20 Mayıs 2009 Çarşamba

POZİTİF AYRIMCILIK üzerine

Pozitif ayrımcılık ilk olarak İngilizler tarafından olumlu önlemler bütünü gibi daha dolaylı bir kavram olarak kullanılmakta iken, Amerika’da siyahîlere verilen haklar ile birlikte pozitif ayrımcılık olarak adlandırılmış ve kullanılmaya başlanmıştır.
Genel olarak pozitif ayırımcılığı şu şekilde tanımlayabiliriz: Toplumda çeşitli sömürü şekillerinden kaynaklanan, toplumun bazı kesimlerinde diğer kesimlere oranla daha fazla baskı oluşturan ve doğallığında bir eşitsizliğe yol açan olumsuzlukların, yine toplum tarafından uygulanan olumlu yönde ayrıcalıklar ile eşitlenmesi amacıyla yürütülen çalışmalar bütünüdür.
Pozitif ayrımcılığın geçmişten günümüze hayatın her alanında uygulanmış örnekleri mevcuttur. Amerika’da bir dönem siyahîlere uygulanan baskılardan kaynaklı ortaya çıkan hak gaspları ve eşitsiz koşullara karşı siyahîleri toplumun diğer kesimleri ile eşit konuma getirebilmek amacıyla yasalar ile uygulanmaktayken günümüzde sakatlara dönük kısmi oranda yaşama geçirilen otobüs, kaldırım vb. uygulamalar da pozitif ayrımcılık kapsamında ele alınabilir. Ancak biz bu yazıda pozitif ayrımcılığı daha özel bir anlamda, kadın sorunu özgülünde ele alarak tartışmaya çalışacağız. Ancak bu konuya dair bakış açımızın ne olması gerektiğini tartışmaya başlamadan önce, burjuvazinin ve küçük burjuva anlayışların bu konuyu nasıl ele aldıklarını tartışmaya değer buluyoruz.
Burjuva ideolojiler kadın eşitsizliğini sınıfların ortaya çıkış sürecinden bağımsız ele alarak kadının, yaşamın her alanında sömürünün olanca boyutuna maruz kalışını çarpık bir temelde değerlendirmekte ve şu veya bu şekilde kadının önünün açılması adı altında pozitif ayrımcılığı dillendirip gene sisteme hizmet edecek şekle büründürüp savunabilmektedir. Ancak kadını eşitsiz koşullara hapseden sisteme karşı pozitif ayrımcılığın, burjuvazinin ele aldığı gibi biçimsel bir uygulamadan ibaret olduğu aldanmacasına kapılmak sınıflı toplum gerçeğini örtmek anlamına gelmektedir.
Örnek verecek olursak bir süre önce sistem partileri aracılığı ile pozitif ayrımcılık ekseninde uzun uzadıya tartışması yürütülen kadın kotası, kadının partiler yönetiminde temsiliyeti, kadın sayısının parlamentoda arttırılmasının daha demokratik ve daha eşitlikçi yasaların çıkarılmasını sağlayacağı ve bu sayede kadınların ezilmişliklerinden önemli ölçüde kurtulmuş olacakları öne sürülebilmektedir. Oysa tıpkı 19. yy’da kadınların oy ve mülkiyet hakkına sahip olmalarının kadın sorununu çözmeye yeteceğini savunan burjuvazinin iddiaları gibi bu iddia da koca bir aldatmacadan ibarettir.
Örneğin; İsveç, Danimarka, Belçika, Almanya gibi Avrupa ülkelerinde kadınların parlamentodaki temsil oranları % 30’un üzerindedir. Hatta İsveç’te bu oran % 45’tir. Ancak kadınlar bu ülkelerde de şiddete maruz kalmaktan kurtulamamakta, erkekler ile eşit ücret alamamakta, part-time ve geçici işlerde daha çok kadınlar çalışmakta, sendikalarda ve sendika yönetimlerinde daha düşük oranlarda yer alabilmekte, kriz dönemlerinde kapının önüne ilk onlar konulmakta, çalıştığı halde ev işi yine kadının sorumluluğu olarak görülmektedir. Yani gerçek yaşam kendi sorunlarını “kadın sorunu” olarak genelleştiren burjuva ve bazı küçük burjuva anlayışların savundukları tezleri bir bir çürütüp içi boş bir lakırdı yığınına dönüştürmektedir.
Pratik kanıtlıyor ki kadınların eşit oy hakkına sahip olmaları nasıl kadın sorununu çözmeye yetmemiş ise parlamentolarda daha yüksek oranlarda temsil edilmeleri de bu tarihsel sorunu çözememiştir/çözemez. Sınıflı toplum düzeni varlığını sürdürdükçe kadınların ezilmişliğinin son bulmasının olanaksızlığı bir yana daha insancıl, daha demokratik, daha eşitlikçi yasaların çıkarılıp çıkarılamamasının kadınların temsil güçlerinin artmasına ya da kadın duyarlılığına bağlanması da gerçekler ile hiçbir şekilde bağdaşmamaktadır. Bugüne dek pek çok ülkede kadınlar başbakanlık da dahil üst düzey görevler üstlenmişlerdir. Bu ülkelerden biri de Türkiye’dir. Örneğin Tansu Çillerin başbakanlık, Meral Akşener’in İçişleri Bakanlığı, İmren Aykut’un Çalışma Bakanlığı, Nimet Çubukçu’nun “Kadın ve Aileden Sorumlu” Devlet Bakanlığı yaptığı Türkiye’de bu “kadın”lar; emekçi kadınların sorunlarının çözümü yönünde ne tür adımlar atmışlardır ya da bunların hangi demokratik ve eşitlikçi yasalarda imzaları vardır? Dahası Amerika’nın Dışişleri Bakanı olan Condaliza Rice gibi emperyalistlerin, masum halkların kanları üzerinde konumlananların demokrasiye katkıları, Irak’a götürdükleri “demokrasinin” ötesine geçemez.
Egemenlerin pozitif ayrımcılık anlayışını eleştirerek farklı bir cepheden pozitif ayrımcılığı savunduğunu ileri süren bazı küçük burjuva anlayışlar da pozitif ayrımcılığı (niyetten bağımsız olarak) yalnız biçimsel bir uygulamaya indirgeyip sorunun esasını kaçırmaktalar.
Pozitif ayrımcılığın tanımını ve uygulanışını sistemin yarattığı kavram karmaşasına düşerek değerlendirenler ise pozitif ayrımcılığın tam olarak burjuva tarzı pozitif ayrımcılığı olduğunu düşünerek bu uygulamayı tümden reddedebilmekteler. Dahası bu yaklaşımın zeminini “ayrımcılığın her türlüsüne karşı olmak” gibi kaba sol bir yaklaşıma dayandırabilmekteler. Oysa burjuvazinin, halk yığınlarının aleyhine uygulamalar için kullandığı bir araç olan burjuva demokrasisinin tam olarak demokrasi olmadığını düşünerek demokrasiye tümden karşı çıkılmamasını savunanlar; demokrasi kavramının, proleter bakış açısıyla bakıldığında anlamlı olduğunu bilen bu anlayışlar, aynı durumu pozitif ayrımcılık konusu özgülünde doğru değerlendirememektedir.
Kaldı ki pozitif ayrımcılık uygulaması, biçimsel bir tarzın yanında ideolojik ve politik bir zemine oturtulduğunda tam olarak uygulanabilmektedir ve bu bağlamda pozitif ayrımcılığı; niyetten bağımsız olmak üzere salt biçimsel ele alanların, eksik uygulama yaptıklarını söylemekten ziyade onları tümden mahkûm eden bir yaklaşımın hatalı olduğunu söylemek sanırız yanlış olmayacaktır.
Eşit olmayan koşullarda bulunan iki bireyden aynı gelişimi beklemek ne kadar gerçekdışıysa; bu iki bireyin de gelişim sürecinde gelinen nokta hemen hemen aynı olduğunda, bu süreçte verilen emeğin aynı olduğunu düşünmek bir o kadar subjektif bir yaklaşımdır. Hatta bu iki bireyden birine pozitif ayrımcılık uygulaması yapılması için illa aynı seviyeye gelmiş olmaları beklenmemelidir. Aynı seviyeye gelene kadar, ideolojik ve politik bakımdan daha çok sorumluluk alabilmesi sağlanmalıdır.
Dolayısıyla, zaten verdiği daha yoğun ve çetin olan emeği sayesinde pozitif ayrımcılık uygulamasını çoktan hak etmiş olan kadının bu hakkını tanımamak, kadına yönelik negatif bir ayrımcılık uygulamasına denk düşmektedir. Ve bahsettiğimiz küçük burjuva ideolojisine sahip, “ayrımcılığın her türlüsüne karşı olan” bu örgütlerin, farkında olmadan yaptıkları tam da bir ayrımcılığa, negatif bir ayrımcılığa denk düşmektedir.
Bu hareketlere yöneltilecek bir diğer eleştiri de; hak verilmez alınır anlayışına dayanarak ve bu pozitif ayrımcılık hakkını kim veriyor, diye sorarak bir bilinç bulanıklığı yaşamaları konusudur. Evet, hak verilmez alınır sözü çok doğru bir tespittir. Ancak bu tespitin ortaya çıkışı; burjuvazinin kimseye bir hak tanımasının mümkün olmayacağından dolayı bir hak alınacaksa zor ile alınması gerektiğindendir. Ancak her ne kadar burjuvazinin içerisinde yaşanılıyor olsa da burjuva örgütlenmeler değildir bu eleştirileri yönelttiğimiz anlayışlar. Bu bakımdan eğer kadına bir hak veriliyorsa devrimci ideoloji tarafından, örgüt tarafından verilmektedir. Kaldı ki tekrar etme pahasına tekrar vurguluyoruz; pozitif ayrımcılık, kadının tam da verdiği emek, verdiği savaş ile kazandığı bir haktır.
Pozitif ayrımcılığı kendi cephemizden tartışmaya açacağımız anda, kadının toplumsal ve örgütsel koşullarının kısa da olsa değerlendirilmesini anlamlı buluyoruz. Hepimiz biliyoruz ki, sınıflı toplumların ortaya çıkışından bugüne boyutlanarak gelen kadın sorunu kadının karşı cinsine oranla daha eşitsiz koşullara hapsolmasını beraberinde getirmiştir. Ve gene hepimiz biliyoruz ki, sınıflar arası eşitsizliğin ve doğallığında gelişen özgün eşitsizliklerin çözümü sınıf mücadelesinden geçmektedir.
Sınıf mücadelesi örgütlü bir mücadele ile gelişecekse eğer tam da burada örgütlü kadın ile erkeğin eşitsizliğinden de söz etmek gerekmektedir. Sistemin içersinden kopup gelen bireylerin egemen ideolojinin kalıntılarından kurtulmasının belirli bir zaman alacağını sıkça dillendirmekteyiz. Bu durumdan bahsettiğimiz yerde örgütlenen kadının sistemin ona dayattığı koşullardan payına düşeni alarak örgütlendiğini söyleyebileceğimiz gibi aynı şeyi örgütlü erkek yoldaşlarımız için de gönül rahatlığı ile söyleyebiliriz.
Ataerkil sistemden kaynaklı inisiyatifi yok sayılan kadın, örgütlü yaşam içersinde de bu inisiyatif sorununu yoğun biçimde yaşamaktadır. Yaşadığı bu sorun örgütlü kadının daha ileri düzeyde örgütlenmesinin önüne geçebilmektedir. Dolayısıyla, örgütlendikçe özgürleşen kadının özgürleşme süreci daha sancılı olmaktadır. Bu sorunun çözümüne yönelik birçok araçtan bahsedilebilir. Pozitif ayrımcılık da bu araçlardan bir tanesidir.
Peki, biz bu aracı nasıl değerlendirmeli ve sağlıklı bir biçimde ete kemiğe büründürmeliyiz?
Öncelikle pozitif ayrımcılığın daha önce de sıkça vurguladığımız gibi eşitsiz koşulların daha eşit hale getirilmesi ve kadının inisiyatifinin ortaya çıkarılabilmesi için uygulanabilir bir yöntem olarak ele almamız gerektiğini düşünmekteyiz.
Bu düşüncemizi daha somut örneklerle aktarmaya çalışırsak, sanırız daha açıklayıcı olacaktır.
Son süreçte, üzerinde az çok tartışmalar yürütmeye başladığımız bu yöntemi, gündemleştirebildiğimiz alanlarda çeşitli biçimlerde uygulayabilmekteyiz. Örneğin son iki konferans için örgütlediğimiz divan toplantısı ve konferans delegeleri seçimlerinde pozitif ayrımcılığı göz önünde bulundurma kararı alıp her alanda olmasa da bunu hayata geçirebildik.
Yine özellikle yeni örgütlenen kadın yoldaşlarımıza eylemlerde ve faaliyetimizde yönlendirici olması için oluşturduğumuz organlarda sorumluluk almaları yönünde teşvik edebilmekteyiz. Bu ve benzeri örnekler çeşitlendirilebilir. Bu başarıldığı oranda kadın sorununa devrimci bir örgüt içersinde nasıl yaklaşılması gerektiği konusunda asgari bir pratiğe sahip olmamız ve kadın sorununa dair anlayışımızı derinleştirmemiz mümkündür.
Yazımızı Mao yoldaşın konuya denk düşen bir alıntısı ile bitirmek istiyoruz.
“…Eşit olmayan kişilere eşit yasalar uygulanırsa var olan eşitsizlik daha ince bir biçimde sürdürülmüş olur. Bu nedenle biz, bugüne kadar ezilmiş ve baskı altında tutulmuş kadınlara daha fazla hak tanımalıyız ki erkekler ile eşitlik yönünde ciddi adımlar atılmış olsun.” (Mao Zedung)
YDG MERKEZİ KADIN KOMİSYONU

Hiç yorum yok: