Demokratik Kitle Örgütlerinin içinde çalışma yürütmek gibi bir amacımız olduğu sürece, bu örgütlerin niteliğini anlamak ve önemini kavramak zorunda olduğumuzu da kabul etmiş olacağız. Bu yazıda Demokratik Kitle Örgütleri üst başlığının tamamını incelememiz mümkün olmadığı için kendi alanımıza dönük ve daha fazlasıyla pratikte işimize yarayacak kısımlarıyla bu konuyu incelemeye çalışacağız.
Mevcut gerçeklik içerisinde siyaset ve onun altında yer alan alt başlıklarla ilgili arenada karşımıza birbirinden farklılıkları olan iki tipte örgüt modeli çıkacaktır. Bunlardan birincisi dar-kadro örgütlenmeleriyken diğeri geniş kitle örgütleridir. Geniş kitle örgütleri de dar kadro örgütleri de hedef kitlesini kapsamak üzere bir eylem hattı izlemekle yükümlüdür. Kendi hedef kitlesini kapsamayı reddeden bir örgütlülük, kendi amaçlarını da gerçekleştirme konusunda tutarsızdır ve bu nedenle işlevsiz olmaya/kalmaya mecbur olacaktır. Bu yönüyle her örgütün kendi niteliği uyarınca genişleme gibi bir kaygısının olması gerektiğini kabul ederek konumuza devam edeceğiz.
Ancak siyaset arenasında karşımıza çıkan bu örgütlerin işleyişinde belli farklılıklar olduğunu rahatlıkla göreceğiz. O halde ilk başta olması gerekeni değil de olanı incelersek yani somut gerçeklikte gördüğümüz örgütlere bakarsak demokratik tarzda işleyen ve işlemeyen kitle örgütleriyle karşılaşacağımız gibi dar kadro örgütlerinde genel olarak merkeziyetçiliğin ağır bastığını göreceğiz. Bu işleyiş farklılıklarının temel nedeni, çalışma tarzındaki hatalı yaklaşımları bir kenara bırakırsak, esasta asgari-azami amaçlar konusunda ortaya çıkar ve genel anlamıyla örgütler, somut ihtiyacın somut ürünü olarak yaşam bulurlar. Yani sınırsız, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya hedefi olanların, faşizm gerçekliği içerisinde bir araya geleceği örgütler, daha iyi ücret isteyen işçilerin bir araya geleceği örgütlerden farklılık göstermek zorundadır. Ülke gerçekliğini değerlendirdikten sonra yönetim biçimini faşizm olarak gören ve sınıfların ortadan kalkmasını hedefleyen bir parti, bu tespitlerine rağmen açık ve demokratik ağırlıklı bir çalışma yürütemez. Aynı şekilde esasta ekonomik-demokratik haklar için kurulmuş bir örgütlenme, devletçe tanınsın ya da tanınmasın esasta merkeziyetçi bir tarzda çalışma yürütmemelidir.
Ancak tam da bu konunun başında, örgütlerin niteliğini belirleyen birçok unsurun olduğunu söylememiz faydalı olacaktır. Örneğin, amaçları aynı olan ve fakat ayrı ülkelerde örgütlenen iki partinin nitelik farkı göstermesi muhtemeldir. Faşizm gerçekliği içerisinde bu partilerden birisinin merkeziyetçiliği esas alarak çalışması, diğerinin daha farklı koşullar ve yönetim biçimi nedeniyle demokratik eksenli çalışması anlaşılırdır. Tüm bu uzun aktarımlarımızın nedeni, örgütlerin, somut gerçekliğe göre çalışma biçimlerini değiştirmeleri gerektiği vurgusu üzerinden doğmaktadır.
Yukarıdakilere ek olarak sadece bu koşulların (yönetim biçimlerinin) değil daha farklı koşulların da örgütlerin biçimlerini etkilediğini söyleyebiliriz. Örneğin faşizm gerçekliği karşısında tüm örgütler merkeziyetçi ağırlıklı olmak zorunda değildir. İşte burada da devreye giren konu, asgari-azami hedeflerdir. Sistemi yıkmayı düşünmeyen bir örgütün faşizm karşısında dahi merkeziyetçi çalışmak gibi bir zorunluluğu bulunmamaktadır. Hatta o örgüt, faşizm tespitini yapmış dahi olabilir. Bu anlattığımız duruma uyan örgüt örneği olarak YDG’yi verebiliriz. YDG, sistemi yıkmak gibi bir amaç gütmemektedir ve böyle bir çalışma tarzı yoktur. Ancak YDG, mevcut gerçekliği tahlil ederken faşizm tespitini de yapmaktadır. Bu nedenle YDG, koşullar el verdiği ölçüde demokratik ağırlıklı bir çalışma tarzına sahip olmalıdır. Çünkü YDG, sistemi yıkmayı hedefleyen komünistlerin değil, anti-faşist, anti-emperyalist ve anti-feodal halk gençliğinin örgütüdür. YDG, nitelik olarak demokratik bir kitle örgütüdür.
Bu kadar farklı örgütlenmenin ve örgüt biçiminin nedenini, somut ihtiyaçlar olarak konumuzun başında formüle etmiştik. Burada verilebilecek belki de en güzel örnek, tarihsel olarak sendikaların ortaya çıkış biçimleridir. Ekonomik hakları için işçilerin bir araya gelerek kurduğu bu birlikler, bu nitelikleri nedeniyle kendiliğinden örgütlerdir. Ekonomik temelli ve işleyişte demokratik olan bu örgütlere, ayrım gözetmeksizin tüm hedef kitlesini kucaklaması koşuluyla öz örgütlülük dediğimiz bilinmektedir. Sendikalar, kooperatifler, öğrenci dernekleri, liseli öğrenci birlikleri bu sınıflamada örnek olarak gösterilebilecek örgütlenmelerdir. İsim olarak verdiğimiz bu örgütler, çalışma tarzı açısından az önce belirttiğimiz kriterlere uymadığı müddetçe öz örgütlülük ismini almayı hak edemezler. Örneğin bir öğrenci derneği, üye kriterlerini öğrenci olmak ve kendi özlük haklarına sahip çıkmak dışında bir nedenle genişletirse öğrencilerin öz örgütü olmaktan çıkacaktır. Burada konuyu açıklamak için YDG’den örnek verebiliriz. YDG, mevcut kriterleri ve çalışma tarzıyla halk gençliğinin öz örgütlülüğü değildir. Eğer YDG’ye bir misyon verilecekse, şöyle söylenebilir: YDG, anti-faşist, anti-emperyalist ve anti-feodal halk gençliğinin öz örgütlülüğüdür. Ya da ideolojik olarak komünizm hedefli bir partiye, sınıf bilinçli proleterlerin öz örgütlülüğü diyebiliriz ama işçi sınıfının öz örgütlülüğü diyemeyiz. Görüleceği üzere, öz örgütlülük meselesi, kapsadığı kesimin örgütü olmasıyla anlam kazanan bir kavramdır. Bu kapsanan kesim ve sağlanan ortaklık da örgütün hedeflerini belirleyen başlık olarak görülmelidir. Tüm işçileri kapsayan bir sendika, doğrudan sistemi yıkma amacı güdemez. Çünkü bugünkü gerçeklik içerisinde tüm işçilerin ortaklaştığı konu, sistemin değişmesi değildir. Aynı şekilde tüm öğrencileri kapsayan bir dernek, öğrenci olmaktan kaynaklı karşılaşılan ortak sorunları ortadan kaldırmayı hedeflemek zorundadır.
Bu tespiti yaptıktan sonra, örgütlerin niteliğinin değişmesini de kitlelerin değişmesiyle paralel olarak ele almamız gerekeceği sonucuna varabiliriz. Peki, “en geniş kitle örgütleri neden demokratik tarzda işlemelidir?” sorusunun cevabı, esasta kendi içerisinde gizlidir. Geniş bir kitlenin demokratik kazanım mücadelesini veren örgütler, o kitlenin kendi örgütüdür ve asla bir zümreye, kesime bu yetki devredilemez. İşte bu nedenle bu örgütler demokratik ağırlıklı örgütler olarak çalışmalıdır. Burada biraz mantık yürütmeyle, merkeziyetçi örgütlerin de merkeziyetçi olmalarını gerektirecek koşullar ortadan kalktıktan sonra esasta demokratik işleyişi benimseyecekleri sonucuna varabiliriz. Çünkü nihai olarak Komünist Partisi de sınıf bilinçli proleterlerin öz örgütüdür ve faşizm koşulları ortadan kalktıktan sonra esasta demokratik işlemesini sağlamak gerekecektir. DKÖ’lerden siyasi partilere doğru yaptığımız bu tespitten çıkarmamız gereken sonuç, işleyişte, merkeziyetçiliğin nihai olarak geçici, demokrasinin ise kalıcı olacağı sonucudur.
Ancak konumuza geri dönersek, DKÖ’lerin önemine daha fazla değinmemiz gerekecektir. Daha önce de bahsettiğimiz gibi sendikalar, kendiliğinden ortaya çıkmış örgütlerdir. Çünkü bu örgütlerin oluşması için dışarıdan bir müdahaleye gerek yoktur. Kitleler, ortak sorunları nedeniyle bu örgütlenmeleri kendileri kurarlar. Ekonomik temelli ve ağırlıklı olarak mesleki ortaklık hedefleyen tüm örgütler, bu nedenle kendiliğinden örgütlerdir. Her ne kadar günümüzde bu örgütlerin kendiliğinden kurulması oranında ciddi bir düşüş yaşansa da ve her ne kadar bu örgütlerin birçoğu günümüzde dışarıdan müdahaleyle kurulsa da bahsi geçen bu örgütlerin kendiliğinden olması durumu değişmemektedir. Dışarıdan müdahaleyle kurulan bir kendiliğinden örgüt, örneğin bir öğrenci derneği, dar grup amaçları güdülmeksizin kurulmuşsa yine öğrencilerin derneği olacaktır ve esasta ekonomik-demokratik-akademik mücadele verecektir. Sınıf bilinci taşıyanların görevi, bizde çokça yapıldığı gibi bu örgütleri tekkeleştirmek değil, bu örgütlerin “kendiliğinden” olan mücadelesini geliştirmek ve nitelikli hale getirmektir.
DKÖ’lerde Nasıl Çalışmalıyız?
Bu soruya sadece tarihimize baktığımızda, belgelerimizi karıştırdığımızda birçok kez rastlamışızdır. Bu konu defalarca kez tartışılmış olsa da hali hazırda pratikte bir netlik sağlayamadığımız ortadadır. Buna rağmen tartışmaya devam etmemiz kaçınılmazdır çünkü işimiz kitlelerledir.
Öncelikle konuşma dilinde ortaya çıkan bir soruna değinerek, anlayış olarak DKÖ’lerde nasıl çalışacağımızı tartışmaya başlayalım. Birçok kez, YDG olarak DKÖ’lerde nasıl çalışacağız şeklinde sorular sorduğumuz açıktır. Ancak burada örgüt olarak başka bir örgütün içinde nasıl çalışacağımız değil, örgütlü yoldaşlarımızın diğer örgütler içinde nasıl çalışacağını sorduğumuz açıktır. Bir platformdan bahsetmiyorsak örgüt içinde örgüt olmasını da meşru görmemiz mümkün değildir. Bu, KP’ler için de böyledir, öğrenci dernekleri için de böyle olmak zorundadır. KP’lere başvurunun bireysel olması, bu anlayışa yapılan bir vurgudur. Öğrenci derneklerinde de bizler YDG olarak değil, YDG’liler olarak bulunabiliriz. “Aradaki fark ne?” diye sorulabileceğini düşünerek cevaplarsak, örgüt içinde örgüt, hiziptir ve örgüt olarak varoluş amacı sorgulanmaya açıktır. Ancak örgüt içerisinde örgütlü birilerinin olması anlaşılırdır ve meşrudur. Bir öğrenci derneğinin içerisinde YDG’liler olabileceği gibi kendini sağ görüşe yakın görenler de olabilir ya da “siyasetle” ilgilenmediğini söyleyenler de olabilir. Ancak bir öğrenci derneğinin içerisinde örgüt olarak YDG olamayacağı gibi sağ bir örgüt de olamaz. Örgütlerin bir araya gelerek oluşturduğu örgütlenmeler de vardır elbette ama bunlar platformlar veya cephelerdir.
Görüleceği üzere tüm bu modeller, belirli ihtiyaçların ürünü olarak ortaya çıkarlar. Öğrenci derneği, kendi işlevi nedeniyle bir platform olamaz. Platformlarda örgütlerin söz hakkı vardır ve örgütler grup halindedirler. Ancak dernek gibi örgütlerde her öğrencinin söz ve karar hakkı vardır. Buna rağmen derneklerde, sendikalarda vb gruplar olabilir. Seçimlerde listeler ve gruplar varlık gösterebilirler ancak buna rağmen herkesin, her üyenin söz ve karar hakkı, seçilme ve seçme hakkı asla engellenemez.
Yine unutmamak gerekir ki bir biçimin bazı anlarda doğru olması, onun her zaman doğru olacağı anlamına gelmemektedir. Örneğin bir dernek seçiminde verili bir anda farklı listelerin olması ve bunların mücadelesi zararlı olmayacağı gibi faydalı da olabilir ancak başka bir zamanda bu durumun yanlış olmayacağı anlamı çıkarılamaz. Yanlışa örnek vermek gerekirse, geniş öğrenci kitlelerin sadece katılımcı olmaya zorlandığı ve örgütsel nedenlerle oluşan grupların seçim çekişmesi, bahsi geçen örgütün “öz” olması mantığının reddidir. O halde tekrarlamak adına söyleyelim ki öz örgütlülükler, kendi kitlesinin örgütü olan örgütlerdir.
Peki, “bizlerin DKÖ’lerdeki amacı nedir ve bu örgütlerde nasıl çalışacağız?” sorusuna dönersek, bizler, kitlelerin her türlü mücadelesini desteklediğimiz için DKÖ’leri gerekli görürüz diyerek soruya cevap verelim. Ekonomik-akademik mücadele veren örgütler, en geniş kitleyi kapsarlar ancak, nitelik olarak daha geri düzeydedirler. Bu kendi gerçekliği içerisinde bahsi geçen örgütler için anlaşılırdır. Bugün halk gençliği olarak tarif edeceğimiz kesim, doğal olarak anti-faşist, anti-feodal, anti-emperyalist gençlik kitlesinden çok daha kalabalıktır. Bugün, halk gençliğinin büyük çoğunluğu, ekonomik-akademik mücadeleye sevk edilebilir ancak anti-faşist mücadeleye tamamının sevk edilmesi bugün için mümkün değildir. O halde anti-faşist anti-emperyalist anti-feodal gençlik kitleleri, YDG’nin ileri kitle olarak tanımladığı kesimdir. İleri kitle, her örgütün örgütlemeyi hedeflediği kitledir ve bu tespit asla statik değildir. YDG için bugün ileri kitle olan kesim, YDG’nin nitelik değiştirdiğini varsayarsak, doğal olarak değişecektir. Yine bugün YDG için orta kitle olarak görebileceğimiz kesim, bizlerin ısrarlı çalışmaları sonucu yarın ileri kitle haline gelecektir. Salt akademik hakları için mücadele vermeyi düşünenleri anti-faşist anti-emperyalist saflara çekme görevi, örneğin, bu amacın somuttaki ifadesidir.
Yine ileri, orta, geri kitle tespiti, örgütlere göre değişen bir tespittir. Komünist Parti için ileri olan kitle ile YDG için ileri olan kitle farklıdır. Yine YDG için ileri olan kitleyle bir öğrenci derneği için ileri olan kitle farklıdır. Eğer aynı ise bu durumda o örgütlerden birisi gereksiz hale düşecektir. Tüm bu söylediklerimiz ekseninde asıl amacımızın ileri kitleyi örgütlemek olduğunu rahatlıkla ifade edebiliriz.
Bu konuya birazdan değineceğimizi söyleyerek, daha geniş kitlelerle hangi ortak zeminde buluşacağımızı ve eğer örgütlemeyeceksek ileri kitle dışında kalan kesimleri ne yapacağımızı tartışmaya çalışalım. Baştan şunu söyleyelim ki halk gençliğinin tamamının aynı çelişkilerden kaynaklı anti-faşist anti-emperyalist ve anti-feodal mücadelede örgütlenebileceğini söylüyorsak bu düşünüş aklımızın bir kenarında mutlaka kalmalıdır. Ancak koşullar nedeniyle bugün için bunun gerçekleşmesi kolay değildir. Geniş kitleler, dışarıdan müdahaleye gerek kalmaksızın ya da bu müdahaleye çok ihtiyaç duymaksızın, en basit, en temel hakları için bir araya gelebilirler. Bizler devrimciler olarak, sorunlara asgari düzeyde de olsa genel bir çerçeveden bakabiliriz ve örneğin aldığımız eğitim nedeniyle ABD’nin Irak’taki işgalini ülke olarak ABD’nin ya da kişi olarak Bush’un “kötü” olmasıyla açıklamanın mantıksızlığını biliriz. Bizler bu sorun karşısında emperyalizmin niteliğini, çıkarlarını görebilenler olarak “emperyalizme hayır” sloganının ne anlattığını da kavrayabiliriz. Yine faşizme karşı mücadelenin ne olduğunu, bir baskı ve zor aygıtı olan devletin başkalarına normal gelen saldırılarının arkasında faşizm gerçeğinin olduğunu biliriz. Ancak tüm bu bilgilerimiz, bize doğuştan bahşedilen kerametler değil, sınıf mücadelesinin içerisinde edindiğimiz bilgilerdir. O halde genel olarak kitlelerin, tüm bu saydıklarımızı kendiliğinden kavramasını beklemek çok da anlamlı değildir. Bunun yerine genel bir kitlenin parçası olduğunu kavrayana kadar lokal kitleler, kendi lokal sorunlarıyla ilgilenirler. Bu tespit, materyalist diyalektik dünya görüşünün en temel konularının açıklanmasıyla da kanıtlanabilir bir durumdur. Kendisini öğrenci olarak görmeyen birisi öğrenci olmasından kaynaklanabilecek sorunların da farkında değildir. Kendisini A üniversitesinin sosyoloji bölümü öğrencisi olarak gören birisi, sosyoloji bölümünde okuyan diğer öğrencilerle aynı çelişkileri yaşadığının farkında olacaktır. Kendisini A üniversitesinde okuyan tüm öğrencilerle aynı gören bir öğrenci o üniversitedeki tüm sorunları da görecek ve üniversitesinde öğrencilere karşı girişilen bir saldırıyı da kendisine yapılmış gibi sahiplenecektir. Kendisini Türkiye’deki tüm üniversite öğrencileriyle ortak zeminde gören bir öğrenci ise okulundaki ve diğer tüm okullardaki aynı saldırıları görerek, saldırıların aynı yerden geldiğini anlayacaktır ve kendisini tüm dünyadaki üniversiteli öğrencilerle aynı zeminde gören bir öğrenci aynı saldırıları görünce bu saldırıların arkasında uluslararası bir gücün olduğunu kavrayacaktır. Çok kaba bir şekilde temel sorunun aidiyet olduğunu söyleyebiliriz.
Mücadeleyi genişletmek, aynı zamanda onun niteliğini de geliştirmek anlamına gelir diyebiliriz. A üniversitesi öğrenci derneği, dolaysızca kendi üniversitesindeki her soruna karşı mücadele verecektir. Ancak tüm Türkiye öğrenci derneklerinin oluşturduğu bir konfederasyon olsaydı, bu konfederasyon, tüm ülkedeki öğrencilerin ortak sorunlarını işleyeceğinden kaynaklı, niteliksel gelişmenin de önünü açacaktır. O halde niceliksel genişleme, niteliksel gelişmenin koşullarını yaratabilir diyebiliriz. Daha genel bir mücadele, daha geniş bir bakış açısını, daha geniş bir bakış açısı da politik kavrayışın artmasını sağlayacaktır. Kendiliğinden ve bir fabrika sınırları içerisindeki işçi mücadelesi patrona karşı bir mücadeledir ancak işçilerin tamamının birleştiği bir örgüt, bir bütün patronlar sınıfına karşı mücadelenin zeminini yaratacaktır. Birincisi daha çok ekonomik temelliyken, ikincisi bu ekonomik bakış açısından doğal olarak daha kapsamlı bir yere denk düşecektir. Bu nedenle bizlerin salt bu anlattığımız anlayış doğrultusunda yerellerde kuvvetli DKÖ’lere ihtiyaç duyduğumuz ve bunları zamanla bir merkezde birleştirme göreviyle karşı karşıya olduğumuz açıktır. Bölünmüş, parçalanmış durumda olan kitlelerin, bu gerçekliği tersine çevirmeden bütünlüklü bir mücadele verebilmesi mümkün değildir. Bu nedenle her nerede olursa olsun kitlelerin mücadelesini birleştirmek, YDG’nin amaçlarından birisidir.
Ancak en azından bugünkü koşullarda bu konuyu tartışmak yerine yerellerde örgütlerde neler yapacağımızı tartışmak daha faydalıdır. Bizim faaliyetimiz açısından kitlelerin önemi, tartışılmaz derecede önemlidir. Özlemini duyduğumuz halk demokrasisi, yani gerçek anlamda bir demokrasi, halkın yönetim inisiyatifinin gelişmesiyle sağlanabilir bir durumdur. İkincisi, kitlelerin mücadeleyi sahiplenmesi ve kendi haklarına sahip çıkması olmadığı müddetçe bu hak kazanımını asla başka bir kuvvet gerçekleştiremeyecektir. Ve yine kendi hatalarımızı, eksikliklerimizi en iyi görebileceğimiz yer bizzat kitlelerin içerisidir. Aynı şekilde her ne kadar siyasal mücadeleye yaklaşımımızda farklılık olsa da bizler de kitlelerin parçası olduğumuzu unutmamalıyız. İşte tüm bu nedenlerle kitlelerin kendiliğinden mücadelesi ve daha gelişmiş tüm mücadeleleri oldukça önemlidir. Ve işte bu nedenle yoğun bir çabayla bizler bu mücadelenin içerisinde yer almak zorundayız.
Kitle örgütlerinde niteliği arttırma görevimiz olduğundan bahsetmiştik. Bu görev, olduk olmadık yerlerde “sol” ve keskin sloganların dillendirilmesi ile gerçekleştirilemez. Henüz kendiliğinden niteliğini kazanamamış olan örgütlerde “sol” sloganlar ileri sürmek kitlelere kapıları daha baştan kapatmak demektir. Burada şu hataya düşmemek gerekir: bizler, kitlelerin aşamalı olarak bilinçlendirileceğini reddederiz ancak bunu reddetmek demek, “sol” sloganları dillendirme hakkını kendimizde görmek demek değildir. Lenin yoldaş, kendi partisine bu çağrıyı şu şekilde yapmaktadır: “Çünkü komünistlerin bütün görevi, bilinçlenmede geç kalanları inandırmayı bilmek, onların arasında çalışmayı bilmektir, yoksa çocukça uydurmalardan başka bir şey olmayan “sol” sloganlar ileri sürerek onlardan ayrılmak değildir.” (Sol Komünizm, Komünizmin Çocukluk Hastalığı)
Örgütlerde niteliği arttırmak, kitleleri bilinçlendirmekten geçmektedir. Kendi gerçekliğimizde kitle örgütlerinde yaşadığımız pratik, bu görevi kavrama noktasında sorunlar yaşadığımızı göstermektedir. Ülkemizde devrimciler olarak ya kitleleri korkutmamak adına kitlenin kuyruğuna takılıyoruz ya da yüce görevlerimiz (?) uğruna onlardan kopmayı göze alarak bu örgütleri radikalleştiriyoruz. Her iki biçimde de sorun, kendimizi kitlenin dışında görmemizle ilgilidir. Salt eylemlerde hatırladığımız kitle örgütlerini bizim sloganlarımızla bezenmiş pankartlar arkasında yürütmek için çabalıyoruz ve buna kitle çalışması diyerek işin içinden çıkıyoruz. Oysaki işimiz, salt eylemlerde değil her an bu örgütlerde ve kitlelerle birlikte olabilmek ve onların bilincini eylem içerisinde sürekli tartışmalarla yukarıya çekmektedir. Kitle örgütlerinde çalışma yürüten yoldaşlarımız için aslında bu konuda başvurabilecekleri en iyi kaynak, yayın organımızın kendisidir. Örgütümüzün politikalarını kavrayarak ve uygun bir şekilde kitlelere kavratarak kitle örgütlerinin niteliğini geliştirebiliriz. Bunun yanında sürekli olarak lokal mücadeleleri birleştirmek için çeşitli yerlerdeki işçi, köylü, öğrenci eylemlerine destekler sağlamanın koşulları zorlanmalı, ülkenin tamamında egemenlerin uyguladığı baskı teşhir edilmeli, sorunlarımızın bir olduğu, çözümün ortak mücadelede olduğu vurgulanmalı, bu uğurda kitleler harekete geçirilmeye zorlanmalıdır.
Kitlenin gerisinde kalmamalıyız çünkü onların bilinçlenmesini sağlamak gibi bir görevimiz var. Kitlelerden kopmamalıyız çünkü onlardan öğrenilecek oldukça değerli bilgiler vardır ve bu bilgileri başka bir yerden öğrenmemiz mümkün değildir. Mao yoldaş, “24 yıllık tecrübe, her doğru; bir görev, bir siyaset ve bir çalışma stilinin belirli bir zaman ve yerde kitlelerin isteklerine uygun düşmekte olduğunu ve kitlelere bağlandığını; buna karşılık her yanlış; bir görev, bir siyaset ve bir çalışma stilinin gene belirli bir zaman ve yerde kitlelerin isteklerine uymadığını ve kitlelerden koptuğunu bize göstermiştir. Dogmatizm, deneycilik, buyrukçuluk, kuyrukçuluk, sekterlik, bürokrasi, çalışmada kibirlilik gibi kötülüklerin kesinlikle zararlı ve kesinlikle kabul edilmez olmalarının, bu illetlere tutulan herkesin bunları yenmek zorunluluğunun sebebi, bunların yığınlardan kopmasıdır.” (Mao Zedung, Seçme Eserler, c. III) derken, kitlelerin içinde olmakla onlardan kopmanın yarattığı tahribatın farkını bu şekilde özetlemektedir.
Tüm bu anlatılanların özeti, kitlelerin bilinçlenmesini sağlamak için bir çalışma yürütmemizin gerekliliğini vurgulamaktadır. Bunun dışında hak alma mücadelesini kitleler olmadan yürütemeyeceğimizi, yürütsek dahi başarılı olamayacağımızı anlatmaya çalıştık. Kitlelerin lokal, kendiliğinden mücadelelerini küçümsemek (bu mücadeleden uzak durduğumuz müddetçe fiili olarak küçümsediğimiz sonucu çıkarılabilir) bu mücadelenin, işlenmeye hazır bir cevher olduğunu görememek, siyasal açıdan kör olmak demektir. Ancak bu cevher, bekleyen ve sadece değişmeye açık bir cevher değil, aynı zamanda mucizevi bir biçimde değiştiren, yaratan ve üreten bir cevherdir de. Bu gerçeği kavramadan başarı kazanmak mümkün değildir. Son bir alıntıyla yazımıza son verirken, kitlelerin önemini bir kere daha vurgulamış olalım: “… ve mutlaka kitlelerin olduğu yerde çalışmak gerekir. Asıl, kurumlarda, derneklerde, örgütlerde, proleter ya da yarı proleter kitlelerin bulunduğu her yerde (bunlar en gerici eğilimde olsalar bile) yöntemli, azimli, inatçı ve sabırlı bir bilinçlendirme çalışmasıyla bütün özverileri göze almak, en büyük engelleri göğüslemeyi bilmek gerekir” (Lenin) Bu yazı YDG Eğitim Çalışmasında okunan metindir
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder