68 hareketinin kırkıncı yılı olması vesilesiyle dönemin devrimci önderleri ilerici, devrimci, demokrat kesim tarafından tekrar tekrar değerlendiriliyor. Bu değerlendirmelerin bazıları gerçekleri çarpıtma üzerine kuruluyken, bazıları da, o dönemin devrimci önderlerine gereken değeri verme üzerine kuruludur.
68’in devrimci önderlerinin değerlendirilmesi, kitlelerde yaşanan huzursuzlukla birlikte değerlendirildiğinde gerçekten de anlamlıdır. Gereken dersleri çıkarmak, kitlelerin mücadelesini daha ileri bir noktaya taşımak bakımından önemlidir. Bu yüzden de 68’in devrimci önderlerinin nesnel değerlendirilmesi gereklidir. 68’in devrimci önderlerinden olan Kaypakkaya açısından da bu geçerlidir. Ne var ki, önemli bir kesim Kaypakkaya’yı büyük bir suskunlukla geçiştirmektedir. Geçiştirmeyenlerin de önemli bir kesimi Kaypakkaya’yı öznel değerlendirmektedir. Elbette bunun anlaşılır nedenleri bulunmaktadır. Söz konusu Kaypakkaya olunca büyük bir dikkatle değerlendirilmelidir, ne de olsa reformizmin, sistem içi mücadeleyi savunanların Kaypakkaya’da bulabileceği en ufak bir açık dahi yoktur. Kaypakkaya düzen içi mücadeleyi savunanlar açısından çok yakıcı bir ateştir. Bunun için de bu ateşin tutulmaması ya da bu ateşin söndürülme çabaları anlaşılırdır.
Bu yazıda da Kaypakkaya’nın bir değerlendirilmesini yapacağız. Ancak Kaypakkaya’yı biz Kürt gençliğinin gözünden değerlendireceğiz. Kaypakkaya’nın düşüncelerini bu gözle yeniden okumak, bizim için onun anlamını kavramak önemlidir. Zira Kürt gençliği açısından Kaypakkaya yeterince değerlendirilmemiştir.
Kürt gençliği olarak Kaypakkaya’yı çok fazla tanıdığımız söylenemez. Bunun çeşitli nedenleri de bulunmaktadır. En başta egemen sistem Kaypakkaya’nın isminin geçmesini adeta yasaklamıştır. Deniz Gezmiş ya da Mahir Çayan’ın ismi bir şekilde, görüşleri çarpıtılarak da olsa sistemin sansüründen geçmiştir. Bir şekilde Kürt gençliği olarak onların adını duymuşuzdur. Ancak Kaypakkaya açısından böylesi bir durum yoktur. Kürt gençliğinin Kaypakkaya ismine bir aşinalığı varsa o da Proletarya Partisi’nin bölgedeki faaliyetlerinden ve Kürt Ulusal Hareketi’nden dolayıdır. Ancak Kaypakkaya’yı Kürt Ulusal Hareketi de Kürt gençliğine yeterince anlatmamıştır. Kürt Ulusal Hareketi her ne kadar Kaypakkaya’yı ele alan yazılar yayınlamışsa da, Kaypakkaya’yı Kürt gençliğine tanıtmışsa da, onun görüşlerini objektif aktarmamıştır. Kaypakkaya’nın bizim açımızdan tanınmamasına bir nedeni olarak da ardıllarının İbo’yu biz Kürt gençliğine aktarmaktaki yetersizlikleri de vurgulanabilir.
Türkiye devrimci hareketinin büyük çoğunluğu açısından Kürt gençliği çok fazla anlaşılmamıştır. Anlaşılmadığımız için de bize yönelik yaklaşımlarda önemli bir ön yargının oluştuğu da bir gerçektir. Milli birlik ilkesi, devletin milletiyle birliği ilkesi, bizim kendi irademiz dışında Türk sayılmamızın bizde yarattığı öfkenin anlaşılabilmesi açısından biraz empati yapılmasının bu sorunların çözümünde yararlı olacağı açıktır.
İlkokula başlamadan evde öğrendiğin anadilinle okulda öğrendiğin dil bambaşka. Sana yabancı olan bir dille daha küçük yaşta karşılaşıyorsun. İşin kötüsü okulda kendi dilini konuşmana kesinlikle izin yok. Kürtçe konuştuğunda öğretmeninden yiyeceğin cezanın, dayağın haddi hesabı yok. Sistemin egemen anlayışıyla karşılaşmamız daha çocuklukta başlıyor. Dünyayı anlamlandıramayacak yaşımızda, sistemin anlayışının zoruyla, hem de fiziki zoruyla daha o günden karşılaşıyoruz. Daha öncesini ise hiçbir şekilde söylemiyorum. Eli silahlı, resmi üniformalılarla bir şekilde karşılaşman, aileni ya da sevdiğin bir yakınını döve döve götürmeleri, yaşadığın evi yaşanmayacak hale getirmeleri, daha bir gün öncesinde senin yaşıtında olan çocuk arkadaşlarınla oynadığın köyünün gözlerinin önünde yakılması bizlerin bilincinde unutulmaz anılar, hem de kötü anılar bırakmıştır.
Bütün bunların toplamında sisteme karşı bir bakışının daha çocuk denilebilecek yaşta oluşmaya başladığını söylemek abartılı bir yaklaşım olmayacaktır. Hem de bu bakış hiç dostane değil hatta büyük bir öfke olarak kendisini gösteriyor. O yaştan itibaren anlıyorsun ki sana sistem sırf Kürt olduğun için baskı yapıyor. Kürt olanın dışlanması, dışlanmanın da ötesinde açık şiddet ve zorun uygulanması, bizlerde de bir karşı duruşu açığa çıkarıyor.
Ulusal soruna Marksist yaklaşım
Ancak, ilk başta anlam veremediğin bir nokta sırf Kürt olduğun için neden bunları yaşamak zorunda kaldığın oluyor. İşte Kaypakkaya’nın önemi de belki de burada açığa çıkıyor. Belki Kaypakkaya, Kürt halkından bahseden ilk kişi olmayabilir. Hatta Kaypakkaya Kürt ulusal sorununa değinen ilk kişi de olmayabilir. Ancak Kaypakkaya’nın önemi Kürt ulusal sorununda doğru ilkeleri, bir Marksist olarak ifade eden ilk kişi olmasıdır. Ve bu anlamıyla Kaypakkaya’nın görüşlerinin canlılığı sürmektedir. Yaşam Kaypakkaya’yı eskitememiştir.
Kaypakkaya haricinde, kendi kuşağının devrimci önderleri, Kürt sorununda nesnel bakış açısını yakalayamamışlardır. Bunda o döneme kadar Kürt sorununu sistemli inceleyen Marksistlerin olmaması önemli bir etkendir. Ancak işin esas kısmını ideolojik şekillenişlerinde aramak doğru bir tutum olacaktır. Kaypakkaya’nın komünist bir ideolojiyi benimsemesi, onunla bütünleşmesi onu kendi kuşağının devrimci önderlerinden ayıran en önemli etkendir. Denilebilir ki, 68’in devrimci önderleri de komünist ideolojiden etkilenmiştir. Ancak onunla etle tırnak gibi bütünleşme söz konusu olmamıştır.
Kaypakkaya sadece 68’in devrimci önderleriyle arasına net mesafe koymamıştır. Hakim millet şovenizmini inceden inceye savunan Mihri Belli, Doğan Avcıoğlu, İlhan Selçuk gibi o dönemin küçük ve orta burjuva aydınlarının da ipliğini pazara çıkarmıştır.
Bugün Türk emekçilerinin ezilmediğini iddia etmek doğru bir belirleme olmayacaktır. Türk emekçileri de bu sistem tarafından eziliyor. Ancak Kürt gençliği ve Kürt emekçisi de bu sistem tarafından eziliyor. Hem sınıfsal bir ezilmeyle, baskıyla karşılaşıyoruz hem de milli baskılarla karşılaşıyoruz. Ve Kürt olduğun için karşılaştığın baskı yukarıda da vurguladığımız gibi büyük bir öfke açığa çıkarıyor. O baskıyla mücadele etme isteğiyle yanıp tutuşuyorsun. Ancak eğer komünist partisi ya da onun çeşitli örgütlenmeleriyle tanışma olanağın yoksa, onların mücadelesinden, politikalarından haberin yoksa, bu baskıya karşı mücadele eden herhangi bir örgüt içerisinde faaliyet yürütmeye başlıyorsun. Bunda yanlış olan bir durum yoktur. Gayet mantıklı bir durumdur. Milli baskıya karşı mücadele çağrısı yapan, ona karşı aktif mücadele yürüten, seninle ilgilenenler sınırlıysa -bugün açısından nerdeyse Kürt Ulusal Hareketi’dir- sen de bu sınırlı tercihlerden birisini yapıyorsun. Ancak Kaypakkaya’yı tanıdığında Kürt Ulusal Sorununa yaklaşımıyla, sunduğu çözümleriyle karşılaştığında tercih seçeneklerin fazlalaşıyor.
Irkçılık sistemin genlerinde var
Kaypakkaya egemen sistem anlayışının ırkçılığa dayandığını çarpıtılmayacak bir şekilde açıklamıştır. Bugün birçok yerde milliyetçiliğe, ırkçılığa karşı yazılar yayınlanmaktadır. Elbette bu yazılar Türk ırkçılığına yöneldiği için değerli ve anlamlıdır. Ancak ortada bir yanlışlık var. Türkiye’de ırkçılığı 3-5 kişi savunmuyor. Irkçılık Türkiye’de egemen sınıfın ideolojisinin temelinde yer almaktadır. Kaypakkaya’nın dilinden söylersek, “Irkçılığın dayandığı sosyal sınıflar ve zümreler vardır… Irkçılığa karşı yürütülecek mücadele, her şeyden önce bu sınıf ve zümrelere karşı mücadeledir.”
Kaypakkaya’yı Kürt gençlerinin gözünde değerli kılan önemli bir neden ırkçılığa-şovenizme karşı mücadeledir. Irkçılığın dayandığı sınıflara karşı mücadelesidir. Ancak Kaypakkaya sadece kendisini bununla sınırlamamıştır. Irkçılığı dayanak yapan egemen sınıfların Türk ulusundan emekçi insanların bilincini de zehirlediğini ifade etmiştir. Türk ulusundan emekçi insanların bilincinin zehirlenmesinin, Kürt ulusundan emekçi insanlarda, Türk olana karşı bir güvensizliği açığa çıkardığını vurgulamıştır. Eğer karşılıklı bir güven oluşacaksa, Kaypakkaya soyut bir şekilde egemen sınıfları protesto etmekle kendini sınırlamamış, Türk ulusundan emekçi insanların bilinçlerindeki şovenizm silinip atılmadan, Türk ve Kürt uluslarından halkımızın karşılıklı güvenlerini sağlanamayacağını vurgulamıştır. Kaypakkaya’nın söyledikleri nettir: “… Türk işçileri ve emekçileri üzerinde, bu milliyetçiliğin de izleri silinmeden çeşitli milliyetlere mensup işçiler ve emekçiler arasında, karşılıklı güven, birlik ve dayanışma sağlanamaz” der.
Kaypakkaya ırkçılığın dayandığı sosyal sınıf ve zümrelerin sadece Türk ulusunda değil aynı zamanda Kürt ulusunda da bulunduğunu vurgulamıştır. Kaypakkaya’nın bu sorunda çözümü Türk milliyetçiliğine, Türk şovenizmine karşı Kürt milliyetçiliği olmamış, aksine temel görev olarak milliyetine bakılmaksızın emekçi kitleler içerisinde “demokratizmin ve dünya işçi hareketinin uluslararası kültürünü” yaymayı koymuştur.
Bu noktanın önemlidir. Halk kitlelerinin, egemen sınıflarına karşı mücadelesinde eğer zafer kazanmak gibi bir hedefi varsa, o mücadele her türlü milliyetçilikten arınmalıdır. Milliyetçilik ilkesi, halk kitlelerinin ortak mücadelesinin önündeki en büyük engeldir. Halk kitlelerinin birbirlerine karşıt kamplarda örgütlenmesine yol açar. Bunda şüphesiz çıkarı olan burjuvazi olacaktır. Burjuvazi arasındaki pazara hakim olma kavgası halk kitlelerini ilgilendirmemelidir. Ancak burjuvazi de şunun farkındadır ki, halk kitlelerini kendi arkasına yedekleyemezse, pazara hakim olması imkansızdır.
Dünya üzerinden onlarca haksız savaş geçmiş, iki tane büyük savaş yaşanmıştır (emperyalist paylaşım savaşları) ama hiçbir savaş halksız olmamıştır. Sorunları aynı, ancak dilleri farklı olanlar dillerinin farklılığını kullananların arkasında yer alıp, sorunları aynı olanları karşılarına almıştır. Kaypakkaya’nın da önemi burada açığa çıkıyor. Kaypakkaya bu konuda net bir şekilde şöyle söylüyor: “Marksist-Leninist hareket, işçi sınıfının ve diğer emekçilerin belli bir devlette, birleşik örgütlerde, siyasi sendikal, kooperatif, eğitsel vb örgütlerde kaynaştırılmasını savunur.” Belki Kürt arkadaşlarımız Kaypakkaya’nın bu belirlemesine karşı çıkacaktır. Ancak sakin bir şekilde yaklaşıldığında, bilimsel bir düşünce yapısına sahip olunduğunda Kaypakkaya’nın haklı olduğu açığa çıkacaktır. Bugün Kürt ulusu gayet haklı nedenleri olan bir mücadele yürütüyor. Kürt halkı bu mücadeleye büyük bir özveriyle katılıyor, mücadelenin çeşitli sıkıntılarına metanetle katlanıyor. Binlerce evladını bu mücadelede şehit vermesine rağmen, onurundan, kimliğinden taviz vermiyor. Gerçekten de ödenen bedellere, ortaya konan özveriye, iradeye saygı duymamak elde değil. Ama hiçbir mücadele yoktur ki zaferi hedeflemesin. Zaferin yolu egemen sınıfların alt edilmesinden geçiyorsa, o zaman egemen sınıfların ezdiği tüm halkın birleşmesi ortak mücadeleyi yürütmesi aslolandır. Bu olmadan mücadele zaferle sonuçlanmayacaktır.
Ortak mücadele özgünlüklerin reddi değildir
Kaypakkaya’nın emekçi halkın ortak örgütlerde kaynaşmasını savunması yanlış yorumlanmamalıdır. İbo en başta Kürt ulusunun demokratik taleplerine büyük bir saygı duyar ve bu talepleri kullanma hakkını savunur. Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını olanca gücüyle o dönem savunmuştur. Kendi kaderini tayin hakkının ayrı bir devlet kurma hakkı olduğunu çok net bir şekilde vurgulamıştır. Bu nokta bizim açımızdan önemli. Kendi kaderimizi tayin etme hakkı ortak mücadelenin olmazsa olmaz ilkesidir. Emekçi halkın karşılıklı güveninden bahsettik, Türk ulusundan emekçi halka, Türk ulusundan devrimcilere güven besleyebilmemiz açısından kendi kaderimizi kendimizin tayin etme hakkımız çok net bir şekilde vurgulanmalı, programlarda ifade edilmelidir. Ortak mücadeleyi hedefliyorsak, ortak düşmana karşı onu alt etme mücadelesini savunuyorsak, kendi kaderini tayin ilkesinin savunulması olmazsa olmazdır. Kaypakkaya’yı bu gözle okuyan her Kürt genci de görecektir ki, Kaypakkaya bu konuda çok net ifadeler vardır.
Kaypakkaya’nın bu konudaki görüşleri ulusların kendi kaderini tayin hakkını soyut bir şekilde, formülasyon düzeyinde savunması değildir. Kaypakkaya’nın emekçileri ortak örgütlerde örgütlenmesini savunması, hiçbir şekilde Kürt ulusuna yönelik haksızlıklara karşı somut mücadele yürütülmemesi değildir. Aksine Kürt ulusuna yönelik her haksızlığa karşı mücadele yürütmeyi kendi örgütünün önüne görev olarak da koymuştur. Kaypakkaya, Stalin’den yaptığı alıntılarda bu konuda ne düşündüğü ifade etmiştir. Seçme Yazılar’da şöyle yazar: “Bilinçli proletaryanın denenmiş olan kendi bayrağı vardır ve onun, burjuvazinin bayrağı altında safa girmesinin gereği olmaz. …Bundan, proletaryanın, milliyetlerin ezilmesi politikasına karşı savaşmaması gerektiği sonucu asla çıkarılmamalıdır.”
Kaypakkaya’nın Kürt Ulusal Hareketi’ne yaklaşımı da çok nettir. Kendi zamanında Kürt ulusunun hareketi çok güçlü değildir. Bugünkü özneler o dönem açısından ele alındığında partileşmemiş, oluşum haline daha gelmemişti. Ancak o dönem açısından Kürt ulusunun farklı hareketleri de bulunmaktaydı. Kaypakkaya’yı diğerlerinden ayıran önemli bir etken de Kürt ulusunun mücadelesinin Türk ulusunun tekelinde olan ayrı bir devlet kurma hakkına vs karşı genel bir demokratik muhteva taşıdığıdır. Ve Kaypakkaya kayıtsız, şartsız bu genel muhtevayı desteklemiştir. Ve bunu güçlü bir Kürt hareketinin olmadığı dönemlerde açığa vurmuştur. Bugün açısından birçok hareket Kürt ulusunun demokratik taleplerini desteklemekte, onlara yönelik saldırılara karşı tavır takınabilmektedir. Elbette bunların hepsi yeni demokrasi mücadelesi açısından çok değerlidir. Ancak Kaypakkaya’nın değeri bu mücadelenin ete kemiğe bürünmediği dönemlerde bunu çok net bir şekilde açığa vurmasıdır. Hatta Kaypakkaya çok net bir şekilde “Ezilen ulusun milli hareketi, bir yönüyle de hâkim ulusun milli baskı politikasına yöneldiği içindir ki, çeşitli milliyetlere mensup işçiler ve emekçiler arasında birliğin sağlanmasına, ezilen ulusun işçilerinin ve emekçilerinin manevi güçlerinin serbestçe gelişmesine ve bunu engelleyen kösteklerin kaldırılmasına hizmet eder” diyerek Kürt ulusunun hareketini bir yönüyle halkın birliğine hizmet ettiğini vurgulamıştır.
Kemalizmle olan bağlar önyargıları destekliyor
Kürt Ulusal Hareketi’nin demokratik muhtevasının kayıtsız şartsız desteklenmesine ne yazık ki yeterince önem verilmemektedir. Türkiye’deki birçok hareket Türk şovenizminden kurtulamadığı, Kemalizmle bağlarını tam kopartamadığı için Kürt Ulusal Hareketi’ne yönelik önyargıları da beraberinde taşımaktadır. Elbette bunda Kürt Ulusal Hareketi’nin yaptığı yanlışlar da vardır. Ancak esas neden Kürt Ulusal Hareketi değildir. Kemalizmle bağların kopartılamaması, Kürt Ulusal Hareketi’nin ilerici yönlerinin görülmemesi, ona karşı diğer siyasetlere nazaran daha dışlayıcı yaklaşılması, dayanışmaların yeterli gösterilmemesi, dayanışma taleplerine anında reaksiyon gösterilmemesi vs gibi durumları düşündüğümüzde Kaypakkaya’nın önemi daha fazla açığa çıkmaktadır.
Bugün T. Kürdistanı’nda ve Kürt nüfusunun yoğun olarak bulunduğu bölgelerde Kürt Ulusal Hareketi önemli bir güçtür. Her Kürt gencinin ilk bildiği örgüt doğallığında Kürt Ulusal Hareketi’dir. Büyük oranda Kürt gençleri bu harekete sempati beslemektedir. Çünkü devlet baskısına karşı aktif mücadele yürüten olarak onu görmektedir. Bu anlamıyla Kürt Ulusal Hareketi’ne yaklaşım bir bakıma Kürt ulusunun ulusal haklarına yaklaşım meselesidir. Kaypakkaya’da Türk şovenizminin en ufak bir etkisi yoktur. Hatta Lenin’den yaptığı şu alıntı bakış açısını net bir şekilde göstermektedir: “Eğer ezilen ulusun burjuvazisi, ezen burjuvaziye karşı savaşırsa, biz, her zaman ve her durumda, herkesten daha kararlı olarak bu savaştan yanayız. Çünkü biz zulmün en amansız ve en tutarlı düşmanlarıyız.”
Bugün açısından Kürt Ulusal Hareketi’nin egemen sınıflara karşı mücadelesi ortadadır. Egemen sınıfların gündemini işgal etmesi, ona yönelik tasfiye planlarını yaşama geçirmeye çalışması, aslan payını ona ayırması boşuna değildir. Çünkü Türk egemen sınıflarına bugün açısından yeterince zarar vermektedir. Türk egemen sınıflarının başını yeterince ağrıtmaktadır. Buna rağmen bugünün ilerici hareketleri bu durumda ne yapmaktadır? Mücadelenin haklılığını savunanlar ne kadardır. Büyük oranda sessizlikle geçiştirilmeye çalışılmaktadır? Hatta TKP gibi örgütler açıktan karşı duruş sergilemektedir. Sistemin yaptığı katliamlar, operasyonlar karşısında insani duyguları dahi hissetmeyenler, protesto etmek için bir şey yapmayanlar objektif olarak egemen sınıfların yanında yer alıyorlar. Bu durum sessizlikle geçiştirilebilecek bir durum değildir. Bu anlamıyla sessizlikle geçiştirenler bizim güvenimizi kazanamayacaklardır.
Tabii bugün Kürt Ulusal Hareketi’nin yanında yer alanlar, onun kitleselliği karşısında secde edenler de vardır. Bugün bunların yanında yer alması Kürt Ulusal Hareketi’nin barış politikası gütmesinden kaynaklıdır. Yürütülen gerilla savaşını sahiplenmemeleri, muğlak ifadelerle geçiştirmeleri de gözden ırak tutulmamalıdır.
Sessizlikle geçiştirenlerin bir kısmı Ulusal Hareketin barış politikalarına karşı olduğunu ifade etmektedir. Ancak hareketin savaştığı dönemlerdeki politikaları da ortadadır. Bu yüzden böylesi ifadeler inandırıcı olmaktan uzaktır. Bizce de barış politikası doğru bir politika değildir. Ancak hareketin savunduğu demokratik talepler bugün açısından biçim değiştirse de öz itibarıyla demokratik muhtevayı korumaktadır. Kaypakkaya’yı bu gözle okumak gerçekten önemlidir.
Kaldı ki öylesi hareketlerin demokratik taleplerini desteklememenin hiçbir anlamı da yoktur. Bu demokratik talepler Kürt halkı için çok önemlidir. Kürt halkı egemen sınıfların milli ve sınıfsal baskısı sonucu Kürt burjuvazisine oranla daha çok acı çekmektedir. Bunun için de harekete katılımı, ısrarı Kürt burjuvazisine göre çok daha ileri boyuttadır.
Demokratik talepleri kayıtsız şartsız savunmak
Açıktır ki demokratik taleplere uzaklık aslında Kürt halkına uzaklıktır. Demokratik talepleri savunmamak, onun mücadelesini vermemek devrimci bir tutum da değildir. Egemen sistemin faşist olduğu bir ülkede demokratik haklar mücadelesinin anlamını bilmemektir.
Elbette bugün açısından Kürt Ulusal Hareketi Kürt halkının tüm acılarını çözmeyecektir. Kürt halkı milli baskının yanında sınıfsal baskıya da maruz kalmaktadır ve Kürt Ulusal Hareketi birinci tür baskıya karşı çıkarken, ikinci tür baskıyı sessizlikle geçirmekte, ulusal haklar sonrasına ertelemektedir. Bunun anlamı aslında sınıfsal baskıya karşı gelmedikleridir. Gelmesi de eşyanın doğasına aykırıdır. İşte Kaypakkaya’nın önemi bu iki tür baskıya da karşı gelmesidir.
Kaypakkaya’nın çeşitli milliyetlerden Türkiye halkının kurtuluşu açısından gerilla mücadelesini başlattığı bölgenin de T. Kürdistanı olması onun uzak görüşlülüğünün kanıtıdır. Bugün açısından devrimci öznelerin büyük oranda T. Kürdistanı’nda olduğunu belirtmeye ihtiyaç dahi bulunmamaktadır. Gelişen gerilla hareketi, demokratik mücadelenin kitleselliği bu bölgelerde daha yoğundur. Bu anlamıyla da Kaypakkaya’yı kavramak önemlidir. Bugün açısından yeni demokrasi mücadelesi gelişecekse ancak bizim katılımımızla olacaktır.
Sonlandırırken tekrar pahasına belirtmek gerekir ki, Kaypakkaya tüm ihtişamıyla sadece Türk emekçilerinin, gençlerin mücadelesine yol göstermemektedir, belki daha fazla, daha acil olarak biz Kürt gençliğine yol göstermektedir. Bugün açısından Kaypakkaya’nın görüşlerini okumamış, onunla tanışmamış her Kürt genci büyük bir şey kaybetmiştir. Kaypakkaya’nın düşünsel yapısı Kürt gençliğinin sorunlara temel ilkelerini, çözüm yollarını göstermesi açısından önemlidir. Kürt gençliği sorunların çözümünü büyük oranda Kaypakkaya’da bulacaktır.
17 Eylül 2008 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder