YÖK üzerine yapılan değerlendirmelere bakıldığında yazılan ve çizilenlerde öne çıkarılan konunun muhalif akademik kadronun tasfiyesine, üniversitelerin zapturapt altına alınmasına, demokratik hakların ve ifade özgürlüğünün yok edilmek istenmesine, beraberinde ise bilimi hedef almasına kadar geniş bir yelpazede olduğu görülmektedir. Bu da gayet anlaşılırdır ve yapılan tespitler dün olduğu gibi bugün de doğrudur. Evet, YÖK 12 Eylül 1980 Askeri Faşist Cuntası (AFC) koşullarından filizlenmiştir ve AFC’lerin gelenek taşıdığı ülkemizde yükselen muhalefeti bastırmanın aracı olarak anti-demokratik kurumların hemen hepsinin niteliği benzerdir.
Tabii bu tespitleri göz ardı etmeden, YÖK’ün de 27 yıllık tarihinde sadece bu hedeflerle sınırlı kalmadığını belirtmek gerekir. Bahsi geçen uygulamalar özellikle YÖK’ün kuruluş dönemlerindeki ağırlıklı pozisyonuna ilişkindir. Elbette günümüzde de bu görevi değişmemiştir. İlk paragraftaki zorba uygulamalar bugün de aynen geçerliliğini korumaktadır. Yalnız, YÖK’e bugün başka misyonlar da yüklenildiğini ve bugün için ağırlıklı olarak eğitimin ticarileştirilmesine ilişkin atılan adımların hız kazandığını görmemiz gerekir.
YÖK bundan tam 27 yıl öncesinde kurulduğu dönemde neo-liberal politikaların eğitim üzerinde bugüne nazaran fazla gündemleşmediği dönemlerdi. İşte bu dönemlerde YÖK’ün meşgul olduğu başat mesele bahsi geçen faşist uygulamalardı. Ve devletin üniversiteler üzerindeki ilk hamlesi de üniversiteleri denetim altına altında tutularak, bilimin ve özgür düşüncenin; sorgulayan ve statükodan yana olmayanların tasfiyesine yönelik olmuştur. Günümüze kadar kat edilen yolda Türkiye emperyalizme daha çok bağımlı hale gelmiş, özellikle özelleştirme politikaları ülkemizde devreye sokulmuştur.
Eğitimde neo-liberal uygulamalar
Doksanlı yılların başlarında neo-liberal eğitim politikaları özellikle Avrupa’da gündemleştirilmeye başlanmış ve doksanlı yılların sonuna gelindiğinde çeşitli deklarasyonlarla başlayan adımlar 1999’da Bologna Deklarasyonu sonrası “Bologna Süreci” adını almıştır. YÖK ise Bologna Deklarasyonu’ndan iki yıl sonra bu sürece katılmıştır.
Bu süreç Avrupa çapında “Yüksek Öğrenim Pazarı” yaratma arzusunda olup, trilyon dolarlık “dünya yüksek öğrenim pastasından” pay kapmak için oluşturulmuştur. Ve daha önemlisi amacın emperyalistlerin yeniden üretilen “bilgi”yi tekellerine almaya ve emperyalist hegemonya dalaşında bir adım daha öne geçmek istemesinde yatmasıdır. Bu anlamda en zeki ve başarılı öğrenciler emperyalistlerin bu amacı için ayrı bir önem taşımaktadır. Bu amaçla “Erasmus Programı” öğrenci hareketliliğini sağlayan öğrencilerin serbestçe başka bir ülkede üniversite okumasının önünü açmıştır.
Türkiye’ye geldiğimizde ise üniversite kapılarında 1,5 milyon kişinin beklediği düşünüldüğünde emperyalistlerin burada özel üniversite kurma çabaları gayet anlaşılırdır. Üstüne, Özcan “Üniversite bedava olmaz” demiş ve bu sözler bir takım “sol” çevreler tarafından da tutulmuştu. YÖK Başkanı Özcan tarafından dile getirilen ve yankı uyandıran en önemli konu da bu olmuştur. Türkiye de, buna hazırlanmalı, bu pazardaki rekabetten yararlanabilmeli, üniversiteler bütçelerini büyütmeli, şirket gibi çalışarak girişimci olmalı ve kâr elde etmeliydi. Bunun da biricik formülasyonu üniversiteleri paralı yapmak yani özelleştirmekti.
Bologna Süreci’ne girdiğimizden beri özellikle son birkaç yılda özel üniversite sayısı hızla artmıştır. Veriler ışığında YÖK’ün ağırlıkla meşgul olduğu konunun “emperyalist eğitim politikalarına adapte olmak ve bu politikaları ülkemizde hayata geçirmek” olduğu aşikar durumdadır. YÖK’ün gerek tarihsel gerekse üniversitelerin geleceğine ilişkin “Küresel Bilgi Ekonomisi’nde Yüksek Öğrenim, Kemal Gürüz (2003)”, “Strateji Raporu (2005)” ve Bologna Süreci ile ilgili birçok raporu incelendiğinde bu konuya ne kadar önem verdiği anlaşılacaktır.
Türkiye’nin yarı sömürge yapısından kaynaklı emperyalistler için daima bir pazar oluşu, eğitim alanının da farklı olmayacağını göstermektedir. Bologna Süreci’nin mimarları olan Fransa, İngiltere, Almanya ve İtalya gibi emperyalist devletlerin Türkiye’de üniversite açmak için başvuru yaptıklarını bizzat YÖK Başkanı Özcan kendisi açıklamıştır.
Üniversitelerin yeni tanımı
YÖK kurulduğu günden bu yana zihniyetinde değişen bir şey olmamakla birlikte eğitim alanında yeni trendlerin belirlendiği günümüz koşullarında yüklendiği misyonun ağırlıklı olduğu konu neo-liberal eğitim politikalarının ülkemizde hayata geçirilmesidir. Bu amaçla yürütülen politikalarla üniversitelerin entegrasyonu ve dönüşümü adım adım bu yönde aksetmektedir. Ortak çerçevelerin oluşturulması, Bologna Süreci ile birlikte üniversitelerin yeniden tanımlanarak, “iş gücü piyasasına eleman yetiştirmek” olduğu üzerinden ulaşılan ortaklık üniversitelerin Avrupa genelinde yeniden örgütlenmesine yol açmaktadır.
YÖK Bologna Süreci ile ilgili “izleme komiteleri” oluşturmuş ve ülkemizde belirlenen “ortak çerçeve”ler doğrultusunda adımlar atmaktadır. Sürekli Eğitim Merkezleri’nin oluşturulması, diplomalardan (mühendislik) unvanların kaldırılması, stajyer avukatlık vb uygulamalar akademik haklarımızı elimizden almakta, eğitim ise giderek daha elit bir kesimin yararlandığı bir hizmet olmaktadır. Emekçi çocuklarına ise kapı sadece nitelikli, vasıflı, ara eleman noktasında açık tutulmak istenmektedir. Özel üniversitelerin gazete ilanlarına bakıldığında da mesleki eğitimin önemi üzerinde durduklarını, yüksek okullarının iş gücü piyasasının ihtiyaçlarını karşıladığını iddia etmekte hatta mezuniyet sonrası iş garantisi (Türkiye ve Avrupa’da) dahi verilmektedir. Mesleki Yeterlilik Yasaları, Yetkin Mühendislik gibi uygulamalar Bologna Süreci içinde uzlaşılan “ortak çerçevede” bir gereklilik/zorunluluk olmuştur.
İşte günümüzde yüz binlerce üniversite öğrencisinin öğrenim gördüğü üniversitelerde YÖK’e karşı muhalefetin ana yönü de bu temelde olacaktır. Nedeni gayet açıktır. Sistemin saldırılarına yönelik toplumun tüm katmanlarında gelişen en basit talepler ekonomik temelli olmaktadır. Ve bu tepkiler genelde kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. (fındık eylemleri ve grevler) Üniversitelerde de tüm öğrencileri doğrudan etkileyecek olan emperyalist eğitim politikalarının “paralı eğitim” ve “ticarileşme” yönlü olacağından hareketle verilecek tepkilerin niteliğinin de bu yönde olması beklenmelidir. Bizler için sorun önümüzdeki dönemlerde bu tepkiye önderlik edebilecek mekanizmaları, araçları etkin bir şekilde devreye sokmak ve bu konuda ısrarcı bir hat tutturmaktır.
9 Kasım 2008 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder