Mayıs ayının başlarında, “Teori ve Politika”nın düzenlediği “Kaypakkaya Sempozyumu”nda, öğretim görevlisi olan bir panelistin İbrahim ile ilgili söyledikleri; aynı oturumda yer alan diğer panelistlerin söylediklerinden daha dikkat çekici oldu benim için. “İbrahim Kaypakkaya’nın en çok metinlerinden etkilendiğini” söylüyordu konuşmacı: “Onun yazılarındaki tutarlılık, zengin bakış açısı, beni, sürekli onun metinlerine çekiyor. Benim onun düşüncelerinin doğruluğuyla yanlışlığıyla ilgilendiğim pek söylenemez ama metinleriyle aramda hep özel bir bağ oldu.”
İbrahim Kaypakkaya, düşünceleriyle, bizim için diğer devrimci önderlerden daha farklı bir yere sahiptir. Hatta düşünceleri bizim ideolojik temelimizi biçimlendirmiştir. Genç yaşına rağmen oluşturduğu ve bize kalan bu sistematik düşünceleri, onu tanıyanların ortak kanısı olan “hayatının her alanında ‘teori ve pratiğinin’ uyumlu oluşu”; cellâtlarının karşısında Bedrettin’den, Börklüce’den, Pir Sultan’dan aldığı tarihsel mirasın yansıması olan yiğit duruşu ve ölümü güzel kılışı… Bütün bunların hepsi de onun önder kişiliğinin temelleridir. Ne var ki, biz, onun daha çok “ser verip sır vermeyen” yiğitliğini bilir ve en çok bu yönüyle anlatırız. Oysa onun sahip olduğu düşünceleri anlamanın, araştırmanın ve insanlara bu düşünceleri aktarmanın daha esas görevimiz olarak önümüzde durduğunu düşünüyorum ben. İbrahim’in en çok bu yönü yolumuzu aydınlatıyor, çünkü.
Konuşmacının vurgusunu yaptığı nokta, bizim için çok önemli aslında. “Düşüncelerinin doğruluğuyla ilgilenmemize” rağmen en eksik bıraktığımız yönlerden biridir, bu. Özellikle son dönemlerde tüm gençlik hareketlerinde olduğu gibi bizim de saflarımız da etkisini gösteren; kitap, gazete okumama, teorik araştırmalar yapmama ya da plansız okumaların neden olduğu genel bir “bilmezlik” durumu yüzünden önderimiz olarak kabul ettiğimiz İbrahim’in yazılarını dahi okumuş değiliz birçoğumuz. Oysaki biz, “dizinde defteri, elinde kalemi” eksik olmayan İbrahim yoldaşın düşüncelerini daha ileriye taşımanın sorumluluğunu yükleniyoruz.
İbrahim Kaypakkaya, her koşulda, düzenli okuyan ve düzenli yazan biriydi. Hemen hemen onu tanıyan herkesin de, onun için, “Masa başında çalıştığını görmedik hiç! Masa başında çalışacak zamanı da olmadı zaten. Ancak yine de dizinden defterini, elinden kalemini eksik etmezdi.” demesi bunu doğrulamaktadır. Ayrıca onun yazılarını okur okumaz kendine has bir yazı tarzının, inceleme yönteminin olduğu fark ediliyor. (Bir insanın kendine özgü bir yazı tarzını oluşturması da uzun bir dönem yürütülen iyi bir çalışmanın sonucu olabilir. İbrahim yoldaşın da bunu yapmış olduğu görülüyor.)
İbrahim’in dilinin sade ve yazılarına genel olarak bakıldığında ise belli bir plan çerçevesinde yazılmış olması, makalelerini okuduğumuzda, ilk dikkati çeken nokta oluyor. Özce, yazıyı yazma amacını belirten kısa bir giriş; açıklamalar, eleştiriler ve zengin bir bakış açısıyla oluşturulmuş incelemelerle dolu bir yazı ve ardından toparlama niteliğindeki bir özet ve sonuç bölümleri… İşte İbrahim’in genel olarak yazı planı böyle!
Yazılarında temel konuları alıyor, her birini ayrı başlıklar altında derinlemesine inceliyor ve yazı içerisinde yarattığı polemik dolu diliyle hem yazıyı anlaşılması için açıyor hem de neden sonuç ilişkisini sağlam bir kalemle oturtarak karşısındakini ikna etmeye çalışıyor. “Kürecik Raporu”ndaki sınıfların tahlil ettiği kısımda bunu anlamak mümkün. Ayrıca tüm eleştiri yazılarında (TİİKP Program Taslağı Eleştirisi, Şafak Revizyonizmine yönelik eleştirileri, Şubat 71 Genelgesi vs.) bu yolu izlediğini görebiliyoruz. Ayrıca yazılarında eleştireceği konuyu en özetleyen cümlesini seçebilmesi ve oradan eleştiri yapıyor olması dilinin sade ve uzun uzun yazılan makalelerin aslında ne anlama geldiğini algılama yeteneğinin gelişmiş olduğunu göstermektedir. (“Şafak Revizyonizminin Kemalist Hareket, Kemalist İktidar Dönemi, İkinci Dünya Savaşı Yılları, Savaş Sonrası ve 27 Mayıs Hakkındaki Tezleri” adlı makalesinde bu özelliği belirgin bir biçimde görebiliyoruz.)
İbrahim’in dogmatik olduğu konusunda çok şey yazıldı, söylendi şimdiye dek! Oysa makalelerinde verdiği yaşamdan birçok örneklemelerle, karşılaştırmalarla tezini kanıtlamaya çalışıyor, tek yönlü bakış açısından çıkarak olaylara çok yönlü bakabildiğini gösteriyordu. Ondan aldığımız birkaç alıntıyla biz de onun yöntemini izlemiş olalım:
“…köylü ailelerin birçoğu şu veya bu ölçüde koyun ve keçiye sahiptirler. Bu nedenlerle sınıfları birbirinden ayırt ederken sahip olunan koyun ve keçi sayısına bakmak gereklidir ama yeterli değildir.”
“Armut ağaçları iki yılda bir meyve vermekte ve köylüler ne bulurlarsa onu toplamaktadırlar. Hatta armut ağaçlarının bir kısmı kesilip yakacak olarak kullanılmaktadır. Bu nedenle sahip olunan armut ağacı sayısı da sınıfları birbirinden ayırt etmekte tek başına bir ölçüt olmamaktadır.
O halde sınıfları birbirinden ayırmakta kullanacağımız ölçüt nedir? Sahip olunan ekilip biçilir toprak miktarı, sahip olunan hayvan sayısı ve sahip olunan armut ağacı sayısı, bunların üçü birden sınıfları birbirinden ayırt etmekte doğru bir ölçü olabilir.”
Yukarıdaki alıntılarda da görülmektedir ki İbrahim, tezlerini ortaya koyarken çok yönlü düşünmeye çalışıyor ve bunu yazılarına da yansıtmaya çalışıyordu. Yine “Kürecik Raporu”nda verdiği örneklerle de dogmatik olmadığını gösteriyor.
“Örneğin bir köylü başka bir yerdeki toprağından 35 bin lira yıllık gelir sağlamıştır. Fakat bu aile 70 bin lira faizli borç altındadır. Bu yüzden durumları, yıllık geliri 15–20 bin lira arasında olan borçsuz bir aileden daha kötüdür.”
Hemen hemen tüm tezlerini neden-sonuç ilişkisi üzerinden gösteriyor olması; onun dogmatik olmadığının ve olaylar arası diyalektik bağları fark ettiğinin kanıtıdır. Bu da onda var olan güçlü gözlem yeteneğinin boyutunu göstermektedir.
Gözlem yeteneğini, her gittiği alanı incelemekte kullanan ve bunu sistemleştirerek yazıya döken İbrahim yoldaş, olgulardan birçok insanın fark edemeyeceği noktalar çıkarmakta ve bunları da notlarına eklemekteydi. Yine “Kürecik Raporu”nda halkın devrimcilere bakışını incelerken olgunun temelini çok açık bir şekilde tespit ediyor.
“Şu noktayı kavramakta da yarar vardır: Bu derece halktan kopuk bir hareket bile, egemen sınıfların zorba güçlerine karşı silaha sarılmış olduğu için halkı etkileyebiliyor, onun sevgisini kazanabiliyor.”
İbrahim’i sahiplenmek demek; onun düşüncelerini bilip, onun mücadelesini devam ettirmek demektir. Bunun yollarından biri de onun bu çalışma tarzını hayatımızda pratiğe geçirebilmektir. Bir yanda “dizinde defteri, elinde kalemi” eksik olmayan genç bir komünist; bir yanda aylık çıkarılan dergilerine bile son anda, son dakikada yazı yazan ardılları… Mücadelemizi büyütmek istiyorsak, üzerimizdeki ölü toprağını kaldırıp atmalı, enerjimizi daha verimli daha planlı kullanmalıyız. Çünkü bugünkü durumumuza bakınca aşmamız gereken yolun daha uzun olduğunu fark ediyoruz.
“Eğer bir komünist hareketin taşıması gereken niteliklere sahip olur ve bunları sürekli olarak korursak, hareketimizin hızlı büyüyüp gelişeceğine, halk kitleleri arasında da dal budak salıp kökleşeceğine derinden inanıyoruz. Çünkü halk tava gelmiş bir toprak gibidir, bizler de sağlam ve yeşermeye hazır tohumlar olmalıyız!”(İbrahim Kaypakkaya)
Bir YDG’li
20 Mayıs 2009 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder