17 Eylül 2008 Çarşamba

YENİ DEMOKRAT GENÇLİK 4. YAZ ÇALIŞMASINI GERÇEKLEŞTİRDİ!

Emperyalizmin derin krizinin kontrol altına alınması için saldırıların daha pervasız olarak arttırıldığı bir sürecin içinden geçmekteyiz. Ve doğallığında bu saldırılarının birincil hedefi geniş emekçi yığınları ve dolayısıyla geleceği yaratacak olan gençlerdir. Bizler genç devrimciler olarak bunun bilincinde olduğumuz için yaz dönemini tatille doldurmak yerine örgütümüz YDG’nin kolektif şekilde örgütlediği 1 aylık bir yaz çalışmasıyla dolu dolu geçirmenin mutluluğunu yaşadık.
4–30 Ağustos tarihleri arasında Yeni Demokrat Gençlik olarak, Mersin’de merkezi bir “Yaz Çalışması” örgütledik. Ancak birçok alandan beklediğimiz katılımın olmaması belirli sıkıntıların yaşanmasına sebep oldu. Bunun etkilerini tüm çalışma boyunca hissederken çalışmanın ilk günlerini daha yakıcı bir şekilde etkiledi. Örneğin çalışmanın ilk günlerine kendiliğindenci bir hava hakimdi. Bir sonraki gün hangi çalışma konusunu alacağımızı uzun uzun tartışıyor ama bir sonraki gün eğitim çalışması yapıldığında aynı uzunlukta bir tartışma yürütemiyorduk. Bunun esas nedeni konuyu sunacak arkadaşın tek gece çalışma imkânı bulması ve diğerlerinin de konu hakkında ön hazırlık yapmamasıydı. Verimsiz geçen bir eğitim çalışmasının ardından hangi mahallede dağıtım yapmaya gideceğimizi tartışıp o mahalleye isteksiz bir biçimde dağıtıma çıkıyorduk.
Fakat birkaç gün sonra bu olumsuz durumdan ders çıkartarak müdahalede bulunduk ve tüm çalışma konularını elimize alıp hangisinin hangi gün ve kim tarafından verileceğini önceden belirledik. Aynı zamanda işlerin daha düzenli ilerlemesi için ajitasyon-propaganda, yayın ve iaşe komisyonları oluşturduk.
Çalışmanın ilk günü Mersin’de faaliyet yürüteceğimiz bölgeler hakkında genel bir sohbet yaptık. Bu mahalleler Kürt halkının yoğunlukta olduğu, feodal bağların kuvvetli olduğu mahallelerdi. Bunun için oralara gittiğimizde nasıl giyinmemiz, nasıl davranmamız gerektiğini konuştuk. Kürtçe bilmeyen arkadaşların zorluk yaşayabileceğini öğrendik. İnsanların genel olarak ulusal harekete ilgi duyduğunu göz önüne alarak politik çalışmalarımızı planladık. Kendi içimizde “ulusal sorunu” nasıl ele aldığımızı daha da netleştirmek için bir gün sonrasına eğitim çalışması olarak Partizan dergisinin son sayısında çıkan “ulusal hareketlerin politik niteliği sorunu” makalesini aldık. Konuyu anlatan arkadaş bizim yaklaşımımızı özetledi. Bu bağlamda “ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının” önemini vurguladı. Ayrıca sınıf savaşında da hangi ulustan olduğuna bakılmaksızın ezilen tüm insanların birlikte mücadele etmesinin gerekliliğini anlattı. Sınıfsal mücadele ile ulusal mücadeleyi iç içe ve doğru şekilde ele almanın üzerinde durduk.

Kitle Çalışmalarımız
Bu seneki yaz çalışması bizim için önemliydi ve daha farklıydı. Daha önceki yıllarda yapılan 3 köy çalışmasından farklı olarak bu seneki yaz çalışmamızda “kitle çalışmasına” yoğunlaştık. Önceki yıllarda üretim çalışması esası oluşturmakta, kitle çalışması daha arka planda kalmaktaydı. Bu sene daha farklı bir yöntemle yaz çalışmasına başladık.
Yoksulluğun, sefaletin arttığı, halk karşıtı uygulamaların yoğunlaştığı, krizin derinleştiği bu dönemde kitle çalışmasındaki sıkıntıları belirlemek ve aşmak, daha aktif, daha inisiyatifli ve daha kolektif bir çalışma tarzını hakim kılmak için kitle çalışmasının ağırlık kazandığı bir çalışmayı önümüze koyduk. Öğrenci gençlikten yoldaşların ağırlıkta olduğu örgütsel yapımızdan kaynaklı, yoksul halkımızı daha yakından tanımak, halktan öğrenmek ve politikalarımızı taşımak için bu çalışmaya önem verdik.
Bizler tarihi yazanın kitleler olduğunun bilincindeyiz. İnsanın insan tarafından ilk olarak esaret altına alınmaya başladığı günden bugüne kadar baktığımızda kitlelerin neler başardıklarını ve kendilerinde olan o gücün açığa çıkarılıp doğru bir şekilde yönlendirildiği zaman önüne set çekilemeyen bir sel haline nasıl dönüştüğünü biliyoruz. İşte kitle çalışmasına yoğunlaşmamızın nedeni tam da bu noktada önem kazanıyordu, kitleleri dinleyip onların öğrencisi olup onlardan öğrenmek ve sonrasında tekrar onlara gidip öğrendiklerimizi onlarla paylaşmak; kitle çalışmasını öğrenmek.
Her gün eğitim çalışmasından sonra mahallelere dağıtıma gidiyorduk, ilk zamanlar salt dağıtım şeklinde giden çalışmamızdan kendimiz rahatsız olup bu rahatsızlığımızı dile getirdik. Yaptığımız tartışmalar sonrasında insanlarla oturup sohbet etmenin, onların dertlerini dinlemenin ve ortak rahatsızlıkları üzerinden tekrar onlara gitmenin gerekliliği üzerinde netleştik. Ortak bir ajitasyon dili oluşturup onları sorunları etrafında nasıl bir araya getirebileceğimizi konuştuk.
Dağıtıma çıktığımız iki mahalle vardı: Çilek ve Demirtaş Mahalleleri. Demirtaş Mahallesinde gazetemizi iyi denebilecek oranda dağıtıyorduk ve gazetenin parasını alabiliyorduk; Çilek Mahallesinde ise insanların çoğuna gazeteyi ücretsiz bırakıyorduk fakat bu mahalle daha duyarlıydı ve yakıcılığını hissettikleri bir sorunları vardı: kentsel dönüşüm kapsamında yıkım tehdidi duruyordu karşılarında. Biz de gücümüz oranında faaliyet yürütürsek daha yararlı sonuçlar alabileceğimizi düşünerek kitle çalışmasında Çilek Mahallesi ve genel ihtiyaçlarımızı karşılayabilmek için maddi kazanç noktasında her iki mahalleye de yoğunlaşma kararı aldık. Bu nedenle Çilek Mahallesinde anahtarını bize bırakıp kendileri mevsimlik işçi olarak fındık toplamaya giden bir ailenin evine taşındık.
Mahalleye ilk girdiğimizde çocukların “öğretmenler geldi”, “gazeteciler geldi” diyerek arkamızdan koşmaları bizi mutlu etmişti. “Öğretmenler geldi” diye bağırmalarının nedeni; Mersin’deki arkadaşların okuma-yazma bilmeyen kadınlara okuma-yazma öğretmeleri ve mahallenin çocuklarına kitaplar verip onların okuma alışkanlığı kazanmaları için yardımcı olmalarıydı.
Çilek Mahallesinde gazetemizi alıp almamalarına bakmaksızın insanlara yıkımlarla ilgili ne düşündüklerini sorduk. Bu bağlamda insanların çoğu evlerini yıktırmak istemediklerini, bunun için örgütlü bir mücadele gerektiğini fakat mahalle sakinlerinin örgütlü bir duruş sergileyemeyeceğini düşündüklerini söyledi, bir kısmı ise yapılacak bir şey olmadığını, herhangi bir mücadelenin başarı getirmeyeceğini söyledi. Biz de onlara İzmir ve Ankara örneklerini vererek aslında omuz omuza örgütlü bir duruş sergilendiği zaman neler başarılabileceğini anlatmaya çalıştık.
Bir de mahallede doğalgaz için geldiğini söyleyerek evlerin fotoğraflarını çekip, ölçülerini alan, bahçedeki ağaçları bile sayan bir ekip dolaşıyordu. Biz de bunu bir ajitasyon malzemesi olarak kullanıp, Mersin’in en lüks yerlerinde bile doğalgaz yokken böyle bir mahalleye doğalgaz getirmelerinin imkansız olduğunu söyledik ve bu işin içinde başka şeylerin olduğunu anlatmaya çalıştık ve bu noktada başarılı da olduğumuzu düşünüyorum.
Mahalledeki çoğu aile bizi çok sıcak karşıladı. Bazı anaların bizi gördükleri zamanki coşkusu bize de yansıyordu. Hatta öyle ki isteksiz bir şekilde çıktığımız birçok dağıtımda bizi motive eden onların konuşmaları, coşkuları ve davranışlarıydı. Tüm yoksulluklarına rağmen bizlere yardım edebilmek için her şeylerini koyuyorlardı ortaya, birçok aile bize erzak yardımında bile bulundu.
İki kere de pazara çıkıp sesli ajitasyonda bulunduk ve gazete-dergi dağıtımı yaptık. Bu, insanların gerçekten çok ilgisini çekmişti. Her ne kadar daha öncesinde konuşmadan anlık ve yeterince örgütlü olmadan pazara çıkma kararı olumsuzluk olsa da kitlenin dikkatini çekme noktasında bizim için bir olumluluktu.

Eğitim Çalışmalarımız
“Politik-örgütsel olarak seviyemizi yükseltelim” ve “politikleşmede okumanın önemi”: Eğitim çalışmasında dünyayı kendi pratiklerimizden ve dolaylı olarak başkalarının pratiklerinden öğrendiğimizi, dolaylı öğrenmeyi kitap, dergi, deneyim aktarımı vb. şeylerle gerçekleştirdiğimizi ele aldık. Sonrasında “başkalarının deneyimlerinden yararlanmak bizim için neden önemlidir?” sorusuna cevap olarak; bizim yaşadığımız olayların benzerlerini daha önce başkalarının bazı özgünlükler dışında yaşadığını, önemli olanın onların tecrübelerinden dersler çıkarmak ve aynı hatalara tekrar düşmemek olduğunu ve bizim amacımıza daha çabuk ulaşmamızın yolunun geçmişi bilmekten geçtiğini söyledik.
Daha sonra teorinin bize kattığı birikimin pratik kadar yeterli olmadığını, teorik bilgi birikimimizle olaylara daha iyi yön verebileceğimizi, yanlış anlayışlarımızı araştırma-inceleme yoluyla değiştirebileceğimizi ve pratik olarak başarıya ulaşabileceğimizi anlattık.
Politikanın amacının bir değişimi, ilerlemeyi ya da kendi karşıtına direnmeyi içeren bir eylemsellik yaratmak olduğunu, politika ve örgütlülüğün birbirinden kopmaz bağlarla bağlı olduğunu vurguladık.
“Yeni demokrasi kültürü”: Eğitim çalışmasında yeni demokrasi kültürünün ne olduğu üzerine tartışma yürüttük. Bu bağlamda egemen sistemin bize dayattıklarını reddedip, devrimci bir yaşam sürmenin, eleştiri-özeleştiri mekanizmasını oturtmanın tam da bu kültür hizmet ettiğini söyledik.
“Müdahalecilik ve kolektivizm”: Eğitim çalışmasında sürece müdahale edemeyen, yoldaşlarını harekete geçiremeyen bir tarzın kolektif çalışma tarzını baltalayacağını, hedefimizin kendimizin ve birlikte mücadele ettiğimiz YDG’lilerin örgütlülük düzeyini yükseltmek olduğunu ve buna paralel olarak da halk kitlelerini örgütlemek olduğunu vurguladık. Çalışmamızı komisyonlar gibi kolektif mekanizmalar kurarak örgütleyebileceğimizi ve komisyondaki her yoldaşın fikirlerinin alınması gerektiği üzerinde durduk.
Kendisini ve yoldaşlarını örgütleyemeyen, bunun için çaba sarf etmeyen bir yoldaşın kitleleri örgütlemesinin mümkün olamayacağını söyleyerek işleri ortaklaştırarak yapmanın, geride kalan yoldaşları pratik faaliyete katmanın, işbölümü yapmanın önemini vurguladık.
“Yoldaşlık bilincimiz ve ilişkilerimiz üzerine”: Eğitim çalışmasında “ben” olmaktan çıkıp “biz” olgusuna ulaşabildiğimiz oranda yoldaşlık bilincine ulaşabileceğimizin üzerinde durduk. Her bir yoldaşın hatasının tüm örgütün hatası, aynı zamanda başarılarının da tüm örgütün başarısı olarak görmenin ne kadar önemli olduğunu vurguladık. Kişileri tartışmaktan ziyade kişilerin yaşadığı maddi zemini tartışmanın gerekli olduğunu ve yoldaşlık bilincinin ideolojik-politik-örgütsel bilinçle doğru orantılı olarak gelişeceğini söyledik. Aynı zamanda kendi davranışlarımızı ve yoldaşlarımızla olan ilişkilerimizi sorgulayıp nasıl olması gerektiğini tartıştık.
“Statükoculuk ve alışkanlıklarımız üzerine”: Eğitim çalışmasında ilk olarak statükonun tanımını yaptık. Statükonun var olanı koruma, onunla yetinme isteği ve yeniyi yaratamamanın ta kendisi olduğu üzerinde netleştik. Aynı zamanda bunun kendine güven problemini de içinde taşıdığını, yeniye açık olmama, politik gerilik, tembellik, sorgulamama, eleştiriye kapalılık, kitlelere kapalılık vb. zaaflarda statükocu anlayışın önemli bir etkisinin olduğunu tartıştık.
Yaptığımız yanlışları kabul ederek, sorumluluk alarak ve yeniye açık olarak statükoculuğu kırabileceğimizin vurgusunu yaptık. Aynı zamanda aracı amaç haline dönüştürdüğümüzde de statükoculuğa düşeceğimizi, amacı iyi kavrayarak ve buna göre politik bir hat izleyerek statükoculuğa düşmeyeceğimizi söyledik.
“Eleştiri-özeleştiri üzerine”: Eğitim çalışmasında eleştirinin üslubundan ziyade içeriğine bakmamız gerektiğini vurguladık. Aynı zamanda eleştirilere açık olmak gerektiğini, çünkü yapılacak en geri eleştiride bile alabileceğimiz önemli kısımların olabileceğini, yapılan eleştirilerin çoğunun bizim iyiliğimiz, hatalarımızı tekrarlamamamız için yapıldığının bilincinde olmamız gerektiğini ele aldık.
Verdiğimiz özeleştirilerde de liberal bir çizgi izlemememiz ve hatalarımızı değiştirebileceğimiz bir tarzda vermemiz gerektiğini, fakat asıl önemli olanın sadece söylemde kalmasına izin vermemek olduğunu ve verdiğimiz özeleştirileri bundan sonraki pratik faaliyetimize yansıtmak gerektiğini söyledik.
“Tasfiyecilik üzerine”: Eğitim çalışmasında Partizan’ın son iki sayında çıkan makalelerden yararlandık. İlk olarak tasfiyeciliğin tanımını yaptık. Tasfiyeciliğin bir şeyin içini boşaltma, özünden kopma olduğunu söyledik.
“Gönüllü bir iş yapıyoruz-devrimci fedakârdır”: Eğitim çalışmalarında örgütlülüğümüzün yaşadığı yer, para vb. sorunların kitlelerle bağımızın kopuk olmasından bağımsız olmadığını, politik yetersizliğin, halk yığınlarına ve örgüte güvensizliğin devrimciliği özümsememekten kaynaklandığını söyledik. “Mücadelede yaptığımız fedakârlıktan anladığımız nedir? Örgüt kimin için var? Devrimci fedakâr mıdır/fedakâr olmak zorunda mıdır? Ya da fedakârlık kıstasları nelerdir?” sorularına yanıtlar bulmaya çalıştık.
İlk olarak kendimiz için ve dolayısıyla da halk için bir şeyler yaptığımızı söylüyorsak, halk adına karar vermenin ve onları küçük görüp onlara tepeden bakmanın yanlışlığı üzerinde konuştuk. Ne iş yaptığımızdan ziyade işin neye hizmet ettiğini kavramamızın gerekliliğini, dolayısıyla da yapacağımız en ufak bir işi bile küçümsemememiz gerektiğini konuştuk.
“Ajitasyon-propaganda üzerine”: Eğitim çalışmasında ajitasyon ve propagandanın tanımlarını yapıp aralarındaki farkları ortaya koyduk. Bu bağlamda ajitasyonun genel bilgiler içerdiğini yani olayların can alıcı noktalarını yakalayıp anlatmak olduğunu; propagandanın ise daha çok sistemli bilgiler içerdiğini ve örgütlemeye dönük olduğunu söyledik.
“Kitle örgütlerinde çalışmaya ilişkin, kitleleri anlamak ve değiştirmek, örgüt kimin için var”: Bu eğitim çalışmasını 2 güne yayarak işledik. Bu bağlamda kitle örgütlerinin halk kitlelerinin ve özellikle işçi sınıfının, sömürücü sınıflara karşı mücadelesi sürecinde yaratılan öz direniş odakları olduğunu, bu nedenle DKÖ’lerin birleştirmeyi amaçladıkları çalışma alanındaki emekçi yığınların mümkün olan en geniş kesimini kucaklamaya çalışmasını gerektiğini belirttik. DKÖ’lerin kitleleri örgütlü mücadeleye sevk ederek çalışma ve sosyal yaşam şartlarında olumlu yönde değişiklikleri yaratmayı ve demokratik haklar kazanmayı amaçlaması gerektiğini söyledik.
Kitle örgütlerinde çalışmaya ilişkin olarak da, partinin doğrudan siyasi iktidar mücadelesi yürüten ve buna bağlı olarak örgütlenen bir araç; kitle örgütlerinin de devrim ve iktidar mücadelesine doğrudan değil, dolaylı yoldan hizmet eden araçlar olduğunu, dolayısıyla ikisinin çalışma koşullarının farklı olduğunu vurguladık. Başta ilerici saflarda olan kitle örgütleri olmak üzere, düşman olarak nitelendirdiğimiz örgütler dışındaki tüm kitle örgütlerinde çalışmaya önem vermemiz gerektiğini vurguladık.
“Siyasete ilgi üzerine”: Eğitim çalışmasında siyaset sözcüğünün anlamının yurt işlerini yürütmek için yöneticilerin tuttukları yol veya çıkar sağlamak için başkalarına karşı tutulan davranış tarzı olduğunu söyleyip örnekler verdik. Mesela; 8 saatlik işgünü talebi, işçi sınıfının talebidir, tek tek işyerlerinde patronların kabul etmesi ekonomik bir kazanımken, bunun yasal bir hak halini almasının siyasi bir kazanım olduğunu söyledik. Ayrıca bizler dünyayı değiştirip-dönüştürmeyi amaçlıyorsak eğer, dünyada neler olup bittiğine ilgisiz kalmamamız ve koşullarımız oranında müdahale etmemiz gerektiğini söyledik.
“Faşizm üzerine”: Eğitim çalışmasında faşizmin tanımını, Komünist Enternasyonal’in 13.oturumunda belirtildiği gibi “finans kapitalin en gerici, en bağnaz, en emperyalist unsurlarının açık zorba diktatörlüğüdür” olarak yaptık. Aynı zamanda egemenlerin kriz içindeki yönetimlerini kurtarmak, sömürgeciliklerini devam ettirebilmek, emperyalist paylaşımı yeniden gerçekleştirerek pazar paylarını artırmak ve hepsinden önemlisi de ülke içindeki devrim mücadelesini yok etmek ve artık yönetemez durumda oldukları ülkeyi yeniden yönetebilir bir potaya aktarmak için “faşizme” ihtiyaç duyduklarını söyledik.
Ayrıca faşizmin bir tercih meselesi olmadığını; sosyal, ekonomik, siyasi koşulların dayatması sonucu ortaya çıkan bir yönetim biçimi olduğunu vurguladık. Yarı-feodal yarı-sömürge ülkemizde faşizmin özgünlüğü üzerinde durduk.
“Kadın sorunu”: Eğitim çalışmamızda sınıf mücadelesinde kadının yerinden, kadına dayatılan güzellik anlayışından ve devrimlerde kadının rolünden bahsettik.
Önceden belirlemiş olduğumuz “YDG-Partizan ilişkisi”, “Demokrasiyi doğru kavramak”, “Önce kendi duvarını yık” ve “Liseli gençlik çalışması üzerine” eğitim çalışmalarını daha olumlu koşullar yaratamadığımızdan kaynaklı alamadık.

Günlük programımız
Çalışmanın ilk günlerinde sabahları 8’de kalkıp kahvaltımızı edip 10’da büroda toplanıyorduk. İlk olarak bir önceki günkü kitle çalışmasının değerlendirmesini yapıyor ve 14’e kadar eğitim çalışması konumuzu alıp tartışmamızı yürütüyorduk. 15’te de o gün gideceğimiz mahalleye gidip 19’a kadar gazete-dergi dağıtımı ve kitle çalışması yapıyorduk. Akşamları herkes kaldığı eve gidince de akşam yemeğini yiyip 11’e kadar serbest çalışma yapıp 12’de yatıyorduk.
Çalışmanın ilerleyen zamanlarından itibaren mahalledeki eve taşınınca hep beraber yaşama fırsatı bulduk. Yine 8’de kalkıyor, kahvaltımızı yapıp 10’a kadar serbest çalışma yapıyorduk. 10’da evde kalmayan yoldaşlar da geliyor ve yine bir önceki günkü kitle çalışmasını değerlendirip o günkü eğitim çalışmasına geçiyorduk. 12’de öğle yemeğimizi yiyip 16’ya kadar eğitim çalışmasına ve tartışmalarımıza devam ediyorduk. Tartışmamızın erken bittiği zamanlarda kendi içimizde oyunlar oynuyorduk. Saat 16 olunca da kitle çalışmasına çıkıp 20’ye kadar devam ediyorduk.
Bazı akşamlar mahalledeki düğünlere davet ediliyorduk. Gittiğimiz düğünlerde insanlarla birlikte halaylar çekiyor ve fırsat bulduğumuz oranda da onlarla sohbet etmeye çalışıyorduk. Aynı zamanda düğün evi bizi evlerine çağırıp bize yemek veriyorlardı.
Bazı akşamlar mahalledeki ailelere gidiyorduk veya onlar bize geliyordu. Gece yarılarına kadar sohbet ediyor sonra da bağlama çalıp türküler söylüyorduk. Bazı geceler de kendi içimizde tartışmalar yürütüyorduk, pratiğimizdeki yanlışlıklar ve eksikliklerle ilgili olarak.

Bazı izlenimler
Çalışma sırasında maddi kazanç sağlayabileceğimiz bir iş bulamamamız biraz canımızı sıkmıştı. Daha öncesinde bölgedeki arkadaşlarımız çalışılacak tarla için araştırma yapsalar da bölgede iş olmadığı için vazgeçmek zorunda kaldık. Aslında önümüzde birkaç iş vardı: çöp toplama, broşür dağıtma, anket yapma gibi. Ancak aldığımız bazı işlerin şartlarının fazla olması ve maddi katkısının az olması gazete dağıtımına daha fazla zaman ayırma kararı almamıza sebep oldu.
Aslında olumsuzluğun kaynağı tam olarak da özgüven sorunuydu. Kitle çalışması sırasında gözlemlenebilen isteksizliğin altında da bunun etkisi vardı. Yaptığımız tartışmalarda da bunun esas nedenini kendimize olan güven eksikliği olarak koyduk.
Bu çalışma sırasında bazı konularda olumlu adımlar da attık. Mesela kolektif yaşama bilincimizi biraz daha oturttuk, evde kalırken kadın-erkek ayrımı yapmaksızın herkesin bir gün nöbetçi olmasını sağladık. Nöbetçinin görevi de o günün yemeklerini hazırlamak, çayları yapmak ve bulaşığını yıkamaktı. Aynı zamanda elimizdeki paraları bir elde toplayarak ortak ihtiyaçlarımızı karşılamak gibi bir uygulamaya gittik. Çalışmanın sonlarına doğru bir değerlendirme toplantısı ve eleştiri-özeleştiri toplantısı aldık. Bunlar da bizim için önemliydi. Çünkü kendi gerçekliğimize gerçekten de objektif bir gözle bakabilmiş ve kendi hatalarımızı, eksikliklerimizi dillendirmekten çekinmemiştik.
Çalışma boyunca yaşadığımız komik şeyler de vardı. Çilek’teki eve taşındığımızda hamam böcekleriyle giriştiğimiz kavgada veterinerlikte okuyan bir yoldaşımızın böceğin üstüne terlik atması sonucu böceğin bacağının kırıldığı tespitini yapması ve veterinerlerin görevinin hayvanları iyileştirmek olurken bu yoldaşımızın öldürme eğilimi bizi neşelendiren şeylerdi. Yine aynı yoldaşımızın gece yatağından kalkıp yanındakini “kalk kirve kalk, tarla teli lazım bize, yoldaşlara yollayacağım, satıp para kazanacaklar” demesi ve aradan bir dakika bile geçmeden gerçekten uyandığında dediği hiç bir şeyi hatırlamaması yaşadığımız komik bir olaydı.
Çalışmanın ikinci gününde İstanbul’dan giden iki kişinin “evde unutulması”, büroyu tek başlarına bulmaya çalışmaları ve neden unutulduk sorusuna da “özgüven kazanmanız için” cevabının verilmesi bir diğer komik olay olarak hafızalarımızda kaldı.
Yine bir yoldaşın da her gün 13.00 sıralarında eğitim çalışmasını bölüp “alakasız bir şey soracağım ama öğle yemeğinde ne yiyeceğiz?” diye sorması ve yemek hazırlandığında da çok konuşmaktan pek yiyemediği için sofradan hep en son kalkması ve “neden hep en son ben kalıyorum?” diye sorması bizim için komik anılardan sadece bir kaçıydı.
İstanbul ve Erzincan’dan gelen birer yoldaş zaten çalışmanın ortasında gitmişti. Diğer bölgelerden gelen yoldaşların da dönmesiyle çalışmayı bitirdik. Böyle bir çalışmayı ilk kez denediğimiz için içinde bazı eksiklikleri barındırsa da hem kişiler için hem de örgütlülük için iyi bir deneyim oldu.
İstanbul’dan bir YDG’li

Hiç yorum yok: