Kamusal bir hak olan eğitim, neo-liberal eğitim politikalarının tahribatı arasında her geçen gün daha fazla sınırlandırılmakta ve özellikle emekçi kitleler açısından durum dünden daha da kötüye gitmektedir. Sorunun temelini teşkil eden emperyalist eğitim politikaları gün geçtikçe yaşam alanımıza daha fazla girmekte ve bununla birlikte paralı eğitim gün geçtikçe yaygınlaştırılmaktadır. Özellikle üniversiteler üzerinde bu politikaların daha fazla uygulanır olması, gösterilecek direncin de buralardan (üniversitelerden) ortaya çıkabilmesi için demokratik-akademik mücadelenin önemini doğru kavrayabilmemiz bir gerekliliktir.
Demokratik-akademik eksende yürütülecek mücadele bildiğimiz üzere alanda yaşanan sorunların (kitlelerin gerçek sorunlarının) incelenmesi ve çözüm yöntemlerinin ortaya konularak harekete geçirilmesiyle başarılabilir. Ama önce kitleleri tanımak gerekir. Söz konusu üniversite öğrencileri ise tanıyacağımız kitle üniversite gençliği olacaktır.
Bunların nasıl olacağı üzerinde bir yöntem belirlemek kaçınılmaz olur. Eğer kitlelerin öz ve gerçek sorunlarını belirleyemiyorsak adım atabilmemiz de mümkün olamaz. Politika adına birçok şey belirlense de bu politika subjektif kalır ve nesnel olmayan bir belirleme kitlelerin sorunlarını çözme iddiası taşıyamaz. Öncelikle bir çalışma yapabilmek için yöntem olarak “araştırma inceleme-ajitasyon ve propaganda-örgütlenme” aşamalarını uygulayabilmeliyiz. Öncelikle araştırmak-incelemek ve veri toplamak ve bilgiye sahip olmak gerekir. Sonrasında kitleleri en yakıcı olarak etkileyecek olan yanların tespit edilmesi ve ön plana çıkarılması gelir. Ve ardından buna yönelik A/P araçlarını etkili bir şekilde uygulamak gelir. Yapacağımız çalışmanın en temel yönü ise kitlelerin sorunlarına sahip çıkmasını sağlayarak, örgütlü mücadelenin önemini ve etkisini gösterebilmek gelir.
Genel politika adı üzerinde genel bir politikadır. Kitlelerin geneline hitap eder ve niteliğini somut gerçeklikten ele alır. Bologna Süreci uygulanırken emperyalistler genel bir belirleme yaparlar. Ve sürece katılan her ülke-Türkiye de sürece katılan bir ülkeler arasındadır-bu politikaları kendi alanında uygulamaktadır. Ve her ülke bu politikaları kendi sahasında kendi gerçekliğine göre uygulayabilmektedir. Türkiye’de ise bu politikaları uygulayabilmek çok daha sıkıntılı olacağı için sistem burada daha gizli tedbirli adımlar atarak süreci ilerletmeye çalışmaktadır. YÖK bu süreçte (Bologna) misyonunu oynamaktadır. Üniversite öğrenimini giderek paralı hale getirmek için özel üniversitelere doğrudan gözükmeyen görece saklı bir destek sunmaktadır.
Görüldüğü gibi egemenler için de aynı şey geçerli olmaktadır. Bologna Sürecini ülke özgülünde uygulamaya çalışmaktalar. Biz de aynı şekilde Bologna Sürecini işlerken alan özgülünde yaşanan sorunlardan bağımsız olarak değil tam da onlarla birlikte işlenmesinin öneminden bahsediyoruz. Demek istediğimiz, genel politikaları ortaya koyarken alan gerçekliğini es geçmeden bilhassa alan özgülündeki sorunlarımızın ön plana çıkarılarak genel politikalarımızla işlenebilme becerisini gösterebilmemizdir.
Demokratik- akademik eksende mücadelenin önemini somut gerçeklikten aldığı için söylüyoruz. Keza bunu bilmek için çok fazla araştırma yapmaya bile gerek kalmadan rahatlıkla görebiliriz. Özellikle paralı eğitimin öğrenim hayatımızı giderek zorlaştırması ne kadar bir gerçeklik ise ekonomik mücadele (ki akademik mücadelenin bin bir sorununun sadece bir yönüdür) de o kadar gerçekliktir. Ekonomik mücadele demokratik mücadeleden de kopuk değil öz itibarı ile de demokratik muhtevaya sahiptir ve akademik mücadele ile ayrılmaz bir bütündür. Söz konusu üniversitelerin piyasaya açılması, özel üniversitelerin son dönemlerde sayılarının artması, emperyalistlerin ülkemizde üniversite açmak için sıraya girmesi, kontenjanların 110 bin kişi artırılarak (özel üniversitelerin hızla açılmaya başladığı düşünüldüğünde) anlaşılır olması, tıp fakültelerinde yaşanan önemli kontenjan artırımının özel üniversitelerin “tıp fakültesi açacağız” söylemlerine denk düşmesi ve son olarak kontenjan artışıyla beraber boş kalan kontenjanları kapatmak için ÖSS taban puanlarının düşürülmesi… Bakıldığında bir kısmı özel üniversitelere açıktan bir kısmı ise açıktan gözükmemekle birlikte yapılan destekleri içermektedir.
Son yaşanan ÖSS barajı düşürülmesini ayrı ele almak gerekir. Bu sayede lisans programları için tercih yapma hakkını elde eden kişi sayısında yüzde 50 artışın olacağını ÖSYM Başkanı Yarımağan belirtmiştir. Sadece çıta düşürülmüştür. Sıralamayı ve üniversiteye girişleri çok değiştirmeyecek olan bu sistemle beraber yapılan bu değişiklik özel üniversitelere yapılan bir jesttir. Çünkü özel üniversitelerin kontenjan boşluğu bu sayede kapatılmaya çalışılacaktır. Bir nevi özel üniversitelere girme hakkını kazandırmaktır yapılanın adı.
Görüldüğü gibi üniversitelerin ticarileştirilmesi için YÖK elinden geleni yapmaktadır. Yine bu süreçte ister istemez üniversiteler parasal açıklarını kapatmak için, rekabet edebilmek için öğrencinin üzerine yükleneceklerdir. YÖK Başkanı’nın açıklamaları hafızamızda dünkü kadar akıldadır. Kontenjan artışıyla beraber eğitimde yaşanacak olan nitelik düşüklüğü, öğrencilerin barınma sorunlarının daha da artacağı, Yurt-Kur’ da yığılmaların artacağı ve öğrencilerin sıkış tıpış yurtlarda sağlıksız bir şekilde doldurulacağı ayan beyan ortadadır. Bu sorunlar sadece bir kısım sorunlardır.
Demokratik-akademik mücadelenin gün giderek daha fazla ön plana çıkması, öğrencilerin öz örgütlülüklerinin vazgeçilmez oluşunu bizlere göstermektedir. Öğrenci dernekleri gerçekliğini demokratik-akademik mücadeleden almıyor mu? O halde tekrar etme pahasına yinelersek, genel politikalarımızı alanda yaşanan sorunlarla örtüştürerek, bağımsız değil iç içe ele alarak, özgül sorunu ön planda tutup genel ile birleştirerek, A/P araçlarını en etkili şekilde kullanarak kitlelerin örgütlenmesi mucizevi değil politikalarımızın gerçekliği ve sağlamlılığı üzerinde hayat bulacaktır.
5 Eylül 2008 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder