AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Sakarya milletvekili Şaban Dişli hakkında CHP’nin ortaya çıkardığı rüşvet belgesi Ağustos ayında ülke gündeminde öne çıkan konular arasındaydı. Silivri’de bir arsanın imar durumunu değiştirme karşılığında 1 milyon dolarlık iş takibi ücreti talep eden Dişli iddialara inanılır cevaplar veremediği için AKP yönetiminden istifa etmek zorunda kaldı.
Konu üzerine medyada çıkan yazılarda AKP’nin yolsuzluklara göz yummasından CHP’nin muhalefetini bu şekilde sürdürmesi gerektiği üzerine çeşitli yorumlara da sıkça rastladık. Oysaki bu lafların hiçbir anlamı yoktur. Rüşvet, yolsuzluk gibi kavramlar bu düzenin kuruluşundan bu yana oldukça geçerli olan, yaygın şekilde başvurulan ve düzenin yağmacı, soyguncu karakterinin sonucu olan gerçeklerdir. Dolayısıyla Dişli’nin suçlanmasına şaşırması veya kendisini özel bir savunma ihtiyacı duymaması hiç de şaşırtıcı değildir.
Halkımız da çok iyi bilmektedir ki, ülkemizde zenginlik alınteri ile kazanılan bir olgu değildir. Alavere dalavere ile bir şekilde yolunu bulan, hatırı sayılır koltuklarda tanıdığı-hemşerisi olan, hiçbir cimriliğe başvurmadan elde edeceği rantı paylaşmaktan gocunmayan birçok kişinin bir anda zenginlik basamağında büyük sıçramalar sağladığını ve bir anda “saygın”, “sözü geçen” zatlar arasına karıştığını herkes bilmekte, görmektedir. Dolayısıyla düzenin kurallarına uyan ve alışveriş merkezi için bir sermaye grubunun işine aracılık eden ve “lüzumsuz” bürokratik engelleri aşmak için emek harcayan Dişli’nin hakkını istemesi kadar doğal ne olabilir ki?
Bu düzen yukarıdan aşağıya kadar böyledir. Düzenin sahipleri veya bir başka adıyla egemen sınıflar da devlet mekanizmasını efendileri emperyalistler için seferber etmiyorlar mı? Büyük emperyalist tekellerin ülkemizin kaynaklarını yağmalaması, halkımızı sömürmesi için her türlü düzenlemeyi yerine getirmiyorlar mı? “Aman yabancı sermaye kaçmasın” diyerek ortalığı velveleye verenler, bağımlı olduklarının talep ettiği aracılığı hakkıyla yerine getirmek için halkımızın üzerinde her türlü işkenceyi, zulmü uygulamıyor mu? Büyük bir aşkla bağlı oldukları emperyalist efendilerini kırmamak için Çankaya’daki bahçesinden bile fedakarlık edeceğini ilan eden eski cumhurbaşkanı Demirel’in icraatları bu düzenin zaten yağmaya, sömürüye dayalı olduğunu göstermiyor mu? Zaten düzene komprador niteliğini kazandıran da bu değil mi?
En yukarıdan aşağıya doğru indikçe kalabalık ve derin bürokrasinin ağında, meclisin koridorlarında, bakan koltuklarında yer edinenlerin tüm ülke çapında yağmayı ve soygunu sürdürmesi, yakınlarını, tanıdıklarını “görmesi” şaşırtmamalıdır. Bu, temeline kadar çürümüş olan sistemin gerçekliğidir.
Bu koltuklar, mevkiler hayır için işgal edilmemektedir. Bu büyük rantlar gözün kaşın karalığına vurularak dağıtılmamaktadır. Her şeyin karşılığı vardır. “Sen beni göreceksin ki ben de seni göreyim, işimi bileyim” anlayışı hakim olan hükümdür. Gerisi yalandır.
Bu nedenle AKP’li belediyeler, bakanlıklar, bürokrasi halkımızı sömürerek ve ezerek elde ettikleri rantları paylaştırmaya yetişememektedir. Bu nedenle Şaban Dişli üzerine gidildiği için şaşırmakta, suçlu olmadığını iddia etmektedir. Hiçbir arkadaşı da açıktan suçlu olduğunu ifade edemez, “son sözü adalete bırakmakla” yetinir. Çünkü bir kere Dişli ayıp bir iş yapmamış, 80 yıllık devlet geleneğine uygun hareket etmiştir. Sözünü tutmuş, yaptığı protokole sadık kalmış, payını talep etmiştir. Açıktır ki ya Dişli suçsuzdur yada bu düzen tamamen suç üzerine kuruludur.
Sistemin gelenekleri, kendi iç işleyişi aşağılara, yerellere indikçe daha bariz ve somut şekilde karşımıza çıkmaktadır. Taşra dediğimiz küçük kent ve kasabalardaki belediyelerde, il meclislerinde yağma, talan ve soygun hiç tatil olmamaktadır. Ülkemizin en güzel yerleşim yerleri, madenleri, ormanları yıllardır tüketile tüketile bitirilememiştir. Yabancı sermaye ile “ortaklık” sağlayarak güzelim orman arazilerine kondurulan tatil köyleri, halkın sağlığına hiçe sayarak kazılan maden ocakları, neredeyse bedavaya çalıştırılan emekçiler bu düzenin üretime ve güzelliğe düşman yüzünü sergilemektedir.
İşte bire bir gözlemleyebildiğimiz yerel yönetimler için seçimlerin yaklaştığı bu dönemde yine her bölgedeki yağmacının, hırsızın elleri kaşınmakta, daha büyük paylar iştahla talep edilmektedir. Burada ilke yoktur. Ne de olsa yerel seçimlerde partiye değil adaya göre seçim yapılır. Aşiretler, “güçlü” ve “köklü” aileler vb yerel kodamanlar, tüccarlar, ağalar, tefeciler büyük bir heyecanla var olan gücünü korumaya, pekiştirmeye odaklanmaktadır.
Mart ayındaki yerel seçimlerde turizmle geçinen bir kasabanın belediye başkanlığına aday olmak isteyen muhtara partisini sorduğumuzda, “Daha net değil. Görüşmelerimiz sürüyor” diyor. “Peki, bölgenin zengin, bilindik aileleri aday çıkarmayacak mı?” dediğimizde üzüntüyle bu olasılığın büyüklüğünden bahsediyor. Kendi adaylığının önündeki en büyük engel de işte budur, parasının yeterince olmamasıdır. “Malum bu işler paraya bakar.”
Sonra şu anki belediye başkanı hakkında atılır tutulur. Yiyordur, kendini düşünüyordur, kendi villalarının yolunu asfaltlıyor, çalıyor çırpıyordur. Ama halk hizmet görmüyordur. Ne de olsa hükümet partisinden biri başkan olsa şansı daha fazla olurmuş, hükümet partisinin adayı da yermiş ama belki halk da bundan pay alabilirmiş.
Halkımızda genel bir taleptir, çalsın ama bari biraz da çalışsın. Hep bana hep bana olmaz. O zaman koltuğu koruyamazsın. Rakip tüccar seni alt eder, o 5 yılda kazandığınla yetinmek zorunda kalırsın…
Belediye başkanının makbulü bakanlıklarda hatırı sayılır kişilerle, mümkünse de müsteşarlarla iyi ilişkiler kurabilmesidir. Şayet bunu başaramıyorsa en azından bu kişilere ulaşabilen insanlarla iş yapabilmesidir. Yine bir turizm kentinin belediye başkanı kanalizasyon projesi adı altında bakanlıktan kopardığı 1o trilyondan fazla parayı projenin iznini almaya yardımcı olan ancak kirli işleri nedeniyle defalarca hapse girip çıkan müsteşarın kadim dostu ve hemşerisi bir zatla çalışması sayesinde elde ettiğini rahatlıkla belirtebilmekte, fakat söz konusu kanalizasyon projesinin 3 yıldır neden bir türlü başlamadığını açıklayamamaktadır. Ve bu işbirliğinin karşılığında müsteşarlıktaki bürokratlarla söz konusu yardımcının 10 trilyondan hatırı sayılır bir miktarı paylaştığını da açıkça ifade edilebilmektedir. İşte bu bizim ülkemizde bir belediye başkanının övünebileceği bir gelişmedir.
2-3 yıl önce yanan ormanların üzerine tatil köyü açma iznini koparan MNG Holding benzeri gelişmeler hiç de istisna değildir. Eski bir AKP milletvekilinin bir güney kasabasına bağlı bir dağın başında ayda birkaç ay yağan kar nedeniyle kayak merkezi kurmaya karar vermesi ve projeyi bakanlıktan geçirebilmesi büyük bir başarı olarak kamuoyuna yansıtılmış fakat milletvekilinin AKP’den ayrılması üzerine bu proje beklemeye alınmış hatta rakip bir proje olarak aynı bölgede baraj kurulması projesi de bakanlıkça kabul edilmiştir. Burada ters olan mesele şudur: aynı bakanlık önce kayak merkezi için izin vermiş ve bir bütçe belirlemiş ardından da bölgenin havasını ılımanlaştıracak baraj projesi için onay çıkarmıştır. Burada tüm mesele ise siyasi çıkarlar, rant ve dönen rüşvettir. Çünkü sonradan ortaya çıkmaktadır ki kayak merkezi projesi için çaba harcayan milletvekili daha kamuoyuna duyurulmadan bölgede büyük arsalar almış ve otel yapımı için hazırlığa başlamıştı. Fakat yaptığı siyasi hata tüm hedefleri riske atmıştır.
Bu örnekler çoğaltılabilir. Ancak tüm örnekler aynı yargıya hizmet etmektedir. Bu düzen bozuk bir düzendir. Yağmaya, soyguna dayanmaktadır. Halkımızın ve ülkemizin aleyhinde ellerinden geleni yapmaktadır. B tüccarlara, soygunculara karşı mücadele elbette devrimci gençlerin önemli bir gündemidir.
Bir YDG’li
17 Eylül 2008 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder