SORUNLARIMIZIN ÇÖZÜMÜ BİLİMSEL YÖNTEMLERDEDİR
Sınıf mücadelesi içerisinde her dönem, çeşitli sorunlar yaşayacağımız açıktır. Bunların kimisi tabiri caizse “önemsiz sorunlar” olacakken, kimisi de mücadelenin doğasına uygun ve beklenebilir sorunlar olacaktır. Önemsiz görünen sorunların da kendi içerisinde mutlaka bir anlamının olduğunu bilemediğimizde veya “çözemeyeceğimizi” düşündüğümüz sorunlarla karşılaştığımızda karamsarlığa kapılmamamız mümkün değildir.
Sınıf mücadelesi içerisinde karşılaştığımız her sorun, bir çelişkinin farklı ifadesinden başka bir şey değildir. O halde sorunsuz ya da anlaşılır bir deyimle çelişkisiz mücadele beklentisi bilimsel bir beklenti değildir. Önemli olan çelişkileri çözebilme yetisidir. Diyalektik yöntem bize, çözemeyeceğimiz çelişkilerin karşımıza çıkmayacağını öğretir. Bu öğreti, karşılaştığımız her sorunun bir çözüm yöntemi olduğunu anlatmaktadır. Çelişkisiz bir süreç beklemek kadar çelişkilerin çözüm yöntemini bulamamak da bilmeme durumundan kaynaklanır. Bilim, çelişkilerin varlığını anlattığı kadar onların çözüm metotlarını da önümüze serer. O halde bilimsel yöntem ve bilme eylemi, küçümsenecek bir durum değil, bilakis sürekli başvurmamız gereken bir kılavuzdur.
Bilme eylemi, sadece teorik kaynaklarla edinilemez. Teori, daha önceki pratiklerin sentezi olduğuna göre, pratik de bilme eyleminin içerisinde, hiç de azımsanamayacak bir yerde durur. Sürekli kitap okuyan birisinin subjektif olmayacağını zannetmek hatadır. Oysaki olay ve olgulara mümkün olduğunca çok yönlü bakamayan birisinin subjektif olması normaldir ve bu durumun sadece okumakla bir alakası yoktur. Her yönüyle bakabilme yetisi, iyi gözlem ve her görüşü dinleme, değerlendirme yetisidir. Görüldüğü üzere bilimsel yöntem, daha önceki pratiklerin sentezi olan teori kadar, anın hakimiyetini de zorunlu kılar.
“Küçük sorunlarla” uğraşmak...
Yazının ilk paragrafında belirttiğimiz sorunların kıstası, pratikte ortaya çıkan durumun kendisi olduğuna göre, bu sorunları ortaya çıkaran nedenlerin olması da oldukça doğaldır. “Hâlâ neden bu küçük sorunlarla uğraşıyoruz?” yönlü bir serzeniş bu nedenle anlamlı değildir. “Küçük sorunlar”ı ortaya çıkaran nedenleri zamanında göremediğimiz ve müdahale edemediğimiz müddetçe benzeri sorunlarla uğraşılacağı bilimsel bir durumdur. O halde “küçük” görünen sorunlar aslında küçük değil, anın sorunlarıdır ve onlar çözülmeden niteliği değişen çelişkilerle karşılaşmayacağımız açıktır.
Varsayalım ki bir alanda niteliğimiz oranında 50 kişiye hitap ediyoruz. Niteliğimiz gelişmediği sürece bu 50 kişilik çevreyi genişletemeyeceğimiz açıktır. Hatta konuyu karmaşıklaştırarak şöyle ifade edelim, 50 kişiden fazla insana ulaşabiliriz ancak tabiri caizse “başa çıkamayacağımız” için tekrar 50 kişiye hitap etmeye başlarız. Eğer ilk anda örgütlediğimiz 50 kişi içerisinde bir nitelik artışı sağlarsak bu sefer çevremiz daha da genişleyecektir. Bu durumda 100 kişiye ulaştığımızı düşünelim. İlk andaki niteliğimizin artması sayesinde yeni ulaştığımız 100 kişiye hakim olabilmemiz, onların sorunlarıyla ilgilenebilmemiz de mümkün olacaktır. Bu durum, kadro sorunlarında da böyledir. Kadro sorununu çözemeyen bir örgütün kitleselleşmesi (istediği biçimde) mümkün değildir. Kadro sorununu çözemeyen bir örgüt açısından kitleselleşme sorunu bir üst çelişkiyi ifade eder. Eğer örgütün yeterli kadroları yoksa kitlelerden gelen talepleri karşılaması, onlara yetişmesi ve cevap olabilmesi de mümkün olmayacaktır. Burada anlattığımız durum, her çelişki için geçerlidir ve her sorunda olaya böyle bakılması gereklidir. Kitleselleşme çelişkisi, diğer başlıkları bir kenara bırakırsak (doğru politik yönelim vs) kadro sorunuyla ilgiliyse, bu çelişkiyle karşılaşan örgütün, çözümü de kadro yetiştirmede araması gerekecektir. Şu unutulmamalıdır ki burada anlattığımız biçim ve örnekler, tüm yönleriyle irdelenen biçimler değildir. Burada anlatmak istediğimiz esas konu, çelişkilerin çözüm yöntemlerine örnekler verme kaygısından kaynaklanmaktadır. Yoksa kadro sorununun da her şeyden çok kitle çalışması içerisinde çözüleceği bilinen bir gerçektir.
Çözüm için nedenleri öğrenmek...
Sınıf mücadelesinde bilimsel bakış açısı ve değerlendirme yetisi, olmazsa olmaz bir yerde durmaktadır. Tüm sorunlarda onu yaratan nedenleri bilmeden çözüme ulaşabilmek mümkün değildir. Bu nedenle karşılaştığımız sorunlarda mümkün olduğunca çok yönlü düşünmek, çok yönlü bir inceleme içerisinde bulunmak ve dinlemek ve yine dinlemek gerekmektedir. Çözümün, sorunun içerisinde gizli olduğu gerçeği, onu yaratan nedeni bulabilmekle ilgilidir. Olaya sadece görünen yönleriyle bakmak ve onu incelememek, çözüm yöntemini de bulmayı zorlaştırır. Böylesi bir durumda yani yeterince incelemeden çözüm yöntemi üretme girişimi, çözümü rastlantılara bırakmak anlamına gelmektedir. Örneğin yürümeyen birisinin yürümemesinin nedeni yorgunluğundan kaynaklı olabilir ama aynı zamanda sakat olmasından da kaynaklı olabilir ya da sorun, kişinin tembel olmasından da kaynaklanabilir. Dışarıdan bu olgunun nedenini sadece gördüğü ile yorumlayan birisi daha başka belki de onlarca neden arasında aklına yatan ilk nedeni geçerli sayacağı ve büyük ihtimalle de yanılacağı açıktır. Eğer kişi sakatsa çözüm ona araç bulmakken, yorgunsa dinlenmesini beklemek, eğer tembelse de direk kişiye müdahale etmek çözüm olacaktır. Görüldüğü üzere her durumda çözüm farklılaşmaktadır. Elbette ki her durumda çözüm farklılaşmayabilir ancak yine de sorunu yaratan nedeni bulmanın önemi, bu örnekte de açıkça görülmektedir. Sakat olduğu için yürüyemeyen birisine “çalışkan olmak gerektiğini, yürümek gerektiğini” anlatmak anlamsız olduğu kadar, o kişinin kırılmasına, tepkiselleşmesine de neden olacaktır.
Her olayda doğru çözümü bulamamak, çözümü engelleyeceği gibi ek sorunların da ortaya çıkmasına neden olacaktır. Bu durum, örgütsel konularda da geçerlidir. Sorunu tam olarak göremeyen bireyin-kolektifin, yanlış yerlerde çözümü araması ve dolayısıyla örgüt içerisinde de sorunları çözememesi ve hatta yeni sorunların oluşmasına vesile olması hiç karşılaşmadığımız bir durum değildir.
Bilimsel yöntem, sorunları görememenin veya onları olduğundan büyük görmenin yegane panzehiridir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi bir sorunu zamanında görememek ve müdahale edememek, o sorunun keskinleşmesine, çözümünün “zorlaşmasına” ya da daha istenmeyecek biçimlerde çözümlenmesine neden olacaktır. Örneğin iki yoldaş arasında çeşitli nedenlerle başlayan sorunları görememek ve zamanında müdahale edememek, zamanla o sorunun büyümesine, birikmesine ve aşırı tepkiselleşmelere neden olacaktır. Sorunun ilk andaki çözüm yöntemiyle bu son halindeki çözüm yöntemi de doğal olarak farklılaşacaktır.
Bilimsel yöntem karamsarlığın panzehiridir...
Bunun yanı sıra sorunları olduğundan büyük ya da çözülemez görmek de karamsarlığa, umutsuzluğa neden olacaktır. Nesnel ve bilimsel olmayan her bakış açısı bu nedenle zararlıdır. Örneğin bir alanda sürekliliği sağlanmış kitle çalışmasına rağmen kitleleri örgütleyemiyorsak bizi içten içe saran “kitleler örgütlenmezler” düşüncesi aşırı karamsar ve subjektif bir düşünce olacaktır. Bilimsel yöntem, çelişkiyi doğru çözümlememizi salık verdiğine göre örnekteki alanda da sorunun başka bir yerde aranması gerekmektedir. “Kitleler örgütlenmezler” belirlemesi, sorunu olduğundan büyük görmektir. Bizi, “kitleler sisteme güveniyorlar”, “halkın sistemle keskinleşmiş çelişkileri yok” demeye kadar götürecek bu karamsarlık, çözümü de mücadelenin anlamsızlığına ve gereksizliğine bağlayacaktır (mantıklı olarak). Oysa sürekliliği sağlanmış çalışmaya rağmen yanlış politikalar ve yanlış üsluplar kullanıyorsak kitlelerin örgütlenmemesi doğaldır. Görüleceği üzere kitle ile yaşadığı çelişkide sorunu böyle göremeyen birisinin sorunu çözmek bir yana daha boyutlu bir sorunun oluşmasına neden olacağı (mücadelenin gerekliliğini sorgulamak gibi) açıktır.
Bilimsel düşünmek, ideolojiye hakim olmakla birebir aynı anlama gelmektedir. Yani bilim, dünün olduğu kadar günün ve de yarının da konusudur. Ona her yönüyle hakim olabilme çabası, istisnasız tüm çelişkilerin somut çözüm yöntemlerini de bulabilme yetisini beraberinde getirir. Bilim, ezberlenemeyecek kadar hayata dairdir ve bu nedenle onun asla kalıpları yoktur. Ona sağlamca tutunamayanların onu geliştirme adına çeşitli sapmalara nasıl da ön ayak olduklarının tarihte onlarca örneği bulunmaktadır.
Sınıf mücadelesi, devrimci örgüt gerçekliğiyle ve kitleler olgusuyla anlam ifade eder. Mücadelenin ve kitlelerin çelişkilerini anlamak, dahası sınıf düşmanlarının çelişkilerini irdelemek ve bunu durmaksızın yapmak ve bu çabadan yorulmamak, çözüm yöntemlerinin de doğruluğunu temin eden tek çalışma tarzıdır. Keza bilimsel bakış açısı mücadeleye bağlılığın ve devamlılığın da gıdasıdır. Ağırlıklı olarak duygusal nedenlerle girilen sınıf mücadelesinde onu yaratan nedenleri de çözümleyecek bir çalışma içerisinde olmak gerekmektedir.
Bilim ve gerçekler...
Bilimsel her değerlendirme, gerçeğin reddedilemeyecek kadar açık olduğunu ortaya çıkaracaktır. Sömürü düzeninin haksızlığı, adaletsizliği, artık alışkanlık yaratan katliamlar, haksız gözaltılar, tutuklamalar, işkenceler karşısında yılgınlığa kapılmak mümkün olduğu gibi bilimsel düşünen birisinin ilk yapacağı şey ise tüm bunlara sistemin neden başvurduğu olacaktır. İşte aynı baskılar karşısında yılgınlık ve direniş eylemlerinin çeşitli biçimlerde ortaya çıkmasını sağlayan şey, sınıf mücadelesinin haklılığına olan bağlılıktır. Tüm baskılar içerisinde mevcut durumun değişmeyeceğini, halkın mücadeleye destek vermeyeceğini düşünen bireyden direniş beklemek hatalıdır. O, kendi sınırında sürdürdüğü direnişi eninde sonunda bitirmekle karşı karşıyadır. Öte yandan kurtuluşun uzak olmadığını ve tüm haksızlıkların kitlelerin örgütlenmesiyle, direnmesiyle biteceğini bilen bireyin “mucizevi” direnişlere imza atması asla şaşırtıcı değildir.
Her gün yaşanan onlarca olayı, halkımızın yaşadığı acıları görmek, onların tek kurtuluş yolunun ne olduğunu da açıkça görmemize yardımcı olacaktır. Emperyalist-kapitalist sistemin her gün attığı adımlar, çelişkiler, sınıf mücadelesinin ünlü ustalarını defalarca kez haklı çıkaran gelişmeler biçiminde yaşanmaktadır. Tüm bunları bilmek ve eyleme dökmek, yapmamız gerekenleri özetlemektedir. Karşılaştığımız her çelişkide ve her sorunda dinlemek, düşünmek, araştırmak ve yaratıcı olmak zorunda olduğumuzu unutmamalıyız.
17 Eylül 2008 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder