17 Eylül 2008 Çarşamba

haluk zorusevmez

BEN YDGLİ’NİN DANİSKA’SIYIM

Pekin Olimpiyatları’nın Ardından

Merhaba sevgili YDG’liler.
Bu ay okullar açılıyor ve yine yorucu bir dönem başlıyor. Yaz süreci belirli bir durağanlığın damgasını vurduğu bir süreç olsa da bu sene oldukça anlamlı organizasyonlara da tanıklık etti. İşte Pekin Olimpiyatları, 2008’in en sıcak aylarında gerçekleşti hatta havalar o kadar sıcak oldu ki bu sene ünlü futbolcu Maradona, bu sıcakta maç yapılmasının zorluğu üzerine bazı demeçler verdi basına. İşte zaten ne olduysa bu sıcaklar yüzünden oldu ve ülkemiz, büyük bir hevesle gittiği Pekin’den umduğunu bulamadan döndü.
Efendim, geçtiğimiz haftalarda sevgili Hasan Celal Güzel, kadim dostum, bu konuda bir yazı yazdı gazetede. Hayır, biraz kendisine kızmadım değil, olimpiyatların son günlerinde, eski arkadaşlardan kim kaldı diyerek kendisini aradım ve dertleşmek istedim. Dedim ki “Hasan, bu spor olayı bence önemli, bu konu ülkemizin namusudur, gururudur. Olimpiyatlardaki başarı, hepimizin başarısı, başarısızlıklar da hepimizin başarısızlıkları oluyor. Sen bilirsin beni, hükümetin sıkı bir taraftarıyım ama spora yeterince önem verilmediğini düşünüyorum. Şu Türkiye’nin Pekin başarısızlığını da içime sindiremiyorum. İşte böyle çok canım sıkıldı seninle dertleşeyim diye aradım” dedim, kendisi de bana, “yahu Halukçuğum ben hiç o açıdan düşünmemiştim vallahi çok haklısın” demişti.
Sonra bir baktım o pazar günü Hasan kendi köşesinde bu konuyu işlemiş. Hatta bakın alıntı yapayım siz de görün, “Efendim, biliyorum, ‘Bunun milliyetçilikle ne alâkası var?’ diye itiraz edenler olacaktır. Hatta bazıları da büyük bir pişkinlikle, ‘Canım, ne var bunda bu kadar üzülecek? Top yuvarlaktır, gelecek sefer de biz kazanırız’ diyeceklerdir.Lâkin kazın ayağı öyle değil... Daha önce de yazdığım gibi, olimpiyatlar ve milletlerarası spor müsabakaları, aynı zamanda siyasî bir rekabeti aksettirir. Bu müsabakalarda sadece sporcular değil, milletler, ülkeler ve devletler de yarışırlar.”, “Türk sporcuları, yalnız Türkiye’nin değil, 250 milyonluk Türk Dünyası’nın ve 1,5 milyarlık İslâm Camiası’nın da gururu olmalıdırlar. Haydi, bunlar geri dursun desek de, 75 milyonluk Türkiye’nin dünya olimpiyatlarında birkaç madalya ile temsil edilmesi kabul edilemez.” Ben Hasan’la geçmişten beri arkadaşım, onunla bazı fikir ayrılıklarımız da yok değil, o kendisini milliyetçi muhafazakar olarak tanımlıyor, ben de sizlerin de bildiği gibi ulusalcı, muhafazakar, devrimci, orta yolcu bir sosyalistim. Ancak bu fikir ayrılıklarımıza rağmen dostluğumuz hiç gölgelenmedi bugüne kadar. Şimdi biraz kırılmadım değil, tabii ki de Hasan kendi köşesinde benim düşüncelerimi yazabilir, ben bundan gurur da duyarım ama bir not düşüp de “Haluk Abimin katkılarıyla yazdım” falan deseydi fena mı olurdu? Çok uzatmayacağım efendim bu kırgınlık meselesini.
Hasan yazısında, bu olimpiyat meselesi önemli, devletler buna çok önem veriyor ve bakın fazla madalya alan ülkeler hep büyük devletler (Düvel-i Muazzama) demiş. Gayet haklı bu tespitinde efendim, Türkiye’nin olimpiyatlardaki sıralaması bildiğiniz gibi 31. Bakın Türkiye’nin üzerinde hangi devletler var: Güney Kore 3., Gürcistan 10., Çek Cumhuriyeti 11., Romanya 16., Slovakya 17., Zimbabwe 23. diye gidiyor. İşte bu ülkeler, 2008 Pekin Olimpiyatları sonuçlarına göre dünyanın yeni büyük devletleri arasına girmişlerdir. Hasan ile ben bu konuda böyle düşünüyoruz efendim.
Bunların yanı sıra anlayamadığım bazı şeyler var, mesela güreşte ve halterde istediğimiz başarıyı elde edemedik, onu biliyoruz ama diğer ata sporlarımızda adımız dahi geçmedi sanki. Ata sporlarımız olan cirit, tavla, okçuluk, (geleneklerimizden ötürü) ata binme, yakar top müsabakalarında madalya alamadık mı yahu biz? Ben bugün yarın Sayın Bakanlarımızı arayıp bu konuyu soracağım.
Bir de bu koşu meselesine kafam çok takıldı. Elvan adlı kızımız, bildiğiniz gibi madalya getirdi ama biz koşu sporuna uygun bir millet değiliz ki? Koşuyla en yakın ilgimiz, çocukken oynadığımız “yakalamacılık” oyunlarıydı. Onlarla da madalya alacak kadar idmanımız olduğu söylenemez. Biz Türkler bacakları kısa ve hep at üstünde yetişmiş bir milletiz. Binicilikte adımız bile yokken koşuda madalya almamıza çok şaşırdım efendim. Mesela karatede aldığımız madalya hakkımız. Hepimiz Cüneyt Arkın’ın Malkoçoğlu, Kara Murat filmleri sayesinde karateye nasıl meyilli olduğumuzu biliyoruz. Bu nedenle alınan gümüş madalyaya şaşırmak bir yana beğenmedim bile. Bizler Malkoçoğlu, Kara Murat, Tarkan ve Kurt ardılı bir millet olduğumuza göre karatede de altın madalya almamız gerekiyordu. Zamanında içlerine büyük korkular saldığımız ve uzaydan görünen tek insan varlığı olan Çin Seddi’ni yaptırdığımız Çinlilerin olimpiyat birincisi olduğunu hatırladıkça içim içimi yiyor efendim.
Neyse gençler, yazımı bitirmeden önce medyada büyük olay yaratan Sayın Başbakanımızın “Ben çevrecinin Daniska’sıyım” lafına değinmek istiyorum. Baktım gazetelerde Sayın Daniska’nın ismi yanlış yazılmış, öncelikle medya organlarını bu nedenle eleştirmek istiyorum. Daniska, özel isim olduğuna göre Daniska’dan sonra kesme işareti koymak zorundalar efendim. Eskiden böyle miydi? Güzel Türkçemize önem verilirdi, yanlış göremezdiniz efendim medya organlarında.
Şimdi bilmeyenler için açıklayayım; Daniskas, 1765 ile 1820 yılları arasında yaşamış ve maalesef genç yaşta hakkın rahmetine kavuşmuş çok ünlü bir Alman profesördür. Kendi alanında ordinaryüs olan Mr. Daniskas, başarıları sonucunda kalıplaşmıştır ve zamanla bir işin profesörü demenin kısası olan “Daniska’sıyım” lafzı kullanılır olmuştur. Mr. Daniskas’ın isminin sonundaki “s” harfi ise ünsüz önemsizliği sonucu göz ardı edilmiştir. İşte Sayın Başbakanımız, kendisine gelen eleştirilere cevaben, bırakın siz o işleri, ben bu işin profesörü sayılırım anlamında “ben çevrecinin Daniska’sıyım” demiştir. Hemen bazıları ertesi günlerde yaşanan bir iki olayı hatırlatarak Başbakanımızın bu lafzı ile dalga geçmişlerdir. Sinop’ta sözde çevreci özde ise amaçları belli olmayan ecnebi grubun, çıplak denize girmeleri nedeniyle kovulmaları ve Sayın Enerji Bakanımızın Nükleer Enerji Ön Bilgi Toplantısı düzenlemesi bu lafız ile birleştirilmiş ve adeta gazetelerden hükümete nanik yapılmıştır.
Ne alaka efendim, nükleer enerji ile çevrenin ne alakası var? Bizim ülkemizde rüzgâr yok, güneş yok, akarsu yok. Hayır, akarsu var ama ona da baraj yaptırmıyorlar. Yok, Hasankeyf sular altında kalacakmış, bırakın Hasan keyfine baksınmış, Fırtına Vadisiymiş, Munzurmuş, her seferinde nerede bir enerji planı, orada protesto. Nerede hükümet bir baraj yapacak olsa, nükleer santral ihalesi açacak olsa kıyamet kopuyor. Ama evlerinde otururken elektrikleri kesilse başlıyorlar hükümete veriştirmeye.
Efendim bu insanlar bizim iyiliğimizi istiyorlar. Başka enerji kaynakları olsa nükleer santral yapılmaz tabii ki yine başka alternatif olsa Hasan’ın keyfiyle kimse uğraşmaz efendim. Bilmeden kınamak kolay.
Evet, sevgili gençler, daha da yazacaklarım vardı ama bana ayrılan yeri fazlasıyla işgal ettiğim için yazımı burada noktalamam gerekiyor. Yoksa Sayın Başbakanımızdan esinlenerek ben de “YDG’nin Daniska’sıyım” adlı derlememi sizlerle paylaşmak istiyordum. Artık başka sefere. Hepinizin gözlerinden öperim.

Hiç yorum yok: