20 Mayıs 2009 Çarşamba

Devrimci şiddet ve Kaypakkaya

“Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor-komünizmin hayaleti” diye başlar komünist parti manifestosu. 150 yıl önce dolaşmaya başlayan komünizm hayaleti, 1970’lerin başlarında ülkemizde genç bir komünistte ete kemiğe bürünmüştür. O genç komünistin adı İbrahim Kaypakkaya’dır. Ve ölümünün üzerinden 36 yıl geçmişken, 2009 Mayısı’nda Kaypakkaya’yı bir kere daha anmak önemlidir.
***
“Kitleler içinde kök salmış, demir disiplinli, subjektivizmden, revizyonizmden ve oportonizmden arınmış, özeleştiriyi uygulayan çelik gibi bir parti, silahlı savaş içinde gelişip güçlenecektir.” (İbrahim Kaypakkaya)

Emeğin sömürülmesine son verilmesini, sınıfların ortadan kaldırılmasını isteyen, insanın insana kulluğunu reddeden, insanca bir düzen ve özgür bir dünya mücadelesini veren komünistler, özünde, silahların bu dünyadan tamamen kaldırılmasından yanadır. Ne yazık ki, bir avuç kapitalistin dünyayı talan etmek için sürekli bir orduya ihtiyaç duymaları, egemenlik alanlarını korumak için her türlü şiddeti meşru görmeleri ve kurumsallaşmış en büyük şiddet aygıtı olarak da devleti kullanmaları, emeğin sömürü çarklarından kurtulmasını isteyenlerin de silahlanmalarını zorunlu kılmaktadır. Bu yüzden işçi sınıfının iktidara geldiği bütün ülkelerde, bu ancak devrimci şiddet yoluyla mümkün olmuştur. Aksini düşünenlerin Allende örneğine tekrar tekrar bakmaları yararlı olacaktır.
Günümüzde her çeşit şiddete karşı çıkarak barışı savunanlar, egemen sınıfların, kapitalist devletlerin ekmeğine yağ sürmektedirler ve bu düşüncenin insanlığa, ezilen halklara zerrece katkısı yoktur. Her türlü şiddete karşı olan kesimler, dün Vietnam’da, Kore’de, Cezayir’de üzerlerine bombalar yağan halklara anlatabildiler mi dertlerini? Yine bu düşüncede olanlar, bugün Irak ve Afganistan’da ABD şiddetine, Filistin ve Lübnan’da İsrail vahşetine maruz kalanlara anlatsınlar dertlerini. Daha somut olarak ülkemizde Kürt coğrafyasında köyleri yakılan, zorla göç ettirilen Kürt halkına anlatsınlar dertlerini. Nisan ayında Hakkari’de özel hareket polislerinin şiddetine maruz kalan Kürt çocuğuna ve polise taş attıkları için tutuklanan, haklarında 20 yıldan fazla ceza istenen Kürt çocuklarına anlatsınlar dertlerini. Tabii anlatabiliyorlarsa.
20. yüzyılın ilk proleter devletinin mimarı olarak dünya hakları nezdinde haklı bir prestije sahip olan Lenin bu konuda şöyle der: “Sürekli ve demokratik barış isteyen herkes, hükümetler ile burjuvaziye karşı, bir iç savaştan yana olmak zorundadır.”
Ne yazık ki, ülkemiz şartları, burjuvaziye karşı yürütülecek olan bu “iç savaş”ın ilk etapta başlatılmasını ve uzun süreli olmasını dayatmıştır. Ve ülkemizin bu gerçekliğinin oluşturduğu görevlerden kaçmayarak, Kaypakkaya tarihe onurlu bir şekilde geçmiştir. Bugün Kaypakkaya ismi saygıyla anılıyorsa, tarihin verdiği bu görevden kaçmamasından kaynaklıdır.
Kaypakkaya’nın bilimselliği ve uzak görüşlülüğü özellikle Kemalizm ve ulusal sorunda bugün daha net görülmektedir. O dönem tabu olan bu iki konuda Kaypakkaya, birçok kesimle ters düşme pahasına görüşlerini ortaya koymuştur ve bugün devrimci, demokrat güçler Kaypakkaya’nın bu konulardaki haklılığını kabul etmektedir. Bugün birçok devrimci, demokrat kesim anti-kemalisttir ve Kürt ulusal sorununda Türk şovenizminden daha az etkilenmişlerdir[i]. Konumuz Kemalizm ve ulusların kendi kaderini tayin hakkı olmadığından kaynaklı değinip geçiyoruz.
Ancak Kaypakkaya’nın silahlı mücadele üzerindeki bilimsel görüşleri suskunlukla geçiştirilmektedir. Kaypakkaya Şafak revizyonizmi olarak adlandırdığı TİİKP içerisinde faaliyet yürütürken, 7–8 Şubat 1972’de toplanan DABK toplantısında alınan kararlardan bir tanesi şudur: “Bugün kırlık bölgelerde köylü kitlelerin başına geçip silahlı mücadeleyi örgütlemeyen ve kararlı, tutarlı, azimli bir şekilde yürütmeyen bir komünist hareket, komünist sıfatına layık olamaz ve devrimci kitlelerden tecrit olur. Bugün ülkemizdeki devrimci mücadele çok önemli bir noktaya, silahlı mücadele yolunu tutmayan bir akımın, bunun adı isterse komünist hareket olsun, kitlelerden tecrit olacağı bir noktaya ulaşmış bulunuyor.”
Bugün dünyada ve ülkemizde esen tasfiyecilik rüzgarlarından bahsediyoruz ve bu rüzgar yaklaşık 30 yılda, birçok devrimci örgütü, geçmişin devrimci örgütü haline getirdi. Tarihin derinliklerinde bir nostalji olarak yer alan bu örgütler ve tasfiyeciliğin etkilerine maruz kalan bugünün birçok devrimci örgütünün en zayıf noktası kitlelerden tecrit olmalarıdır. Tecrit olmalarındaki ortak nokta ise silahlı mücadeleyi örgütleyememeleridir. Hemen şunu belirtmeliyiz ki hâlâ bu yolda ısrarlı bir şekilde adım atmaya çalışan örgütlerin çabalarının da çok değerli olduğunu düşünüyoruz. Tüm bu çabalar gelecek açısından umutlu olmamızı sağlamaktadır.
İkinci olarak, Kaypakkaya’nın vurguladığı “silahlı mücadele yolunu tutmayan akımın, (…) kitlelerden tecrit olacağı bir noktaya ulaşmış bulunuyor” vurgusunun doğruluğu devrimci mücadelenin içerisinde açığa çıkmıştır. Bunun en büyük kanıtı da Kürt Ulusal Hareketi’nin Kürt halkı üzerinde yarattığı etkidir. Buna karşın ulusal çelişkinin sınıfsal çelişkiye nazaran daha fazla ilgi çektiği-destek bulduğu üzerine görüşler mevcuttur. Ancak açıktır ki Kürt ulusunun taleplerini savunma iddiasında olan çok sayıda örgüt vardır. Hem de çoğunluğu silahlı mücadeleden yana değildir. Burkaycılar, Barzaniciler bunlara örnektir. Buna rağmen en kitlesel olanının, silahlı mücadeleyi savunan ve bunu pratiğinde uygulayanın olması tesadüf değildir. Kürt Ulusal Hareketi de bunu yayınlarında ifade etmektedir. Kürt coğrafyasında şöyle bir gidip gören herkes Kürt halkının kalbinin gerilla olarak attığına şahit olur.
Bir başka açıdan, bugün ulusal taleplerin ilgi çektiği iddiası tarih makarasının geriye sarılmasıyla iyice anlamsızlaşır. Kürt Ulusal Hareketi, savaşa 1984 Ağustosu’nda başlamıştır. O döneme kadar, kitlesel olan örgütler ulusal mücadeleyi savunmayan, ağırlık noktasını sınıfsal taleplerin oluşturduğu örgütlerdir. O dönem kitleler açısından “revaçta” olanın sosyalizm olduğu açıktır. Kürt Ulusal Hareketi’nin de o dönem açısından “sosyalist” olması da tesadüf değildir. O dönemki şartlarda diğerlerine nazaran daha zayıf ve daha yeni olan örgütün, kitleselleşmesinde kilit nokta tek başına ulusal talepler değildir. Buradaki kilit nokta, hem de birçok çevrenin pas geçtiği silahlı mücadeledir.
***
2- Silahlı mücadele esas, diğer mücadele biçimleri talidir.
6- Bu dönemde köylerde, silahlı mücadele içinde gerilla mücadelesi esas, diğer mücadele biçimleri talidir.
8- Örgütlenmede parti örgütlenmesi esas, diğer örgütlenmeler talidir.
9- Diğer örgütlenmeler içinde silahlı mücadele örgütleri esastır. (İbrahim Kaypakkaya 11 ilkeden)

Kaypakkaya’da silahlı mücadeleye yapılan vurgu oldukça nettir. Ve birçok silahlı mücadele yürüten örgütten çok ciddi farklar vardır. O dönem ülkemizde Mao’nun savunduğu Halk Savaşı’ndan ziyade Che Guevara’nın savunduğu görüşler devrimciler nezdinde daha büyük yankı uyandırmıştır. Bu konuda her dürüst, namuslu devrimcide büyük bir saygı uyandıran Che Guevara’nın Küba’dan sonra Bolivya’da devrimi gerçekleştirmek için harekete geçmesi ve burada ölmesi, Arjantinli büyük devrimciyi dünya hakları nezdinde çok saygın bir yere yerleştirmiştir.
Che’nin de etkisiyle bu dönemde devrimci mücadeleye katılan genç devrimcilerin devrime önderlik edecek Komünist Parti’yi örgütlemeden doğrudan gerilla savaşına başvurması önemli bir ideolojik sorundur.
Kaypakkaya’da partisiz savaşın, askeri öncülüğün izine rastlamak olanaksızdır. Kendi yazdığı 11 ilkede de belirttiği üzere Kaypakkaya hızla komünist partisinin inşasına girişmiştir. Eğer Vartinik’te hareket büyük bir darba alıp, önderini Diyarbakır zindanlarında kaybetmeseydi, bir yıl içerisinde partinin kuruluş kongresini gerçekleştirecekti.
Kaypakkaya’da parti anlayışı, savaşın örgütlenmesi üzerine kuruludur. Doğallığında da parti savaş içerisinde gelişecek, büyüyecek, kök salacaktır. Partinin önderliğinde savaşacak olan halk ordusu da savaşın içerisinde büyüyüp gelişecektir. Bunlar Mao’nun Halk Savaşı tezleridir. Ve Kaypakkaya, çekik gözlü ustanın yolunda yola devam etmiştir.
Fokoculuğun doğasında olan öncü savaşçılığı, kitleler adına savaşma yer almamaktadır Kaypakkaya’nın zengin teoriğinde ve pratiğinde. Kitleleri savaşın içerisine çekmek, her olguda kitlelerden öğrenmek Kaypakkaya’nın en önemli özelliğidir.
O kitle temelinin sağlam olduğu, savaşı sahiplenebilecek bölgelerde faaliyetlerini yoğunlaştırmıştır. Bozkır en kuru yerinden tutuşturulacak esprisi de bu mantığın ürünüdür. Ve kitle temelinin en sağlam olduğu Kürt coğrafyasında çalışmalarını yoğunlaştırmıştır. Aradan geçen yaklaşık kırk yılda bu yaklaşım hâlâ geçerliliğini korumaktadır. Günümüzde devrime en yakın kitle Kürt coğrafyasında bulunmaktadır. Bu da Kaypakkaya’nın belirlemelerindeki bilimselliğini göstermektedir.
Kaypakkaya’nın çok az bir kadroyla ve askeri donanımının çok yetersiz olmasına rağmen savaşa başlaması günümüzde hayalperestlikmiş gibi gelebilir. Ancak basitten karmaşığa, halkın basit olanaklarını bir araya getirerek büyük olanaklar yaratmak mantığı vardır bunun altında, daha da önemlisi kendi gücüne güvenmek vardır.
Kaypakkaya silahların konuşmasıyla halkın bir anda gelmeyeceğinin de farkındadır. Bunun farkında olmasından kaynaklı halkın hemen örgütlenmemesi karşısında moral bozukluğuna kapılmaz. Dahası halkın binlerce yıllık deneyiminin olduğunu, dostunu düşmanını çok iyi tanıdığını, devrimcilerin gönül kazanması ve dahası hasım güçlerle hesaplaşabilecek kararlılığa sahip olması gerektiğinin farkındadır. Sürekli olarak görünenle yetinmemeyi, halkın gerçekliğinin önemsenmesi gerektiğini belirtir.
Kaypakkaya savaşın örgütlenmesinde niteliğin ve doğallığında kadroların önemini belirtir. Elbette nicel güç çok önemlidir. En nihayetinde halk kitleleri örgütlenmeden devrim gerçekleşmeyeceğine göre bu konuda daha fazla söz söylemenin anlamı yoktur. Ancak Kaypakkaya, ileri unsurların, hareketin teorisiyle donanması gerektiğinden, bu unsurların militan bir mücadele pratiği içerisinde bulunmasının öneminden bahsetmiştir. İleri unsurların hızla profesyonelleştirilerek, büyük çoğunluğunun, köylülerin silahlı mücadele içerisinde örgütlenmesi faaliyetinde konumlandırılması gerektiğini belirtmiştir.
Ancak kadro meselesinin esasta silahlı mücadele içerisinde çözüleceğini belirtmiştir. Savaşın savaşılarak öğrenileceği gerçeğini hiçbir şekilde dejenere etmeden, genelde devrimcilerin düştüğü dar pratikçiliğe de düşmeden, adım adım savaşı başlatmıştır. Ne nicel gücün azlığına kapılıp sağ pasifist bir hat izlemiştir ne de macera peşinde koşarak sol sekter bir tavrın içerisine girmiştir. O dönem için ne yapılması gerekiyorsa onu yapmıştır.
Katledilişinin 36. yılında genç devrimciler Kaypakkaya’yı anarken onun devrimci pratiğinden ve savaştaki ısrarından öğrenmelidir.
[i] Bugün Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı ve Kürt Ulusal Hareketi’ne ve Kürt ulusuna karşı görevlerini kavramaktaki sıkıntılarından kaynaklı bilinçli bir şekilde böyle vurguladık. Kanımızca bunun önemli bir nedeni hala Türk şövenizmin etkileridir.

Hiç yorum yok: