarıda tutsakların sesini-sorunlarını duyurmak isteyenler de her türlü şiddete uğramış, içerde ve dışarıda tecride karşı mücadelenin büyümesinden daima korkulmuştur. Tekli-üçlü hücrelerde toplumdan izole edilen tutsakların öncelikle görüşçü sayıları sınırlanmış, görüş süreleri azaltılmış, mektupları imha edilmiş, dışarıya dönük tüm yüzleri sessizce yok edilmeye çalışılmıştır. Emek-demokrasi güçlerine, devrimci-sosyalist güçlere “tehdit-susturma-korkutma” unsuru olarak sürekli yenilenen hapishane uygulamalarına baktığımızda:
* Hapishanelerde ve dışarıda F Tipi hapishaneleri protesto amacıyla sürdürülen ölüm oruçlarının sona ermesini sağlayan Adalet Bakanlığı Genelgesi keyfi olarak uygulanmamaktadır.
* İmralı Hapishanesi’nde tek kişilik hücrede tutulan Kürt Ulusal Hareketin önderi Öcalan’ın en temel insan hakları gasp edilmekte ve Öcalan üzerinden sistem Kürt ulusuna ve demokratik kamuoyuna saldırgan mesajlar vermektedir.
* Hapishane içinde ayakkabı araması dayatması nedeniyle tutsakların hastane, mahkeme ve revire çıkışları engellenmektedir.
* Sevklerde, hastane ve mahkeme gidişlerinde tutsaklara saldırı ve temel ihtiyaçların karşılanmaması “geleneksel” hale getirilmiştir.
* Her türlü temel ve insani ihtiyacın “dilekçe” ile temini dayatması nedeniyle zorluklarla karşılaşılmaktadır.
* Yaşamsal konularda: tutsakların su-ısınma-beslenme ve sağlıklı ortamda kalma olanakları yoktur. Su kesintileri, kantin kısıtlılıkları, fahiş fiyat ve kalitesiz ürün uygulamaları, dışarıdan gıda getirilmesi yönündeki engeller bunu yaratmaktadır.
* Verilen yemeklerin kalitesiz-az-kötü oluşu nedeniyle tüm ihtiyaçlarını kantinden para ile almak zorunda kalan tutsaklar “paralı mahpusluk” statüsündedir.
* Tutsakların dava arkadaşı ya da kendi talebi ile birlikte olmak istediği hücre arkadaşı talebine olumsuz yanıt verilmektedir. Böylece tecrit katmerli hale getirilmektedir.
* Baskılar ve saldırılara karşı ortak duruşların karşısında devlet ikinci bir ceza olarak “hücre cezası” vermekte, demokratik ve insani talepler bu yolla bastırılmaya çalışılmaktadır. Artık otomatik hale getirilen bu hücre cezaları yıllara vardırılmakta, bu süre içinde tutsaklara görüş ve mektup hakları kullandırılmamaktadır.
* Üç hücre cezası alan hükümlülerin infazı yakılmakta, bu yolla hapishaneden çıkış umudu da azaltılmaktadır.
* Ağırlaştırılmış müebbet cezası alanların tek kişilik hücrelerde tutulması ve görüş, havalandırma kısıtlamaları sonucu “tek kişilik ağırlaştırılmış tecrit” uygulamasına başlanmış, infazda eşitsiz koşullar nedeniyle hukuksuzluk meşru hale getirilmiştir.
* Tutsakların hapishanelerde yaşadığı ihlal ve saldırıları şikayet konusu yaptığı dilekçeler kaybedilmekte, İnfaz Hakimliklerine ulaşanlar ise hep aynı şekilde “takipsizlikle” sonuçlanmaktadır.
* Hapishaneler idareleri, tutsakların “bireysel başvuru ve bilgi edinme hakkında yararlanma” hakları engellemektedir.
* Anadilde konuşma hakkı engellenmektedir. Kürtçeden başka dil bilmeyen tutsak ve yakınları görüşememekte ve zorluklarla karşılaşmaktadır.
* Haklarında mahkemelerce verilmiş toplatma ve yasaklama kararı olmamasına rağmen Kürtçe ve bazı muhalif yayınlar, cezaevi idaresince keyfi olarak el konulmakta ve tutsaklara verilmemektedir.
* Tutsakların içme ve temiz su ihtiyacı karşılanmamakta, sıcak su 15 günde bir verilmektedir.
* Tutsakların odalarında 3 kitaptan fazlasını bulundurmasına izin verilmemektedir.
* Tutsakların spor yaparken boyunlarının altına koydukları gazeteler, gardiyanlarca ‘amaç dışı kullanılamaz’ gerekçesiyle verilmemektedir.
* Tutsakların TV sehpası veya çöp kovası olarak kullandığı pet şişelere cezaevi yönetimince, ‘amacı dışında kullanılamaz’ gerekçesiyle el konulmuştur.
* Hapishane yönetimince sadece siyah, beyaz ve gri renk iç çamaşırı giyilmesine izin verilmektedir.
* Hapishanelerde yaşanan diğer en can yakıcı sorun ise: HASTA TUTSAKLARDIR. Sağlıksız koşullarda ve yetersiz beslenme, yetersiz tedavi koşullarında kalan tutsaklar yaşamla ölüm arasındaki en ince çizgide yaşam savaşı sürdürmektedir. Hastane sevkleri zamanında yapılmayan, hastanelerde en insanlık dışı uygulamalara maruz kalan, teşhis ve muayene sırasında kelepçe ile ve doktorun yanında gardiyanın da bulunduğu ortamlarda muayene dayatılan tutsaklar çoğunlukla muayene dahi olmadan geri dönmektedir. Hastanelerdeki mahkum koğuşlarında ise kendi ihtiyaçlarını karşılayamayacak durumdaki tutsakların çağrıları boşlukta asılı kalmakta, yatağa kelepçeli tutsağın tuvalet ihtiyacı için bile onlarca prosedür işletilmektedir.
Dünden bu güne yüzlerce tutsağın bu insani olmayan koşullar ve tedavi engelleri nedeniyle yaşamını yitirdiği hapishanelerdeki revirlerde ise tek tedavi ilacı “aspirin “ olarak görülmekte, hastalık teşhis ve tedavileri geciktirilerek yapıldığı için yaşamlar solmaktadır. Murat Dil, Polat İyit, Hanım Baran, Salih Sevinel ve 77 yaşındaki Ali Çekin gibi onlarcası bu ihmalin sonucunda yaşama veda etmiştir. Hasta tutsaklara yönelik tüm çağrıları yanıtsız bırakan egemenler bu ölümlerin altına da imzalarını atmışlarıdır.
Artık isimlerini hepimizin ezbere saydığı, başta 20 ameliyat geçiren mesane kanseri Erol Zavar olmak üzere, Aynur Epli, Gazi Dağ, İnayet Mete, Memduh Kılıç, Afyon Korkmaz, Mesut Deniz gibi onlarca ağır hasta tutsak için yapılan çağrılar da yanıtsız bırakılmakta, yeni ve sessiz ölümlere davetiye çıkarılmaktadır. 100 binin üzerinde tutuklu ve hükümlü bulunan hapishanelerde sadece 67 hekimin olması “hapishane ve sağlık sorununa” hakim anlayışın aslında “asmayalım da besleyelim mi” diyen 12 Eylülcü anlayışa tekabül ettiğini göstermektedir. Bu yıl hapishanelerde sağlık ve saldırılar sonucu yaşanan 18 can yitimi bu anlayışın en açık kanıtıdır. Yine hapishanelerden 2000’in üzerinde ihlal ve hak gaspı başvurusu yapılması egemenlerin “işkenceye sıfır tolerans “ yalanlarını açığa çıkarmaktadır.
Hapishanelerde sadece siyasi tutsaklara değil adli tutsaklara da önemli baskılar uygulanmaktadır. İnsanlık onurunu hiçe sayan işkence, kötü muamele uygulamalarının yaygınlığı, sistemin hapishaneler yaklaşımını gözler önüne sermektedir.
Yine hapishanelerdeki yasaklar listesine baktığımızda ise insani olan her şeyin bu kapsamda olduğunu görürüz. Hapishanelerde;
• Gazete arşivi tutmak• Siyah üzüm istemek• Sabun ve deterjanı pencere kenarına koymak• Kantin günü dışında alışveriş yapmak istemek• Kantinden oda arkadaşları için alışveriş yapmak• Dışarıdan yiyecek almak• Ziyaretçilerin getirdiği giysileri giymek• Ajanda ve spiralli defteri içeri sokmak• Voleybol oynarken konuşmak• Mektuplarda moral verici cümlelere yer verilmesi• Walkman ile müzik dinleme• Cezaevi idaresinin tutumuna ilişkin dışarıya mektup göndermek• Görüşlerde anadilde (Kürtçe) konuşmak• Kürtçe yayın almak•Sosyalist ve muhalif yayın almak YASAKTIR!..
Son dönemde artan faşist ve şovenist histeri ile yükselen saldırılar da yine en çok hapishanelere yansımıştır. Engin Ceber sosyalist bir dergi dağıtımında kurşunla felç edilen Ferhat Gerçek ile ilgili basın açıklamasına katıldığı için hapsedilmiş ve hapishanede işkence ile katledilmiştir. Gebze’de yurtsever kadın tutsaklara adli tutsaklar bıçak ve satırlar ile saldırmış, ancak o meşhur “yüksek güvenlik” bu saldırıda işlememiştir. Karataş Kadın Kapalı Hapishanesinde görüşe çıkan tutsakların kollarına zorla “tek bayrak-tek dil-tek vatan” mührü basılmak istenmiş, itiraz edenlerin görüşleri engellenmeye çalışılmıştır. Kırıkkale F Tipi’ne sürgün sevk yapılan Sincan F Tipi’ndeki tutsaklar yerlerde sürüklenmiştir. Kırıklar F Tipi’nde hastane sevkinde tutsaklar ölesiye dövülmüş, yine son hastane sevkinde devrimci bir tutsak boynuna ip geçirilerek boğulmaya çalışılmıştır. Sokakta polis yetkilerinin arttırılması sonucu yapılan katliamlar içerde saldırı ve işkencelerle devam etmektedir.
Hepimiz biliyoruz ki hapishaneler özgürlüğün insan elinden alınmasıdır, eşitlik ve özgürlük mücadelesi yolunda, yarınlar için, düşler adına ödenen bir bedeldir. Tecrit, yaşam alanının daracık bir hücrede insan sesine, yüzüne, maviye, yeşile hasret bırakılarak sınırlandırılmasıdır. Ve devrimci-komünist tutsaklar tüm bu koşullara, saldırılara, yasaklar denizine karşı direnişlerinden hiçbir zaman vazgeçmemiş, kavganın, mücadelenin, devrimci kararlılığın mirasına her zaman sahip çıkmışlardır. Fakat ne yazık ki bugün artık adı işkence, saldırı, hak gaspları ile özdeşleşmiş olan hapishaneler sorunu toplumun gün geçtikçe daha fazla kanıksadığı bir sorun halini almıştır, hapishanelerde yaşananlar birçok insanı üzmekle beraber artık şaşırtmamaktadır.
Fakat yaşanan her şeyin bilincinde olan bizler asla bu kanıksamadan payımıza düşeni almamalı ve 3. Konferansımız aracılığıyla anlamının ve öneminin farkında olduğumuz devrimci dayanışmanın yaşam bulması için elimizden geleni yapacağımızı, hapishaneler sorununa karşı duyarlılığımızı arttıracağımızı buradan bir kez daha duyurmalıyız. Çünkü gene hepimiz biliyoruz ki hapishanelerde yaşanan tüm saldırı ve baskılara karşı dışarıdaki mücadelenin en önemli adımı devrimci ve komünist tutsaklar ile dayanışmak ve onlara dün olduğundan daha fazla sahip çıkmaktır.
Ek olarak, özellikle devlet tarafından hapishanelerde yalnızlaştırılan tutsaklarla dayanışma arttırılmalı, tutsaklarla elden geldiğince kitap, dergi, makale paylaşımı yapılmalıdır.

(Oy Birliği)

Hiç yorum yok: