Gençlik üzerine yazdığımız makalelerde belirlediğimiz bazı tespitlerimiz vardır. “Gençlik hareketlidir, çabuk toplanır, çabuk dağılır, dinamiktir, sorgulamayan araştırmayan bir çoğunluk var” vb belirlemeleri kullanırız. Ancak bu belirlemeleri ifade ederken kendimizi ve çalışmalarımızı bu belirlemelerin içerisinde pek hissetmeyiz. Yani bizler de bir çalışmayı yaparken, bu çalışmanın materyallerini oluştururken edindiğimiz bilgileri yaratıcı ve sorgular tarzda uygulamayız ve hatta yaptığımız çalışmaların iyi ve kötü sonuçlarını gelecekte deneyim açısından kullanılması için aktarma yolunu seçmeyiz. Oysaki çabuk gelişebilen ve içerisindeki bireyler çabuk değişebilecekken gençlik çalışmasının her yeni gelen bireylerle aynı sorunları ve çözümleri yaşayarak mı öğrenmesi gerekir? Ya da bütün bu sorunları çözmüşken bunları neden aktarmayız?
Tabi bütün bunları yazarken bize geçmişten hiçbir şey bırakılmamıştır ya da yararlanabileceğimiz hiçbir deneyim yoktur demek haksızlık olur. Var olanlar yeterli değildir ve de bırakılan noktadan itibaren geliştirilmesi gereklidir. Daha genel düşünürsek her çalışmanın deneyimi kendi somut şartlarıyla bire bir alakalıdır. Ama önceki deneyimleri edindiğimiz şartların büyük bir kısmı değişmiştir bunlardan hiçbir yarar gelmez diye düşünülmemelidir.
Gençlik içerisinde faaliyet yürütürken gençlik örgütümüzün anti-faşist, anti-emperyalist ve anti- feodal bir yapıya sahip olduğunu belirtiriz. Gençliğin yozlaştığı, olayları sorgulamadığı gibi birçok tanım sıralarız. Ama unutulmamalı ki bizler de bu tanımları yapılan gençlik kitlesinin bir parçasıyız ve bütün bu özelliklerle YDG saflarına katılıyoruz. Yani YDG’li olan birisi bütün bu özelliklerinden sıyrılmıyor. Durum böyle olunca bizler de bütün bu eksikliklerimizi çalışmalarımızın ve faaliyetimizin içerisine istemeden taşıyoruz. Okumuyoruz, araştırmıyoruz, sorgulamıyoruz, tartışmıyoruz, yaratıcı olamıyoruz vb…
Gençliğe giderken kullandığımız söylemlere şöyle bir bakalım, yoksa biz olmayan, yaşanmayan hayal ürünü olaylardan bahsedip örgütlenmelerini mi istiyoruz? Acaba böylesi sorunlar yok da biz mi abartıyoruz? Ya da hobi olarak mı uğraşıyoruz?
Gençlik geleceksizdir diyoruz. Aslında pek tabi gençlik bir geleceğe sahiptir ama nasıl bir gelecek olduğu-olacağı bizler tarafından bilinen bir gerçektir. Ülkemizde bir öğrencinin okula başladığı andan itibaren karşılaştığı sorunlardan, eğitim sisteminin karakterinden vb. konulardan bahsetmeyeceğiz. Ortaya koyduğumuz sorunları ve bu sorunlara yaklaşım tarzımızı, ele alış tarzımızı, eksikliklerimizi, yanlış düşüncelerimizi tartışmaya çalışacağız. Bu konudan fazla uzaklaşmadan “geleceksizlik” söylemimiz üzerine biraz değinelim.
Özü itibariyle biz gençlik geleceksizdir derken; gençliğin kendi geleceği hakkında söz söyleme, karar alma, kendi geleceğini yaratma çabasındaki eksikliği ve sistemin saldırılarına karşı yanıt olamamasından bahsediyoruz. Bunların böyle olduğu su götürmez bir gerçek. Ama sorun bizim gençlik içerisinde “geleceksizlik” muhtevasını işlerken izlediğimiz yöntemde. Gençliğe giderken kullanılan geleceksizlik materyali biraz soyut kalmaktadır. Yani hedef kitlemize şöyle bir göz attığımızda birilerinin gelip sizin geleceğiniz yok denildiği anda harekete geçip kendi geleceğini yaratacak kadar bilinçli, sorumlu bir kitle mi gözlemliyoruz? Bunun böyle olmadığını sebepleriyle birlikte biliyoruz. Gençlik için biraz genelleme yaparsak; futbolkolik, futbol sohbetleri yapan, internette saatlerini geçiren, kız-erkek ilişkilerinde yozlaşmış, aile ebeveynlerine karşı yozlaşmış (toplumu da içine alarak), kitap, dergi, yazınsal ürünler takip etmeyen, yıkıp-dökme, mafya-çete özentilerini barındıran ve çeşitlendirebileceğimiz birçok olumsuz özellikler mevcuttur. Bizim bu sorunları yaşayan kitleye giderken kullandığımız argümanlar genel kalırken, işaret ettiğimiz hedefe kitle adım atamamaktadır.
Herkesin bu sorunlara kendiliğinden duyarlı olup adım atması gibi uç bir beklentimiz de yok. Ancak bizler bu hedefle aramızdaki mesafeye kendi koşullarımıza özgün basamaklar, destekler koyabiliriz. En azından sistemin toplum ve parçası olan gençlik üzerinde yarattığı devrimci söylemler üzerindeki marjinalliği, ön yargıyı, yabancılığı bir nebze olsun değiştirebiliriz. Basit hak alma, bunları yaparken beraber emek harcayarak yapma, örgütlülüğün maddiyatını ve maneviyatını hissederek işi başarmanın bilincinin taşındığı girişimler yapılabilinir. Kitle en azından hak alma ve örgütlenme bilinci açısından bir adım öne taşınır.
Bu tür çalışmalar yaparken hedef kitlenin somut şartları ve sorunları hakkında daha iyi bilgi edinebileceğimiz gibi, sorunlarla bir avuç belli bir kesimin ilgilenme sorunu çözülürken, sistemin de marjinal gösterebilecek saldırıları bertaraf edilir ya da daha rahat teşhir edilebilir. Buna somut bir örnek verecek olursak; her hangi bir okulda öğrencilere yemek veren bir yemekhane var diyelim. Ve bu yemekhanenin yemekleri kötü çıkıyor olsun. Biz de okulda bu hoşnutsuzluk üzerinden bir çalışma başlattığımızı düşünelim. Bu çalışmanın başarılı ya da başarısız olma gibi iki yönü görünüyor olabilir. Aksine böylesi bir pratiğin o okul özgülünde ve genelde yapılacak çalışmalara muazzam katkıları vardır. Öğrenciler ortak sorunları için bir arada bulunmanın gücünün farkına varırlar, kendi hakları çerçevesinde mücadele ettiklerinde egemenler tarafından salık verilen yaftalamaların ne kadar da haksız olduğunu görürler. Daha da önemlisi böylesi bir çalışmanın içerisinde; bu tür çalışmaları daha sağlıklı bir tarzda yapabilmenin araçlarının eksikliğini hissedebilirler yada biz faaliyetçilerin kendi sorunlarımıza karşı biraz daha derli toplu mücadele edebilmenin araçları olan öz örgütlülüklerimizin tartıştırılması olanağını sağlar.
Ama bizler böylesi bir hat izlemeyerek liseli gençliğin öz örgütlülüğü olduğunu iddia ettiğimiz LÖB (Liseli öğrenci birlikleri) aracımızı okulda yaşama geçirirken aksine okulda geniş bir kitleden ziyade ilk elden değişik siyasi yapılardaki öğrenciler ile LÖB’ümüzü kuruyoruz. Devamında ise birçok öğrenciye rağmen ve onların adına çalışmalara başlıyoruz. Tabi ki bu çalışmalarda klasik materyallerle ve de genel kalabilecek, sistem tarafından yıpratılmış söylemlerle yol alınıyor. Durum böyle olunca da kendi sorunlarına karşı mücadele eden öğrenciler üzerinde yaratılan izlenimler dağıtılamıyor ve çevrelerini saran koşullara temelden bir darbe indirilemiyor. Dolayısıyla LÖB doğru şeyleri söylese de, niyetten bağımsız olarak başarılı sonuçlar alamıyor. Tabi ki istisna olarak faaliyeti sürdüren kişilerin kişilik özelliklerine göre bazen anlık toparlanmalar yaşanabiliyor ya da öğrenciler ve ailelerinin sosyo-ekonomik koşulları itibari ile de anlık gelişmelerin yaşandığı örnekler varken, kurumsallaşmada başarısız sonuçlar elde edilebiliyor.
Ya da komisyon kurma kararı çıkıyor. Biz komisyonu tartışmadan, işlevini ve amaçlarını yeterince kavramadan o konu üzerinden komisyonu kuruyoruz. Sonra bu komisyonların sonu hüsranla sonuçlanıyor. Ama buradan bu materyaller yanlış ya da bu kitleden bir şey olmaz sonucu çıkmamalıdır. Zaten bizim tartışmaya çalıştığımız konu da tam bu nokta. Yapılacak çalışma kendi alanımızın koşullarıyla ne ölçüde uyum içerisinde? Değilse biz bunları ne kadar yaratıcı bir şekilde uyarlıyoruz ya da bizler kitle örgütü çalışmalarındaki anlayışımızı ne ölçüde ve nasıl kavramışız. Yani merkezi olarak belirlenen bir sorunun, politikanın her alana uymasını beklemek olanaksızdır. Her alanın kendine özgü koşulları vardır. Bu konu özelinde bir örnek verecek olursak; merkezi olarak her alanda içerisinde insanların oturabileceği apartmanlar yapılması hedeflendi ve böyle bir kampanya başladı diyelim. Biz de tüm samimiyetimizle bahsedilen çalışmayı kendi alanımızda yapmaya koyuluyoruz. Tabii ki kendi alanımızda bu apartmanlar yapılır mı yapılmaz mı diye hiçbir araştırma yapmıyoruz. Ya da yapıyoruz ve binanın yapılamayacağı kanısına ulaşıyoruz. Ya da binayı yapmaya çalışıyoruz ama bitmiyor. Oysa bizim alana baktığımızda şöyle bir sonucu çıkarabiliyoruz: burada yüksek bir apartman yapılamıyor. Peki, biz bu durumda hiçbir şey yapmayacak mıyız? Tabii ki hayır. Biz de aynı işlevi görecek ama üst üste değil de yan yana gelecek şekilde daireler yaparak kampanyanın hedeflerine ulaşabiliriz. Bu sonuca varılmadığında faaliyetçiler, ilk olarak merkezi politikayı sorguluyor. “ya kardeşim bizim burada apartman falan yapılmaz” diyor. Ya da biz yapamıyoruz diyoruz. Ya da daha farklı olarak “dergide bina nasıl yapılır diye teorik yazı çıkmıyor, her hangi bir taktik yok” diyerek; her şeyi yapmakla yükümlü, makineden oluşan ve kendimizi onun bir parçası olarak görmediğimiz “ulu merkezimize” topu atıyoruz…
Oysaki LÖB’lerde nasıl çalışılır diye belki özel de yazılar son zamanlarda çıkmamış olabilir ancak kitle örgütlerinde nasıl çalışmalıyız üzerine anlayışımızı belirleyen birçok çalışma çıkmaktadır ve sürekli güncellenmektedir. Ama biz mekanik anlayışımız yüzünden yarın liseli öğrenci topluluğu kursak bununla ilgili yazı bekleriz. Bir diğer nokta ise özelde bir konuyla ilgili dergimizde yazıların çıkması o alanda ne kadar çalışma yürütüldüğü ve faaliyetçilerin bulunmasıyla doğru orantılıdır. Bizim lise faaliyetindeki durumumuz incelendiğinde bunun dergimize yansıması çok da sürpriz değildir. Peki, bizler koşulların esiri olup bu kitleden bir şey çıkmaz mı diyeceğiz. Öncelikle her faaliyetçi kendi alanının koşullarını masaya yatırmalıdır. Ve geçmiş faaliyeti gözden geçirmelidir. Bunlar arasından olumlu sonuçları almalı ve yükseltmeli, olumsuzlukların ise neden ve sonuçlarını araştırmalıdır. Ve bütün bu bilgileri yayınlarımıza yansıtmalıdır.
3. konferansımızda önümüzdeki süreç taslağının lise faaliyetine ilişkin bölümündeki “paralı eğitim” ekseninde ki ana yönelime katılmakla beraber ek olarak ÖSS karşıtlığını eklemek istiyoruz. Ancak az önce bahsettiğimiz gibi bu sorunlar genel kalabilmektedir. Diğer dezavantajımız ise karşı olduğumuz bu sorunlara ilişkin somut bir alternatifimiz olmadığı için mücadele araçlarından verim alamamaktayız. Yani “paralı eğitim” yönelimine baktığımızda ülkemizde paralı eğitim bir gerçek iken biz bundan muzdarip olan kitleyi neden etkileyemiyoruz ya da örgütleyemiyoruz. Bir lisede bu konu üzerinden gözlem yaptığımızda paralı eğitimi öğrenci sadece okulda istenen paraya indirgeyerek böyle bir sorunun olmadığını çok rahat dile getirebiliyor. Ya da para isteseler bile ailesinin bunu karşıladığını vb… söyleyebiliyor. Ya da başka bir okulda öğrenci para isteme yoluyla rencide edilebilmekte. Böylesi bir tabloda liseli gençliğe paralı eğitimin ülkemizde nasıl yaşam bulduğunu yeterince anlatamadığımızı görüyoruz.
ÖSS’ye hayır diyoruz, öğrencinin kafasında “ÖSS kalksın peki alternatifi ne olacak?” soru işareti oluşuyor. Yani ÖSS karşıtlığı öğrenci nezdinde pek somutlanmıyor. Diğer bir deyim ile ÖSS’ye karşı yürütülen mücadelede umutsuzluğa kapılınıyor ve öğrenci çözümü bireysel olarak çalışmaya indirgiyor. Ama bizler ÖSS karşıtlığı ana başlığı altında “okul puanları adaletsizliği kaldırılsın” şiarını bir alt basamak olarak koyabiliriz. Okul puanları nedeniyle birçok öğrenci haksız yere bu sınava daha başından geride başlıyor. Böylesi bir talep en azından öğrencilerin ÖSS’ye karşı yürüttükleri mücadelede başarabilme umudunu yaratabilir. Ya da bunun kaynağını sorgulamalarına yol açabilir. Öğrenci böylesi bir sorgulamanın sonucunda parası olan öğrencilerin özel okullara giderek, dershanelere giderek, Anadolu liselerini kazanmasını sağlayarak, zenginin daha zengin fakirin daha fakir olması misali bu liselerde okuyan öğrenciler ve okumayan öğrenciler arasında her geçen gün büyüyen bir uçurum oluştuğunun farkına varmasını sağlayabilir.
Güzel Sanatlar Lisesinde okuyan öğrencilerde durum biraz daha farklı. Bu türdeki liselerde diğer liselere oranla eğitim programı farklılık göstermektedir. Ezberden çok yeteneğin hâkim olduğu bu liselerde kendi yetenekleri için yüksek okula gidebilmeleri için ÖSS başarısı aranmaktadır. Ve ÖSS sınavının puanı yeteneklerini gölgelemektedir. İşte ÖSS karşıtlığı böylesi alanlarda bu şekle bürünebilmektedir. Öğrenci bu adaletsizliğin karşısında tabii ki parası var ise müfredatta görmediği dersleri özel dersler ve dershane aracılığı ile telafi ederek soruna çözüm bulmaya çalışmaktadır.
Yine ülkemizdeki Alevi, Hristiyan, Yezidi, inanmayan ve diğer din-mezheplere mensup olan gençler okullarda devletin bir politikası olan zorunlu din dersi uygulamasına maruz kalmaktadır. “Zorunlu din dersine hayır” talebi üzerinden din dersinin seçmeli ders olarak konulması şiarı ile bir çalışma başlatılabilir.
Aynı benzer özelliklere sahip Milli Güvenlik dersleri de aynı gerekçeler ve talepler ile ön plana çıkartılabilir.
Yine ırkçı-faşist-gerici eğitimden nasibini alan Kürt halk gençliği açısından “anadilde eğitim istiyoruz” şiarı başlığı altında çalışmalarımızı sürdürmeliyiz.
Ayrıca eğitim sisteminin öğretmenler üzerindeki uyguladığı politikalara karşı liseli gençlik içerisinde “sözleşmeli öğretmen, ücretli öğretmen istemiyoruz” talepleri ve çalışmaları yapılabilir.
Ailelere dönük olarak da aile çelişkisini aşmak amaçlı bildiriler kaleme alarak çocuklarına en iyisini sunmak için kendisini feda ederek bireysel çözümler bulmaları yerine her yerde farklılaşan bu taleplerimize duyarlı olmalarını işleyen verimli çalışmalar yapılabilir.
Bütün bu çalışmaların ortak paydasına baktığımızda örgütlenme özgürlüğü şiarının olduğunu ve direk bu talebi dile getirmeden bu çalışmaların buna olanak sağladığını görebiliyoruz. Bütün bu örneklemeler çoğaltılıp çeşitlendirilebilir.
Yazımızı biraz toparlayacak olursak, liseli gençlik içerisinde bu sorunlarımızın gerçekçi olduğunu, liseli gençliğin geçtiğimiz yıldaki devrimci önderlerin anma törenlerindeki katılımların yüksek olması ve bir sempatinin oluştuğunun varlığı, birçoğunun sistemden bir beklentisinin olmadığını ama dağınık ve örgütsüz olduğunu, okullarda düzenlenen törenlere bile disiplin yaptırımları ile hizaya getirilerek katılımların sağlandığını vs… birçok gerçekten bahsedebiliriz.
Ancak biz gençliğe giderken politikalarımızı kendi alan özgülümüze uyarlamada, yaratıcı olmada, kitle örgütlerinde çalışma anlayışımızda, sorunları genel tutarak özel somut araçlar haline getiremememizde vb… koşullardan dolayı verimli sonuçlar alamamaktayız.
Ayrıca çalışmalarımızda edindiğimiz deneyimlerimizi yazıya dökmede, paylaşmada eksikliklerimiz vardır. Beklemeci bir tarz izleyerek birilerinin bizlere politika sunmasını ve bizim söylenenleri mekanik tarzda yapmaya çalışmamızdan kaynaklı ve ayrıca kendimizi sorunun bir parçası olarak görmememizden kaynaklı başarısızlığımız söz konusudur. Genel taleplerimizi sıralayacak olursak:
· Parasız eğitim istiyoruz!
· ÖSS’ye hayır!
- Okul puanları adaletsizliği kaldırılsın!
· Zorunlu din dersi kaldırılsın!
- Din dersi seçmeli ders olarak konulsun!
· Milli Güvenlik dersi kaldırılsın!
· Ana dilde eğitim istiyoruz!
· Staj sömürüsüne son!
- Kendi alanlarımızda staj görme olanağı sağlansın!
- Angarya işlere son!
- Staj sürelerinde sigorta primleri ödensin!
· Sözleşmeli öğretmen istemiyoruz!
· Ücretli öğretmen istemiyoruz!
· Okullarda kameralara hayır!
· Cinsel tacize son!
· Kılık kıyafet yönetmeliği kaldırılsın!
· Disiplin yönetmeliği kaldırılsın!
Bu talepler çerçevesinde kendi alanımıza hatta kendi alanımızda bile değişik okullarda farklı özgün talepleri ön plana çıkararak çalışmalar yapabiliriz.
İzmir YDG
(Oy Çokluğu)
23 Aralık 2008 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder