20 Mayıs 2009 Çarşamba

DENGE CİWANE

DTP’ ye Yönelik Operasyon ve Gelişmeler

Yerel seçimler sona ermesinin ardından bölgede DTP’nin görece zafer elde etmesi egemenlerin taktik saldırılarında değişikliğe neden olmuştur. Egemenlerin seçim öncesinde “açılımlar” sunarak Kürt Ulusal Sorununda çözüm olma iddiasını her zamankinden fazla dillendirmesine rağmen, 29 Mart’tan hemen sonra Kürt halkına yönelik baskıları arttırmıştır.
Devletin; seçim sonuçlarına itiraz eden Ağrı halkına yaklaşımı, Öcalan’ın doğum gününü kutlamak isteyen kitleye azgınca saldırıp iki kişiyi katletmesi ve son olarak da 14 Nisan’da DTP’ye geniş çaplı bir operasyon düzenlemesi birçok çevrenin, devletin taktiksel değişikliğe gittiği yorumunu yapmasına neden olmuştur. Kürt ulusuna baskı uygulama konusunda stratejik anlamda bir değişiklik beklemediğimizi, yapılan bunca saldırı sistemin temel karakterine uygun olduğunu belirtmekle birlikte; sistemin yerel seçimler öncesindeki pratikleriyle düşünüldüğünde özelde operasyonun zamanı ile ilgili çeşitli yorumlar yapılabilir.
Seçimlerde DTP; AKP’yi bölgede geriletmemiş olsaydı operasyonun Nisan ayında yapılmaması ihtimal dahilinde olabilirdi. Seçimler öncesinde egemenler açısından genel hava AKP’nin bölgede başarılı olacağı yönündeydi. Bu durum TRT 6, af tartışmaları vb açılımlardan, beklentilerden anlaşılmaktaydı. Abdullah Gül’ün seçimler öncesinde “iyi şeyler olacak” açıklamasının arka planında bu beklenti yatıyordu.
Tasfiye planının sınır dışı operasyonla birlikte düşünüldüğünü belirtmiştik. Zap operasyonu sonrasında TC ile Kürt yetkilileri arasında diplomasi yürütülmüş, esasında PKK’nin tasfiyesi açısından önemli bir adım olarak düşünülen Kürt Konferansı’nın, Zap operasyonundan sonra yapılması planlanmıştı. O dönem planlanan sınırdışı operasyonla PKK’nin güçten düşürüleceği ve hemen sonrasında yapılacak Kürt Konferansı’nda yeni muhataplar çıkarılacağı, bu muhatabın TC tarafından resmen tanınacağı o dönem yürütülen diplomasilerde belirtilmişti.
DTP operasyonu ve tartışılan Kürt Konferansı da yukarıda verdiğimiz duruma benzerlik taşımaktadır. Yine seçim öncesi belli girişimler olmuş ve yerel seçimlerden DTP’nin güç kaybederek çıkması beklenmiştir. Güç kaybetmesi durumunda yine konferans, yine aynı senaryo… Görüldüğü gibi seçimlerden sonra konferans kendiliğinden bir şekilde bilinmez bir tarihe ertelenmiştir.
Abant Toplantısı’nda da ileri sürüldüğü gibi sorunun çözümü olarak PKK’nin tasfiyesi şart görülüyordu. Bu yapılabilirse plan başarıya ulaşmış olacaktı. Bunun yapılabilmesi için Ulusal Hareketin marjinalleşmesi gerekiyordu. AKP seçimlerde bölge oylarının ezici çoğunluğunu alarak, PKK’nin temsil gücünün olmadığını, AKP’nin Kürt halkını temsil ettiğini tüm dünyaya duyuracaktı. AKP bu rolünü oynadıktan sonra PKK ister katılsın ister katılmasın konferans Nisan ayının sonunda toplanacaktı. Bütün Kürt örgütlerinin katılım gösterdiği konferansta Ulusal Harekete “silah bırak” çağrısı yapılacaktı. PKK silahta ısrar ederse, PKK’nin bir yandan teşhiri yapılacak bir yandan da askeri operasyonlarla tasfiye edilmeye çalışılacaktı. Seçimlerle beraber istenen sonuç elde edilememiş ve konferansın misyonunu yeteri kadar yerine getiremeyeceği anlaşılmış, konferans şimdilik rafa kaldırılmıştır.
Seçim sonrasında Cemil Çiçek’in “Ermenistan sınırına dayandılar” açıklaması kişisel bir söylem değildir. Ya da Genelkurmayın “seçim sonuçları üzerine düşüneceğiz” açıklaması DTP’ye yapılacak olan operasyonun habercisidir adeta. Operasyonun yapılma amacını sadece seçim sonuçlarını hazmedememe olarak yorumlamak yeterli olmayacaktır. Operasyonun yapılmasında hazmedememenin payı olsa da bu durum esası teşkil etmemiştir. Seçim sonrasında DTP şahsında bariz bir şekilde ortaya çıkan iradenin meşruluk zemininin ortadan kaldırılmaya çalışılması esas amaçtır. Bundandır ki sistem; operasyonun hedefinin PKK olduğunu sürekli belirtmiş, kitleler nezdinde operasyona meşruluk kazandırılmaya çalışılmış, dolayısıyla DTP sindirilerek etkin siyaset yürütme zemini ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır.
Operasyon sonrası çeşitli köşe yazarlarının operasyona ilişkin kınayan yaklaşımları düşünüldüğünde, yapılan operasyonda yüzlerce kişinin gözaltına alınması, belli anlamda kamuoyunun tepkisini çekebilecek nitelikteydi. Bunun büyük oranda nedeni, operasyonun seçimlerden sonra yapılmış olması, DTP’nin belediye sayısını nerdeyse iki katına çıkarmış olması ve bu durumun bölge dışındaki insanlara DTP’nin meşru olduğu gerçeğini hissettirmesidir. Oluşan bu tablo faşizmin, Ulusal Hareketin meşru mücadelesini manipüle etmek için en temel argümanına engel olacak nitelikteydi ve engellenmesi gerekiyordu.
Erdoğan, DTP’nin seçim sonuçlarını insanları tehdit ederek elde ettiğini söyleyerek DTP’nin seçim zaferine gölge düşürmeye çalışmıştır. Tek başına bu çarpıtmanın inandırıcı olmayacağı biliniyor olmalı ki operasyonun amacının “yasal” zeminde çalışan DTP değil de PKK olduğu belirtilmiştir. Yeni keşfedilmişçesine DTP ile PKK arasında bağ olduğu belirtilmiş ve operasyona kendilerince meşruluk zemini kazandırılmaya çalışılmıştır.
Operasyonun B. Obama’nın Türkiye ziyaretinden sonra yapılması tesadüf değildir. TC devletinin ABD ile ilişkilerinin niteliği ABD onayını zorunlu kılmaktadır. Obama’ya tam olarak ilerici payeler biçilmese de farklı olduğu/olacağı beklentisine kapılmak kelimenin tam anlamıyla aldanmaktır. Obama’nın Ahmet Türk’le görüşmesinden Ulusal Hareketi ya da dinamiklerini tanıdığını sonucunu çıkarmamak gerekir. Keza PKK’nin terörist olarak nitelendirilmeye devam edilmesi bunun en açık kanıtıdır.
Vurgu yapılması gereken bir diğer nokta da ekonomik krizin etkisini arttırdığı şu günlerde/aylarda egemenler DTP operasyonuyla kitleye “terör”le uğraştığı, gerisinin teferruat olduğu mesajını vermeye çalışarak şovenizmi diri tutmaya çalışmaktadır. Olası sistem karşıtı muhalefeti devletin meşguliyeti olduğu, o yüzden diğer “teferruatlarla” ilgilenemediği yalanıyla dindirmeye çalışabileceği ihtimal dahilindedir.
Durum böyle iken saldırılar boyutlanarak sürerken bizim bu saldırılar karşısındaki tutumumuz teorimizle paralel olmalıdır. Sistemin saldırılarına karşı ulusal hareketle dayanışma içerisinde olmamız önemini şu günlerde daha fazla hissettirmektedir. Dayanışmayı sadece var olan pratiklere katılım olarak düşünmemek, sistemin faşist yüzünü teşhir eden kendi devrimci pratiklerimizle ele almamız gerekmektedir. Dayanışma içerisinde bulunmak bırakalım devrimci olmanın, tutarlı demokrat olmanın gereklerindendir.

Hiç yorum yok: