9 Kasım 2008 Pazar

Özgür Okul

EĞİTİM SİSTEMİNDEKİ ÇATLAKLAR DERİNLEŞİYOR

Eylül ayında bir “korku filminin” yeni serisinin gösterime girmesi gibi başlayan 2008-2009 eğitim ve öğretim yılı, eğitim sistemindeki eksiklikleri bir kez daha gündeme getirdi. Türkiye’deki egemen sistemden bağımsız olmayan bu sistem, karşısında örgütlü bir direniş görmediği sürece (bu; sadece eğitim alanında değil, her alanda geçerli) yozlaş(tır)maya, yaşamı zorlaştırmaya devam edeceğini ilan ediyor adeta.
MEB’in yeni bir eğitim yılına girerken hazırladığı ve yakında Talim ve Terbiye Kurulu’na vereceği sosyoloji ve felsefe dersleri taslağı, sistemin öğrenci gençliğe kültürel alandan saldırısı ve gençliğe yönelik “bilinçlendirmeme” politikalarından biri niteliğinde.
Bir toplumun gelişmesi ve ilerlemesini sağlayan alanlardan olan sosyoloji ve felsefenin gelişmesine dünya üzerindeki gerici, despot sistemler izin veremez. Çünkü bu alanlar toplumun sistemi anlamaya başlamasına ve yargılamasına neden olur. Türkiye de bu ülkelerden biri olduğuna göre bu bilimlerin geliş(tiril)memesi oldukça normaldir.
Eğitim sisteminde zaten bu biçimiyle varolan dersler artık daha da gerici anlayışlarla gençliğe empoze edilmek isteniyor. MEB’in hazırladığı taslakta yer alan bazı ifadeler şunlar:
- Program Vizyonu: sosyolojik bakış açısı ile yaşadıkları toplumdan yola çıkarak hem kendi toplumu hem de diğer toplumlarla ilgili nesnel değerlendirmeler yapabilen, yaşadıkları toplumun milli ve manevi değerlerini özümseyen (!), farklı düşünce ve yeniliklere de açık olan bireyler yetiştirmektir.
- Bu dersin gereği olarak sorgulama ve tartışma ortamının oluşabileceği kabul ediliyor ve ders öğretmeni bu konuda uyarılıyor, “Dersi Milli Eğitim Genel Amaçları doğrultusunda hareket ederek işlemelidir. (Milli Eğitim Genel Amacı derken kastedilen; Türk milletinin milli, ahlaki, manevi ve kültürel değerlerini benimsemek, korumak ve geliştirmek, ailesini, vatanını, milletini sevmek ve daima yüceltmek.)
- “Kültürüme Sahip Çıkıyorum” bölümünde yer alan açıklamada; toplumsal çözülmenin milli bilincin zayıflamasından ve kültürel asimilasyondan kaynaklandığı iddia ediliyor.
- Din ile ilgili de “sosyolojik” temelde açıklamalar yapılıyor: “Dinin toplumsal düzen açısından bütünleştirici, doğru davranışlara yönlendirici ve genel olarak toplumsal hayata olumlu katkıları vardır.”
Bunlar taslakta geçen açıklamalar... Bunların dışında felsefe derslerinde felsefenin öncülerinin (Thales, Kant, Hegel, Marx vs) adı geçmiyor. İdealizm, materyalizm, analitik gibi felsefenin temel yöntem ve bakış açılarına yer verilmiyor. Buna rağmen Türk sosyologlarının özellikle inceleneceği vurgulanıyor. Sistem sayıca ve nitelikçe küçümsenen muhalefetten bile rahatsız olmuş olsa gerek ki öğrencilere kazandırılması gerekenlerin “tarafsızlık” ve “Atatürk sevgisi” olduğunu ve bunun için ders öğretmenlerinin çaba göstermesi gerektiğini açıklıyor.
Bütün bu anti-bilimsel eğitime karşı bilimselliği temel almalı, ona uygun olarak kendimizi geliştirmeliyiz. Sınıflarda bu derslerin anti-bilimselliğini teşhir etmeli ve bu derslerin bilimsel yönlerini ön plana çıkarmalıyız. Mesela toplumsal çözülmenin milli birlik ve beraberliğin zayıflamasından dolayı oluştuğu iddia ediliyorsa bu iddiayı asıl milli değerlerin ön plana çıkmasının çok uluslu toplumlarda toplumsal çözülmeye neden olduğunu veya toplumsal çözülmelerin genellikle ekonomik temellere dayandığını kanıtlamalıyız.
Bu oldukça çaba isteyen bir durum. Ancak sistem böylesine planlı saldırırken bizim çaba göstermeden ona karşı galip gelebileceğimizi düşünmek bir hayalden başka birşey değildir. Daha çok okumalı, tartışmalı, böylelikle hem kendimizin hem de çevremizdekilerin sistemi sorgulamasını sağlamalıyız.
Sekiz yıl boyunca zorunlu olarak “eğitim” adı altında, toplumu, çocukluktan itibaren sisteme entegre etmeye, sorgulamayan ve geleceksiz gelecek kuşaklar yaratmaya özen gösteriyorlar. Sekiz yıl yetersiz gelmiş olmalı ki geçtiğimiz günlerde bunu dokuz yıla çıkardılar. Gelecek sene itibariyle yürürlüğe girecek olan bu artı bir yıl okul öncesi eğitimi kapsıyor. Önceleri sadece ayrıcalıklı ailelerin çocuklarının alabildiği bu “eğitimi” artık tüm çocuklar alabilecek! Bu, toplumsal eşitliğin sağlanmaya çalışıldığı anlamına gelmiyor elbette. Sistemin eğitimi uyuşturma yöntemi olarak kullanmasının yanı sıra bu bir sene emekçi aileler için artı bir yıl okul masrafı anlamına geliyor. Ayrıca öğrenciye anaokulu için alınan hemen hemen hiç birşey bir sonraki sene kullanılmayacak türden. Türkiye’de kaç aile bir çocuğu için her sene yeni okul kıyafetleri alabiliyor?
Sistemin en belirgin çatlaklarından biri olan öğretmen açığı bu sene de eğitimin en büyük sorunları arasında! Bu sistem üzerinden gidilirse de yapılan reformlarla(!) hiç bir zaman güncelliğini yitirmeyecek bir sorun.
“Okul öncesi eğitim hakkı tüm öğrencilerimizi kapsamalı. Bu anayasanın eşitlik ilkesi gereğidir.” diyen Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik bu eşitlik ilkesine nasıl bir anlam yüklemişse bilemiyoruz! Ankara’da her öğrenciye bir dizüstü bilgisayar düşecek kadar geliştirilmiş bir okulda mutlu mesut poz verirken; Türkiye’nin, sadece Ardahan değil, birçok bölgesinde tek bir öğretmene muhtaç okulları aklının ucundan dahi geçirmemesi ne kadar “eşitlikçi” olduğunu gösteriyor zaten. ( Radikal gazetesinin 25 Eylül 2008 tarihli sayısında bu konu ile ilgili haber vardı. )
Dersim’deki Cumhuriyet Lisesi’nde, öğrencilere verilen tek matematik öğretmeni de bu sene aynı ildeki fen lisesine atanıyor. Öğrencilere sunulan gerekçe ise sistemin eşitsizliğin kendi ağzından itirafı adeta: fen lisesi öğrencileri daha başarılıdır, bu yüzden onların dersi boş geçmemeli!
Nasıl yani? Bir öğrencinin başarılı olması için öğretmene ihtiyacı yok mudur? Öğretmeni olmayanın başarılı olması zaten beklenemez. Daha fazla sorgulamaya çalışırsak: fen lisesi-düz lise ayrımını yapan sistemin bu ayrımı yaparken haksız ve eşitsiz bir düzen tutturduğunu biliyoruz. Düzen öylesine çürümüş ki ne yanını tutsak elimizde kalıyor!
Kastamonu’daki Doğanyurt Lisesi, ÖSS’de başarılı olmak için çırpınan öğrencilerin bulunduğu dört öğretmenli bir liseydi geçen seneye kadar. Buna rağmen bu lise ÖSS’deki başarılarıyla dikkat çekiyordu. (öyle ki bu okuldan üç senede çeşitli branşlarda onlarca Türkiye birincisi çıktı! ) Bu dört öğretmenden ikisi sosyal bilgiler, biri beden öğretmeni biri de branşı matematik olan müdür –dü. Ancak okuldaki iki sosyal bilgiler öğretmenin tayini çıktı. Ve şu an lisede sadece iki öğretmen bulunmakta. Kadrolu öğretmen alıp da kârını azaltmak istemeyen sistem bu soruna çözümsüzlükten başka hiç bir çözüm getiremez.
Daha önce de vurguladığımız gibi eğitim sistemi egemen sistemden bağımsız değildir. Ve genel olarak sistemin çürümüşlüğü, kokuşmuşluğu karşısında biz neler yapmalıyız, bu konuya iyice kafa yormamız lazım! Bizi sömürmekte, yozlaştırmakta dur durak bilmez bu bu sisteme karşı yozlaşmamakta direnmeliyiz. Örgütlenmenin direnmek olduğunu öğrenmeli, öğretmeliyiz. Sistemin bize dayattığı cahilliğe, bilgisizliğe inat daha çok okumalı ve kendimizi daha çok geliştirmeye çaba göstermeliyiz. Çünkü biz geliştikçe, sistemin zayıflatacak yönlerini bulabilir ve onları yok edebiliriz.

Hiç yorum yok: