20 Mayıs 2009 Çarşamba

İbo ve Kürt halkının ulusal zulme isyanını anlamak

Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde tarihin en kanlı katliamlarından biri olan Ermeni soykırımı yaşanmış ve 1 milyondan fazla Ermeni üzerinde soykırım politikası uygulanmıştı. İttihatçılardan soykırım ve katliam politikasını miras alan Kemalist kadro, Kürt ulusu üzerinde inkâr, imha ve asimilasyon politikası uygulamaya koyulmuştur. Ülkemizde hakim sınıflar, başta Kürt ulusu olmak üzere ezilen ulus ve milliyetlere yönelik ulusal baskı politikası uygulamışlardır, uygulamaktadırlar. Bu politika dahilinde Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı gasp edilmekle kalmayıp, imha ve inkâr politikasıyla Kürt ulusunun tarihi; acıların, katliamların, zorunlu göçlerin ve savaşların tarihi haline getirilmiştir.
İbrahim Kaypakkaya’yı 68 kuşağının diğer devrimci önderlerinden ayıran önemli bir nokta bu politikayı görüp incelemesi ve ortaya koyduklarıyla resmi statükocu tezlere darbe indirmesidir. Kaypakkaya; proletaryanın bilimsel öğretisi Marksizm-Leninizm-Maoizm ilkeleri ışığında ulus tanımı yaparak ulusal sorunu ülkemize uyarlamış, ezilen ulus sorununa ve proletaryanın bu soruna bakış açısına bilimsel açıklık getirmiştir. Herkesin resmi ideolojinin-Türk şovenizminin etkisi altında kalarak sustuğu, derin sessizliğe gömülü olduğu, Kürt kelimesinin dillendirilmesinin bile cesaret istediği ve ulusal meselenin bu kadar yakıcı olmadığı bir dönemde –bundan 37 yıl önce- gerçekleri apaçık bir şekilde ortaya koymuştur.
Burada Kaypakkaya’nın bu haklılığının ve uzak görüşlülüğünün esasını Marksizm-Leninizm-Maoizm’in ilkelerinin oluşturduğunu bilince çıkarmak gerekir. Kürt halkının sınıfsal sömürünün yanında ulusal olarak da ezilmesi bu coğrafyayı ayrı bir yere koymaktadır. Bu çifte sömürü, coğrafyamızı ülkemiz devrim ateşinin tutuşturulacağı ‘‘kuru bozkırlar” durumuna getirmektedir. Bu gerçeklik dahilinde İbrahim yoldaşın bölgede faaliyet yürütmesi sonucu somut koşulları tahlil etmesi; yarı-feodal, yarı sömürge tespitiyle birlikte mücadele biçimi olarak silahlı mücadeleyi ve devrimin yolu olarak Halk Savaşını belirlemesi ve ulusal mesele konusundaki tespitlerinde haklılığı uzak görüşlülüğünün ve bilimsel bakış açısının ürünüdür. Şunu görmek gerekir ki İbrahim yoldaşın ulusal sorun üzerindeki görüşleri, günümüzü anlamada ve yorumlamada önemli bir kaynak olmaya devam etmektedir.
Günümüz tartışmaları eskisinden çok farklı bir noktada durmuyor. Kürt ulusuna yönelik inkâr ve imhada ısrar eden hakim sınıflar, bugün de aynı politikalarını bazı ince değişiklerle devam ettirmekteler. Bugün de egemenlerin meseleye bakışı Erdoğan’ın da bizzat söylediği gibi, “Tek Vatan, Tek Millet, Tek Dil” politikasıdır. Kürt ulusunun varlığının inkâr edildiği ülkemizde Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkını (UKKTH) savunmak bırakalım devrimciliği demokrat olabilmenin ön koşuludur.
Bugün de bu gerçeklik yakıcılığını koruyor ve Kürt ulusal sorunu safları netleştirmeye devam ediyor. Geçmişte olduğu gibi bugün de “ülkeyi zayıflatıyor, emperyalizme hizmet ediyor” vb. gerekçelerle ulusların kendi kaderini tayin hakkı reddedilmektedir. Bugün de Kürt Ulusal Hareketini emperyalizmle ilişkilendirerek mahkûm etmeye çalışarak destek sunmamak gibi bahanelerle emperyalizmin uşağı TC egemenlerinin değirmenine su taşınmaktadır.
Ulusal hareket; yükselen kapitalizm çağında tarih sahnesine çıkan ulusal devletler döneminde kapitalist sistemin dengesiz gelişimi sonucu geri itilmiş ulusların da bu benliğe ulaşarak mücadele yürütmesiyle ortaya çıkmıştır. Ulusal hareket doğallığında ulusal meselenin içerisinde oluşur. En nihayetinde ulusal sorunun bir sistem sorunu olduğunu ve sistem değişmeden de çözülemeyeceğini görmek gerekiyor. Stalin yoldaşın da vurguladığı gibi; insanın insanı sömürdüğü bu sistemde ulusal ve sömürgesel sorun, sermayenin egemenliğinden kurtuluş sorunundan ayrılamaz ve sermayenin iktidarı yıkılmaksızın uluslar ve sömürgeler kurtulamazlar.
Kürt Ulusal Hareketinin tarihten gelen bir haklılığı bulunmaktadır ve milli zulme tavır alışıyla ve Kürt ulusunun ulusal, demokratik, meşru taleplerini savunmasıyla mücadelesi demokratik içeriğe sahiptir. Öyleyse sormamız gereken şudur; Haksızlığın karşısında mı olacağız, yanında mı? Ezen, sömüren egemenlerin yanında mı olacağız yoksa ezilen Kürt ulusunun yanında mı olacağız?
Kürt Ulusal Hareketi’nde kuruluşundan bu yana nicel olarak büyük değişimlerin yaşanmasının yanı sıra hedef ve amaçlarında da belirli değişimler yaşanmıştır. Ulusal hareketin stratejisindeki değişiklik sonucu reformist bir hattı benimsemesine karşın bugün savunduğu taleplerin çoğu ilericidir, demokratik öğeler içermektedir ve her türlü tartışmanın dışında kesinlikle desteklenmesi gereken yön de budur. Egemenler ise bu demokratik-meşru talepleri görmezden gelmekte, baskıyla karşılamaktadır. Özellikle 2005 Newrozunda Mersin’de yaşanan bayrak provokasyonuyla devlet eliyle milliyetçi-şoven bir saldırı süreci geliştirilmişti. Daha öncesinde de zaten var olan bu saldırı süreciyle birlikte birçok ilde Kürtlere ve kurumlara, devrimci-demokrat kesimlere yönelik saldırılar gerçekleştirilmiş, böylece bir Türk-Kürt kavgası yaratılmaya çalışılmıştı. Bu şoven saldırı süreci resmi politikanın bir ürünüdür ve son bulmamıştır, bulmayacaktır da. Çünkü egemenler bu faşist saldırı dalgasını ellerinde tutarak bütün muhalif kesimlerin haklı-meşru taleplerini bastırmayı amaçlamaktadır.
Egemen sistem daha sonra da bu saldırı dalgasını Kürt halkının değerleri üzerinden gerçekleştirmeye koyularak, Abdullah Öcalan üzerinden Kürt ulusal hareketine ve Kürt halkına gözdağı vermeye çalışmıştı. Süreç Öcalan’ın saçlarının zorla kazıtılması, zehirlenmesi ve en son olarak da fiziki müdahalede bulunulması şeklinde ilerlemişti.
Bu dönem egemenler zaten sınır içerisinde gerillaya yönelik bir imha operasyonu politikasına devam ederken sınır dışına da hava ve kara operasyonu başlatmıştı. Bu operasyonun birkaç nedeninin bulunmasının yanında esas amaç Kürt Ulusal Hareketine yönelik imha politikasıydı. Bu imha politikasına serhıldanlarla karşılık veren Kürt halkına yönelik de, ‘‘Kadın da olsa çocuk da olsa gereken yapılacaktır” anlayışı doğrultusunda saldırılmıştı.
Değindiğimiz noktalar itibariyle Kürt ulusuna yönelik saldırıların açık bir şekilde devam ettiği ortadadır ve bu saldırılara karşı pasif, beklemeci bir siyaset izleyerek, inkâr ve imha dalgaları arasında boğuşan halkımızı kaderine terk etmek doğru bir politik hat olarak görülemez. YDG olarak kuruluşumuzdan bu yana ulusların kendi kaderini tayin hakkını kayıtsız şartsız savunmaktayız. Bu anlayışla birlikte, okun sivri ucunu sisteme çevirerek Kürt halkına yönelik saldırılara karşı ve demokratik-meşru talepler için birlikte mücadele anlayışı da hayata geçirmeye çalıştığımız olgudur. Bu, somut ifadesiyle kışkırtılan şovenizme, ulusal harekete yönelik sınır içi-dışı operasyonlara, her türlü saldırıya karşı durmamız ve Kürt halkının en temel hakkı olan “anadil” talebi vb. demokratik-meşru eylemlerde yer almamız gerekliliğidir. Son yerel seçimlerde sistemin politikalarına karşı DTP’ye vermeye çalıştığımız somut destekte de buna örnektir.
Kürt Ulusal Hareketine yönelik ABD patentli yeni bir tasfiye sürecine girmiş olduğumuz ortadadır. Aslında tasfiye politikasının egemenlerin sürekli gündeminde olma gerçekliği su götürmez bir olgudur. Dönem açısından 2007 yılındaki Bush-Erdoğan görüşmesinden sonra başlayan ve Abant platformuyla devam eden yeni bir aşamada bulunmaktadır. Seçim öncesi aceleyle TRT 6’nın yayına sokulması, Kürt Dili ve Edebiyatı bölümünün açılacağının ilan edilmesi ve beyaz Kürtler yaratma politikası bu sürece hazırlanılmaya başlanıldığını göstermekteydi. Yerel seçimlerde bölgede AKP’nin hezimete uğramasıyla planları bozulan egemenlerin nasıl tavır alacağı merak konusuyken Amara’da yapılan saldırıyla iki Kürt gencinin öldürülmesi ve DTP’ye yönelik operasyonlarla sistem daha da saldırganlaşmıştır. Ne kadar saldırganlaştığı da Hakkari’de bir Kürt çocuğun öldürülesiye dövülmesiyle ortaya çıkmıştır. Egemenler, Kürt halkının demokratik siyaset yapmasına bile tahammül edemediklerini göstererek bunu engellemeye çalışırken aynı zamanda katliamcı zihniyetinden bir şey kaybetmediklerini de apaçık bir şekilde göstermiştir.
Sıkça vurguladığımız gibi egemenlerin Kürt ulusal sorunun bakış açıları hâlâ öz itibariyle aynıdır. TRT 6’nın açılmasını mecliste Kürtçe konuşa(maya)rak ilan eden Erdoğan, Ahmet Türk Kürtçe konuşunca gerçek yüzünü göstermektedir. “Ermenistan sınırına dayandılar”, “Bölgedeki seçim sonuçlarını değerlendireceğiz” söylemleri; DTP’ye yönelik operasyonlar, Amara’daki katliam ve sınır dışına yapılan hava operasyonları her şeyi gözler önüne seriyor zaten. Bu değişmeyen bakış açısına karşı devrimci-demokrat-yurtsever kesimlerde “Birlik-mücadele-zafer” anlayışını geliştirmeliyiz. Kürt Ulusal sorununa yönelik net bakış açımız kendisini daha da fazla somutta göstermelidir. Tasfiyeciliği boşa çıkarmak, Kürt halkının yanında olmak herkesin sorumluluğu olmalıdır.
İbrahim Kaypakkaya’yı anmak ve ulusal sorun üzerine görüşlerini anlamak içerisinden geçtiğimiz süreçte buna tekabül etmektedir. Sınıfsal zeminden taviz vermeden Kürt halkına yönelik saldırılara karşı durmak, demokratik, meşru talepleri sisteme karşı desteklemek İbrahim yoldaşın bundan 37 yıl önce ortaya koyduğu ve bugün halen geçerli olan görüşlerdir.
Yararlanılan kaynaklar:
İbrahim Kaypakkaya Seçme Yazılar
YDG sayı:128
Marksizm, Ulusal Sorun ve Sömürgeler Sorunu-Stalin
AMED YDG

Hiç yorum yok: