A) Örgütsel durumumuz:İkinci konferansımızda görece uzun uzadıya değindiğimiz örgütsel durumumuzda, geride kalan bir sene süresince çeşitli gelişmelere paralel bazı değişikliklere gittiğimiz görülmektedir.YDG’nin sağlıklı merkezileşmesi kararımız kapsamında zamana yaydığımız bu sorunu esasta güçlenmiş ve sağlıklı işleyen birim-alan faaliyetleriyle çözülebileceğini 2. Konferansta belirtmiştik.Birimde kurumsallaşma konusunda henüz oldukça deneyimsiz olduğumuz açıkken, her şeyden fazla kendi pratik deneyimlerimizle bu sorunu aşmaya çalışmamız, politik durum kapsamında da belirteceğimiz tasfiyeciliğin etkileri gibi nedenlerle zorlandığımız, alan çalışmalarında çok da yaratıcı olamadığımız açıktır.
1. ve 2. Konferanslar arasında kendisini gereklilik olarak dayatan YDG toplantıları konusunda 2. Konferans sonrası daha da uzmanlaştığımızı, sıklıkla birbirini tekrar eden statik biçimleri pratik içerisinde değiştirdiğimizi ve birçok alanımızda asgari düzeyde de olsa YDG toplantılarını pratiğe hizmet edecek şekile çevirebildiğimizi söyleyebiliriz.
Bu süreçte, ihtiyaç ürünü olarak ortaya çıkan YDG toplantılarının kimi dönem verimsizleşmesi, statüko haline gelmesi, daha doğrusu demokratik çalışmanın adeta tek biçimi haline getirilmesi, bu konuda yaşadığımız temel sıkıntı olmuştur.
İşte bu sorun karşısında ihtiyaç ürünü olarak ortaya çıkan YDG toplantılarının verimlileştirilmesi için pratiğe dönük, alan politikalarına yoğunlaşmış biçimler gündeme girmiş, bazı alanlarımızda periyotlar seyrekleştirilmiş, toplantıların merkezileştirilmesinin zor olduğu alanlarda da toplantılar daha da birimleştirilmiştir.Bu deneyimler ışığında hiçbir birimin dogma olmadığını, biçimlerin verimli ve demokratik bir çalışma için var olduğunu ve ihtiyaçlara göre değiştirilebileceğini bir kere daha görmüş olduk.2. Konferansla birlikte farklı DKÖ’lerin daha fazla gündemimize girmiş olması, “Peki, YDG’yi nasıl örgütleyeceğiz?” sorusunu daha da fazla tartışılır kılmıştır. Örgütsel bileşimimizin DKÖ çalışmalarında deneyim kazanmasıyla ve her yoldaşımızın DKÖ çalışmalarına yoğunlaşmasıyla YDG çalışmasının hem daha kolay yürütüleceğini hem de komplike bir özellik kazanacağını iddia edebiliriz.Daha öncesinde de sorulmuş olan “YDG çalışması mı esas öğrenci derneği çalışması mı esas?” sorularının önümüzdeki süreçte tekrar karşımıza çıkacağı açıktır. Kendi özgül çalışmalarımızın yanı sıra YDG çalışmasının zaten kitleler ve kitle örgütleri içerisindeki çalışma olduğunu söyleyerek bu soruyu cevaplandırabiliriz.Çalışmalarımızda öne çıkan bazı sorunların önem sırasına göre dizilimi
Bu konu, örgütsel durum kapsamında işlenmekle birlikte aynı zamanda politik çalışmalarımızı da aynı düzeyde ilgilendirmektedir.
1. Politik niteliğin yetersizliği
2. Kitleler içerisinde örgütlenme sorunu
3. Dağınık çalışma tarzı
1. Politik Nitelik Sorunu:
Örgütümüzün politik sorununun çalışmalarımızı bir bütün engellediğini söylemek doğru değildir. Son yıllarda kitlelerin gerçek gündemi olan, can alıcı politikaları belirlemede örgütümüzün bir sorunu yoktur. Tali onlarca sorun, merkezi esas sorunlarla teorik belirleme bazında doğru şekilde birleştirilse de bu politikaları uygulamada, gündemleştirmede, yerelleştirmede oldukça önemli sıkıntılar yaşadığımız açıktır.
Doğal olarak bu durum politikliğimizle ilgilidir ve diğer iki sorunla ayrılmaz bir biçimde alakalıdır. Konunun esası olmamakla beraber alt başlık olarak şu sorunlara değinilebilir:- Teorik eserlerin düzenli ve pratiğe hizmet edecek şekilde okunmaması- Güncel gelişmelerin takip edilmemesi, güncele müdahalenin zayıflığı- Politik algılarımızı ve düşünce sistematiğimizi geliştirecek tartışmaların, forumların yeterince yapılmaması ve bu konulara ilgisizlik- Örgütsel konuların politik konulardan daha fazla tartışılması- Gelişmelerin birbiriyle ilgisini kuramama, parçaya odaklanma2. Kitleler İçerisinde Örgütlenme Sorunu:
Bu dönemde, bahsi geçen başlık içerisinde özellikle eksik kaldığımız konu, sistematik bir yaklaşım olan “kitlelerden kitlelere” formülasyonunu pratikte kullanmamızla ilgilidir.Son dönemde vurgulanan “konuşmadan önce ısrarla dinleme”, “kişilerin değil, kitlelerin görüşüne yoğunlaşma”, “kitlelerin görüşlerini sistemli olarak inceleme ve düşünmeden karar vermeme/konuşmama”, “kitleleri tanıma” ve bu kapsamda gündemleşen “halka hizmet et!” şiarı hem eksikliklerimizi hem çözümlerini ifade etmektedir.
Bunun yanı sıra 2. Konferans’ta karar altına aldığımız, her YDG’linin başka bir DKÖ’de örgütlenmesi kararına, önemli gelişmeler olsa da tam olarak uyabildiğimiz söylenemez. Yine DKÖ çalışmalarında bir seviyeye geldiğimiz alanlarda da YDG’yi örgütleme konusunda sıkıntı yaşadığımız bu seneki pratiklerde görülmüştür. Bunun nedenleri şu başlıklar altında sıralayabiliriz:
- Kitleleri tanımama
- Kitleleri dinlememe
- Kitleleri dinlemeden politika oluşturma
- DKÖ çalışmalarına uzaklık
- Kitlelere güvensizlik
- YDG’ye ve politikalarına güvensizlik3. Dağınık Çalışma Tarzı:
Politik duruşumuzun bir sonucu olarak ortaya çıkan çalışma tarzındaki hatalı yaklaşımlarımızı bu sene, önceki seneye oranla daha fazla hissettiğimiz söylenebilir. Çalışma tarzı kapsamında doğrudan politik niteliğimizle ilgili “planlama” sorununun esas olduğunu vurgulayalım.
Hedefi belli olmayan bir kişinin nereye nasıl gittiğinin bir önemi yoktur. Bu nedenle dağınıklığımızın nedenini hedeflerimizi de belirlemeyi içeren bir planlamadan, bunu detaylandıran bir prosedürler (yöntemler) çalışmasından yoksunluğumuza bağlayabiliriz. Her ne kadar içerisinde eksiklikler barındırsa da konferanslarımız, bir senelik genel planlamamıza işaret eden örneklerden birisi olarak verilebilir. Ancak alanlarımızda, örneğin 1 ay, 6 ay, 10 ay ya da 3 yıl sonra neyi hedeflediğimizi bilmediğimizi yani kısa, orta ve uzun vadeli hedefler belirlemediğimizi hepimiz biliyoruz. Bunun olmadığı bir çalışma tarzı, günü, haftayı en iyi ihtimalle de ayı planlayan; ancak bunu da üzerine durmadan yapan, esasta kendiliğindenci bir çalışma tarzıdır.
Asgari, kısa ve orta vadeli, 6 aylık, 1 yıllık örgütsel ve politik plan hazırlamak, bu planları gerektiğinde müdahaleye açık halde esnek tutmak gereklidir.
- Zamanı, amacı, genel olarak araçları belirlenmiş,
- anlaşılır,
- bir örgütsel yapıya dönük,
- genel programa ve plana uygun,
- işbölümü ve kolektivizme dayalı,
- periyodik olarak denetlenebilir,
- gerçekçi ve uygulanabilir planlar hazırlamak, her alanımızın gündeminde olmalıdır.
Çalışma tarzımızda bu konu kapsamında esneklik ve denetlenebilirlik ilkelerini de irdelemek gerekmektedir. Gönüllülüğü esas alan ve hiyerarşik olmayan, demokratik merkeziyetçilik ilkesinin demokrasi kısmına ağırlık veren YDG, bu tarzıyla esnek bir örgütlenme olmakla birlikte, iş yapmamayı, sürekli bahane üretmeyi ve denetlenmekten kaçmayı asla benimseyemez YDG’nin esnekliği çalışma tarzının gevşekliğini derinleştirmek için belirlenmemiştir ve hiçbir örgütte de gevşeklik, tembellik kutsanamaz. YDG’nin esnekliği, gönüllü iş yapmama tavrına maddi bir müdahalede bulunmamasından kaynaklıdır. Disiplin kapsamında değerlendirilmesi gereken bahanesiz iş yapmama, yalancılık, yozlaşma gibi konularında “nasıl olsa YDG esnek” anlayışıyla hareket edilemeyeceği açıktır. Çalışma tarzına da etki eden bu gibi sorunlarda alanlarımız gereken kararlarını vermektedir. Bunun dışında YDG’nin maddi yaptırımından çok manevi baskılarının olduğunu biliyoruz. (eleştiri, tavır alma vb) Bu konularda bir senede yaşanan örnekler, hattımızın doğruluğunu göstermektedir.
Faaliyetçilerin özdenetimi ve kolektif denetimi de merkezi bir zorlamanın konusu olamaz. Olsa da bugün bazı alanlarımızda örnek olduğu gibi yoldaşlarımızın istemleriyle yaşama geçirilmelidir. Aylık harcamalarımız, pratik faaliyetlerimiz, ne okuduğumuz gibi konuları içeren yazılı denetim raporları,
1. Otokontrolün
2. Kolektif kontrolün ve doğal olarak şeffaf çalışmanın aracı haline getirilmiştir.Bu başlık kapsamında son olarak mali sorunlarımıza yaklaşımlarımıza da değinmekgerekmektedir. 2. Konferans’ta karar altına aldığımız 20 YTL’lik aylık bağış kararını tam olarak uygulayamadığımız ortadadır. Alanlarımız sürekli olarak mali sorunlar yaşamakta ve dahası yayınımız da mali sorunlarla boğuşmaya devam etmektedir.
B) Politik Durum Değerlendirilmesi:
2007’nin sonunda gerçekleştirdiğimiz 2. Konferansımızdan bu yana geçen bir yıllık süreç, fazlasıyla incelenmeyi hak etmektedir. Ardı ardına yaşanan gelişmelere cevap olma noktasında eksikliklerimizin öne çıktığı bu süreçte de etkisi fazlasıyla hissedilen tasfiyeciliğin sonuçlarıyla boğuştuğumuz söylenebilir.
2. Konferansımızda önümüzdeki süreç tartışmalarında eğitimdeki emperyalist yasalardan yola çıkarak anti-emperyalizm vurgusunun öne çıkması gerektiğini belirtmiştik. Daha önceki süreçlerle karşılaştırdığımızda kitlelere yönelik teşhir çalışmalarımızın ve onun öncelindeki anti-emperyalizm vurgularımızın yetersizliği bu süreçte dikkat çekilmesi gereken sorunlarımızın başında gelmiştir. Konferansımızın anti-emperyalizm vurgusunun yanı sıra örgütümüzün yaptığı çalışmalar neticesinde ve kitle hareketlenmelerinin niteliği değerlendirilerek başlatılan örgütlenme kampanyası, 2. ile 3. Konferanslarımız arasında belki de en fazla değerlendirilmesi gereken yönelim olmuştur.
2007-2008 döneminde Ulusal Sorun konusunda da önemli gelişmelerin yaşandığı, toplumsal hareketlenmenin bu çerçevede sınıflandığı açık bir gerçektir. Şovenist histerinin resmi ellerle yaygınlaştırılmaya çalışıldığını, savaşın önceki senelere nazaran daha fazla gündeme girdiğini, bu konuda ibretlik tavırların alındığını söyleyebiliriz.
Kitlelerin artan memnuniyetsizlikleri, kendiliğinden eylem ve örgütlenmelerin tekrar yaşanmaya başlandığı, takvimsel süreçlere ilginin arttığı bu süreçte devrimci hareketin durgunluğu, iradesizliği, iddiasızlığı, çözümün ve alternatifin umut olarak kitlelerin kafasında belirginleşmesini engellemiştir.Geliyorum diyen ekonomik krizin geçtiğimiz aylardan itibaren fazlasıyla etkisini hissettirdiği bu süreçte alternatif arayışların artacağını söylemek de yanlış olmayacaktır.
İşte genel hatlarıyla belirttiğimiz bu gelişmelere örgütümüzün nasıl tavır aldığını, eksik kaldığı noktaların neler olduğunu değerlendirmek, önümüzdeki süreci planlarken bize önemli katkılar sunacaktır.
ABD öncülüğünde emperyalistlerin Irak’ta ve Afganistan’da gerçekleştirdikleri işgaller, anti-emperyalist tepkinin dünya genelinde olduğu gibi, hem sosyo-ekonomik nedenlerle hem de coğrafi nedenlerle Türkiye’de de fazlasıyla artmasına vesile olmuştur. Bu dönemleri kapsayan anti-emperyalist yönelimlerimizin devamlılığı tartışmalı olsa da kazandığı başarıları bugün hepimiz biliyoruz. Emperyalizmin saldırılarının askeri içerikli olduğunda daha fazla hissedilmesi anlaşılır olsa da diğer yönlü saldırıların, özünde askeri saldırılarla aynı amaçları taşıması gerçekliği ekseninde, benzeri bir duyarlılığın sağlanması gerekmektedir. Emperyalist patentli yasalarla kuşatıldığımız bu dönemde, kitlelerle birlikte belirgin bir tepki gösteremediğimiz açıktır. Elbette ki bu durumun nesnel ve öznel nedenlerini birlikte değerlendirmek gerekmektedir.
Son iki senedir gündemimizde olan eğitimde emperyalist yasalar politikası, diğer devrimci ve ilerici öznelerin gündemine girmediği için adeta sadece bizim kampanyamız, sadece bizim yönelimimiz olarak kalmıştır. Bunun dışında faaliyet yürüttüğümüz diğer DKÖ’lerde de bu yasalara karşı aktif çalışma yürütmeyi gündeme alamamış olmamız, yaşadığımız sıkıntıların başında gelmektedir.Ülke genelinde kitlelerin kendiliğinden duyarlılığın parçalı ve sınırlı olması da bu politikanın etkisini kısıtlamıştır. Bunların yanı sıra örgütümüzün, kampanya başladığı dönemde özellikle de üniversitelerin genelinde etkin bir politik özne durumunda olmaması, kampanyanın da özelde üniversiteli halk gençliğine ulaşmayı hedeflemesi kampanya ve sonrasında yönelimimizin geniş bir hareketlenme yaratmasına engel olmuştur.
Üniversitelerde kampanyanın başladığı dönemlerde var olan örgütlülük düzeyimiz sayıca az olmakla beraber, kitle çalışması konusunda da deneyimsizdi. Kampanyanın başladığı 2006 başlarına kadar örgütümüzün görece uzun bir süre kitlelere dönük politika oluşturma konusunda yetersiz kaldığını 2. Konferansımızda belirtmiştik. İşte bu sorun, halen tam olarak çözümleyemediğimiz ancak gelinen aşamada önemli gelişmeler de kaydettiğimiz bir konudur.
Aradan geçen neredeyse 2 sene sonunda üniversitelerde tekrar kendimizi var ettiğimiz, YDG dışında da çeşitli DKÖ’lerde çalışmaya başladığımız açık bir gerçektir. Ancak sorun, sadece kendimizi var etme sorunu değildir. Kampanyanın yoğunluklu olmasına yapılan atfa rağmen 2007 Kasım ayında gerçekleşen Ankara’daki merkezi eyleme katılımın, örgütümüz tarafından yeterince sağlanamaması düşündürücü olmuştur. Belirli bir düzey yakalandıktan sonra gündeme gelen örgütlenme kampanyası, hem bu soruna atıfta bulunan hem de kitlelerin ihtiyaçlarını gözeten bir kampanya olarak planlanmıştır.
Ancak bu kampanyanın öncesinde 2. Konferansımız süresince YDG’nin nasıl çalışacağı konusunda yapılan tartışmalar ve fikir ayrılıklarıyla zenginleşen bir konferans geçirdiğimiz bilinmektedir. YDG toplantılarının nasıl olacağı, YDG’de disiplin, mali sorunlar, yayın anlayışımız, kadın sorununa bakışımız, diğer DKÖ’lerde çalışmanın gerekliliği gibi konularda yapılan tartışmalar ve bu tartışmaların 3. Konferansımıza gelirken bize sağladığı birikimler önemlidir.
Örgütümüzün çalışma ilkelerinin nasıl olacağının belirlenmesi, kitle çalışmasındaki verimliliğimizi de etkileyen önemli bir konudur. İşte 2. Konferansımızla birlikte bu konuda önemli gelişmeler kaydettiğimizi rahatlıkla söyleyebiliriz. YDG’nin hedef kitlesine ulaşma sorunu ve dahası YDG’de kararların nasıl alınacağı meselesinde yaşanan kafa karışıklıklarının bu süreçte önemli düzeyde giderildiğini söylersek abartmış olmayız. Elbette ki bu konuyu tam olarak çözümleyebildiğimiz söylenemezse de bu sorunun zaten pratik ve politik deneyimimizin gelişmesine paralel olarak çözümleneceği açıktır.
2008 başında başlatılan örgütlenme kampanyası hangi ihtiyacın ürünüydü?Emperyalist yasalara karşı yürüttüğümüz kampanya ve yönelim sürecinde, halk gençliğini harekete geçirme noktasında yaşadığımız sıkıntılardan bahsetmiştik. Bu süreçte benzeri bir yönelim içerisinde olan başka ülkelerde öğrenci, öğretim görevlisi ve yasalardan etkilenen işçilerin öz örgütlülükler nezdinde kitlesel bir biçimde gerçekleştirdikleri karşı duruşlar, Türkiye’de eksik olan en önemli konulardan birisinin ne olduğunu da bize gösterdi.
Esasta gençliğin mesleki ve özlük haklarına yönelik böylesine kapsamlı bir saldırı dalgasının adeta sessizlikle karşılanması şaşırtıcıydı. Biraz geriye gittiğimizde TMMOB’a bağlı gençlik komisyonlarının Yetkin Mühendislik uygulamasına karşı kitlesel bir karşı duruş sergilediğini, örgütsüz olmakla birlikte öğretmenlerin ve öğretmen adaylarının sözleşmeli öğretmenlik uygulamasına karşı çıktıklarını vb görebiliriz. Ancak bir bütün olarak eğitimde emperyalist yasalar gündeminin ele alınmadığını ve paket biçimde gerçekleşen saldırıların parçalarına, parçalı ve özde kendiliğinden sınırlar içinde karşı çıkıldığını gördük.
Uzun sessizlik sürecinin akabinde kendiliğinden gelen bu tepkiler asla küçümsenemeyecek nitelikte olmasına rağmen sürekliliğinin aynı coşkuda sağlanamaması ve alternatiflerin güçsüzlüğü düşündürücüydü. İşte bu kıpırdanış ve halk gençliğinin her alanda örgütsüzlüğünden dolayı susturulmuşluğuna karşı “söz-yetki-karar hakkı ve örgütlenme özgürlüğü” şiarlı kampanyamız oldukça önemli bir yerde duruyordu.
Amacımız, her alanda halk gençliğini kendisini ifade edeceği öz örgütlülüklere ve diğer DKÖ’lere seferber etmenin, bu örgütleri, kendi alanlarında karar yetkisi olan örgütler haline getirmenin önemini vurgulamaktı. Ancak, önümüzde önemli bir sorun bulunuyordu. Bizler halk gençliğini örgütlenmeye çağırıyorduk ama bizzat bizlerin de yeterince örgütlü olduğunu söylemek zordu ve hala zor.
Kampanyanın henüz hazırlık aşamasında kitlelerin nabzını ölçmek için yaptığımız anket çalışması, merkezi araç kullanmada, yani bir örgüt olmada sıkıntılar yaşadığımızı gösterdiği kadar, kitlelerin “kendilerini ifade etme” konusunda sorunlar yaşadığını ve tüm anti-propagandaya rağmen “örgütlenmekten” o kadar da korkmadıklarını naçizane anlatmaya yetti.
Kitlelerle, daha doğrusu geniş kitlelerle temasımızın dahi ne kadar kısıtlı olduğunu, en ilkel biçimleriyle bu anket çalışması esnasında fark ettik ve her alanımızda esasta çalışmasını yapacağımız araçları belirlemeye başladık.
Maalesef bu süreç, deneyimimizin ama özelikle politik deneyimimizin sandığımızdan daha az olduğunu bir kere daha bizlere gösterdi. Kampanyanın nedeni, amacı netleşmişken ve kitlelerin de bu yönlü bir talebinin olduğunu asgari anlamışken, oldukça garip nedenlerle bazı alanlarımızda araç, yani kitleleri yönlendireceğimiz örgüt bulmakta zorlanmamız işte bu deneyimsizliğimizi bizlere gösteriyordu. Bazı alanlarımızda bu kampanya başlayana dek YDG dışında bir kitle örgütünü gündemimize almadığımızı, bu örgütlerde çalışmadığımızı, bu nedenle de işe nereden başlayacağımızı bilemediğimizi “birden bire” fark ettik.
Evet, 2. Konferans sonrası YDG’nin nasıl çalışacağı konusunda asgari de olsa netleşmiştik. Ancak öğrenci derneği, Genç-Sen, TMMOB, Eğitim-Sen, işçi-köylü sendikaları ve dernekleri, semt dernekleri gibi örgütler bizim, geçmişi saymazsak deneyimsiz olduğumuz, teoride az-çok bilgimiz olsa da pratikte cahil kaldığımızı örgütlerdi.
Örneğin bir alanımızda bu bilgi eksikliğiyle beraber konuyu yeterince önemsememenin sonucu olarak, kampanyanın sonuna dek hiçbir şey yapmadığımızı üzülerek itiraf etmeliyiz. Her YDG toplantısında gündemleşmesine rağmen bahsi geçen alanımızda yeterince gücümüz, dahası kitlelerin yeterince ilgisi varken öğrenci derneği kuramamamız, eğitim fakültesinde varlığımıza ve bizzat Eğitim-Sen den teklif gelmesine rağmen Eğitim-Sen’in gençlik örgütünü oluşturamamış olmamız yani kampanyayı koskoca bir sıfırla tamamlamamız ne demek istediğimizi anlatmaktadır.
Yine deneyimsizliğin bize zaman kaybettirdiği bir alanımızda çalışma yürüttüğümüz örgütlerden Genç-Sen’e mi, kulübe mi, bir başkasında Genç-Sen’e mi TMMOB’a mı öncelik vereceğimizi netleştiremememiz, kampanya süresince yaşadığımız sıkıntılardan bazılarıdır.
Örgütlenme kampanyasını bir kampanya gibi ele aldığımızı söylemek zor olsa da bize çok önemli deneyimler kattığını hiç birimiz inkâr edemeyiz. Evet, kafa karışıklıklarını yaşadık, ama bunun bazı nedenleri vardı ve bu nedenler, bahsi geçen örgütlerin düzgün çalışmaması, geri tartışmalar ekseninde boğulması ve zamanımızın verimsizliği gibi nedenlerdi. Örneğin öğrenci gençliğin öz örgütlülüğü olma iddiasıyla kurulan Genç-sen’in siyasetler birlikteliği görünümü, taban inisiyatifini hiçe sayması ve dahası gençliğin özlük hakları için etkin bir çalışma yürütmemesi, bazı birimlerinde mantıklı önerilerimizin mantıksızca reddedilmesi can sıkıcıydı.
Tüm bu gerçeklere rağmen, doğru görüşlerin muhalefette kalabileceğini ve bizim usanmadan kitleleri örgütlememiz gerektiğini, onların özne olmasıyla bu sorunun önemli oranda giderilebileceğini, örgütlenme kampanyası sayesinde öğrendik.
Kampanya süresince her yönüyle olmasa da büyük oranda başarılı olduğumuz alanlar da oldu. Tüm politik derinlik eksikliğine rağmen Mersin LÖB ve Musalla Kültür Dayanışma Derneği pratikleri buna örnektir. Kitlelere temas etmenin yanı sıra onlarla birlikte hareket edebilme konusunda önemli deneyimler kazandığımız bu çalışmalarda, örgütlenme kampanyasının YDG ayağında sıkıntılar yaşadık ve MKDD’de çalışmamızın devamlılığını sağlayamadık. Bunun dışında bizim dışımızdaki politik öznelerin etkinliğini, doğrularını ve yanlışlarını, kitle örgütlerine yaklaşımlarını görebildiğimiz bir bütün İstanbul Üniversiteliler süreci, Ankara Cebeci süreci, Diyarbakır Dicle süreci, yeni olmakla beraber İzmir’de ve İstanbul’da tartışılan LÖB-Lise çalışması süreçlerinin öğreticiliğini reddetmemiz mümkün değildir.
2 sene öncesine göre kitleyi ve kitle örgütlerinin tartışıyor olmamızın yanı sıra beklemeksizin bu çalışmaların içinde, pratik içinde olmamızın da kendi gerçekliğimiz düşünüldüğünde başarı olduğunu söylemeliyiz. Bu süreci aynı sorunlarla karşıladığımız diğer devrimci ve ileri örgütlerle birlikte uzun bir süre kelimenin tam anlamıyla “durduğumuzu”, “beklediğimizi” itiraf ederken artık harekete geçtiğimiz ve kitleleri yeniden gündemimize aldığımızı müjdeleyebiliriz.
Genç kadın çalışması ve YDG Kadın Buluşması
Ülkenin sosyo-ekonomik yapısı nedeniyle fazlasıyla hissedilen kadın sorununun, YDG tarafından yeterince gündeme getirilmemiş olduğu yani yeterince önemsenmediği açıktır. Maalesef YDG’nin bu sorunu duyumsaması, genel belirlemeler ve ön bilgileri saymazsak daha fazla kadın yoldaşlarımızın çabalarıyla olmaktadır.
Geçtiğimiz sene, sürekliliği sağlanmamış olsa da bazı alanlarımızda kurulan Kadın Komisyonları, bu sorunu gündemleştirme, gündeme müdahale etme ve özgün örgütlenme amaçlarını hedeflese de farklı konuların öne çıkması neticesinde gündemden düşmüştür.
Oysa bu gündemden düşme anlayışı, söz konusu olan konularla kıyaslandığında doğru bir anlayış değildir. Sorunun neden önemli olduğunu burada anlatamasak da Mart ayında gerçekleştirilen Kadın Buluşmasının kazanımları reddedilemez. Bu konuda örgütümüzün deneyimsizlikleri bulunsa da farklı coğrafyalardan ve kültürlerden gelen genç kadınların örgütlediği buluşmamız başarılı olmuştur.Zaman sıkıntısı ve konu genişliği, “keşke biraz daha zamanımız olsa” söylemlerine neden olmuş olsa da, kadın buluşmasının, biriktirilmiş ve konuşulması geren konuların ne kadar çok olduğunu gösterdiğini söyleyebiliriz.
Merkezi eğitim çalışması
Öncesinde var olan ancak eksikliği fazlasıyla bu süreçte hissedilen genel olarak politikaya, özelde mücadelemizin bilimsel dayanaklarına karşı ilgisizlik sorununa ilk müdahale olması amacıyla örgütlediğimiz Merkezi Eğitim Çalışması, çalışmaya katılım, tartışmalar ve öğreticilik konularının yanı sıra kolektivizm konusunda da oldukça başarılıydı. Bilimsel Sosyalizm, Ekonomi-Politik, Felsefe ve Kitle örgütleri-Kitle çalışması ana başlıklarının yanı sıra gençlik ve emek mücadelesi, ulusal sorun ve gençlik tartışmalarının yapıldığı çalışma, bu konulara ilgili yoldaşların katılımıyla gerçekleşti.“Genelde devrimci hareketin, özelde YDG’nin etkisi altında bulunduğu tasfiyecilik saldırısının güvensizliğe, tembelliğe, kitlelerden uzak kalmaya, araştırmaya ve uzaklığa sürüklediği bizler, sistemin saldırılarına karşı gücümüzü, mücadelemizin bilimselliğinden ve haklılığından alıyoruz!” diyebilmek için en temel konuları tartışarak işlememiz anlamlı bir yerde durmaktaydı.
Yaz çalışmaları
Merkezi eğitim çalışmasının sonrasında kitle çalışmasına isteksizliğin, yaz sürecinin de etkisiyle kendisini daha fazla hissettirdiği bir dönemde gerçekleştirdiğimiz Munzur Festivaline katılım ve Mersin Yaz Çalışması pratikleri de incelenmeyi hak etmektedir.Örgütlenme kampanyası süresince kitlelere uzaklığımızın farkındalığıyla bu çalışmalara “halka hizmet et!” anlayışı ekseninde gidilmesi ve bu çalışmalardan elde ettiğimiz deneyimler oldukça değerli bir yerde durmaktadır.
Yiğit, emekçi ve mücadelemizin destekçisi Dersim halkıyla buluşmamızın coşkusu, kitle çalışmasının çeşitli araçlarını verimlilikle kullanmamız, disiplinimiz çalışmanın nasıl verimli geçtiğini bizlere kanıtlamaktadır. Dost-düşman ayrışmasının netleştiği, savaş gerçekliğinin fazlasıyla hissedildiği bu bölgede, bölge halkına olan uzaklığımızın bir nebze de olsa giderilmiş olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Festival süresince kitle çalışmasına yoğunlaşmanın ve disiplinin en güzel örneklerini vermiş olmamız, çalışmadan morallerin yüksek dönülmesine de vesile olmuştur.
Festivalden hemen sonra düzenlenen ve özgünlükler düşünülerek planlanan Mersin Yaz Çalışmaları pratiği, dönemin özellikleri göz önünde bulundurulduğunda önemli deneyimlerin ve kavrayışların öğrenildiği bir çalışma olmuştur. Her ne kadar 2. Konferansımızın kararıyla merkezi bir çağrı yapılmış olsa da örgütümüzün nesnel gerçekliği, nicel açıdan çalışmaya yoğunlaşmamıza engel olmuştur. Katılımın sınırlı olduğu, hiçbir örgütün tabiri caizse hareket etmediği bir dönemde Mersin Yaz Çalışmaları, etkisi hissedilen tembelliğe, düzensizliğe, politikasızlığa karşı kazandığımız/kazandığımızı düşündüğümüz bir irade savaşı haline sürmüştür.
Havaların çok sıcak olması gibi bir etkeni de eklediğimizde kimi zaman düzenimiz bozulmuş olsa da kimi zaman çıkardığımız planı uygulamamış olsak da çalışma boyunca kitlelere güven, politikayı somutlama konularında sıkıntı yaşasak da bu sorunların üstesinden kolektif bir biçimde gelebildiğimiz ve çalışmayı sürdürme konusunda çabaladığımız gerçeği, “hangi irade savaşı” sorusuna cevaptır.Mersin’de bir ay süresince gerçekleştirdiğimiz 4. Yaz Çalışmalarının geneli özelle birleştirme, hedefleri netleştirme, kitleleri dinleme konularında bize belki daha öncesinden de bildiğimiz, ama pratikte bu kadar net yaşadığımız bir deneyimi kazandırdığını rahatlıkla iddia edebiliriz.
Mersin’de Türkiye genelinin üzerinde bir oranda olduğunu bildiğimiz işsizlik sorunu, halkın etkisini son süreçte fazlasıyla hissettiği ekonomik sorunlar, çalışma yapacağımız alan itibariyle ayrı bir yerde duran ulusal sorun ve alana özgü yıkım sorunu ve il genelinde o dönem ortaya çıkan orman yangını ile Mersin Akkuyu’da yapılması planlanan nükleer santral gerçeği ilk elden bilgimiz olan sorunlardı. Ancak bu sorunların nasıl işleneceğini, halkın bu sorunlara karşı tepkisini, beklentilerini net olarak bilmediğimizi düşünerek, kitleleri dinleme, onlardan öğrenme gündemiyle bir etüt çalışması yapma kararı alınmıştı.
Gerek bu etüt çalışması esnasında gerekse yoğunlaştığımız yıkım sorununda, önemli yetmezliklerimizin olduğunu pratikte gördüğümüz açıktır. Çalışmanın başında kısa, orta ve uzun vadeli planlarımızın olmamasından tutalım da “yıkımlara karşı alternatifimiz ne, ne yapmayı planlıyoruz?” sorularına net bir cevabımızın olmaması ve daha da ötesi alana indirgediğimizi sandığımız politik yönelimin aslında oldukça genel bir söylem olduğunu fark etmiş olmamız, bu konuda nasıl bir deneyim kazandığımızı da bizlere göstermektedir.
Şimdi tüm bu süreçleri değerlendirdiğimizde ve hem birbirine benzeyen hem de detayda farklılaşan alan çalışmalarıyla geride bıraktığımız 6 Kasım çalışmaları göz önünde bulundurulduğunda geçen seneye oranla farklı, daha doğrusu ileri bir noktada bulunduğumuz ortadadır.
Mersin yaz çalışmaları özelinde gördüğümüz ve zaten bildiğimiz tasfiyeciliğin saflarımızdaki etkisinin farkındayız. Kendine güven, kitlelere güven, örgüte güven konusunda tekrarlaya geldiğimiz sorunların belki de en fazla bu süreçte hissedilmesi tesadüf değildir. Mücadeleden uzaklaşan arkadaşlarımızın kendine, kitlelere ve örgüte güven konularında yaşadığı sıkıntıları bu süreçte daha iyi anlayabiliriz. Yine bu süreçte kitle çalışmasından daha fazla “başka” şeylere zaman ayırdığımız reddedilmeyecek bir gerçektir. Tüm dünya ve ülke genelinde etkisi hissedilen tasfiyeciliğin önemli örneklerini kendi alan pratiklerimizde de gördüğümüz ve önümüzdeki süreçte de çözmek için daha fazla uğraşacağımız ortadadır.
Politikaya olan ilgimizin henüz hedeflediğimiz seviyede olmadığı açıktır. Geride bıraktığımız bir senede bu konuda önemli mesafeler kat etmiş olsak da gelişen gündemlere cevap olmanın yanı sıra kendi gündemimizi yani halkın gerçek gündemini egemenlerin sahte gündemlerinin üzerine çıkarabildiğimizi söyleyemeyiz.
Adeta bir fırtına gibi esen Ergenekon gündemi, başörtüsü, laiklik tartışmalarında kafası karıştırılmaya çalışılan milyonlara gerçeği göstermek, sadece bu konularda doğru belirlemeler yapılarak gerçekleştirilemez. Ergenekon davası nezdinde kontrgerillanın temizlendiği masalına karşı gerçeği kitlelere anlatabildiğimiz, bu gündemi, halkın gündemi ile parçalayabildiğimizi söyleyememek bir yana, asgari, yeterli bir çaba gösterdiğimizi de iddia edemeyiz.
Ulusal sorunun son dönemde bir “kutuplaşmaya” dönüştüğü açıktır. Özelde son senelerde şovenizmin, milliyetçiliğin, imha saldırılarının artmasına karşı, programımız nezdinde etkin bir karşı duruş sergileyebildiğimizi söyleyemeyiz.
Kürt ulusuna yönelik bu saldırılarda pasif, beklemeci bir siyaset izlemek ve inkârcılıkla şovenizm dalgaları arasında boğuşan halkımızı “kaderlerine” terk etmek doğru bir politik hat olarak görülemez.Bu konuların yanı sıra daha onlarca irili ufaklı konuda son bir senede etkin ya da belirgin bir pratik-tepki verebildiğimiz, bu konuları aynı zamanda örgütlenme aracı olarak kullanabildiğimiz söylenemez.Tüm geçmiş dönem değerlendirmesi, önümüzdeki süreçte her şeyden fazla çalışma tarzımız konusunda nelere dikkat etmemiz gerektiğini bizlere göstermektedir.
23 Aralık 2008 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder