17 Eylül 2008 Çarşamba

Kapitalist bir ülkede işçi ve öğrenci gençliğin tecrübe ve mücadelesi

Aşağıdaki yazı ATİK-YDG tarafından Haziran ayında Hong Kong’da gerçekleşen ILPS 3. Kongresinde Gençlik Çalışma Grubuna sunulmuştur.

İşçilerin iş alanlarındaki emek sömürüsüne, baskıya, ayrımcılık ve eşitsizliğe karşı mücadeleleri her zaman gündemde oldu ve bu adaletsiz ve insanlık dışı uygulamalar hangi şekilde uygulanırsa uygulanırsa tarih boyunca işçi sınıfı ve emekçiler bunlara karşı her zaman direnecek, mücadele edecek ve karşı duracaktır.
Büyüyen emperyalist saldırganlık, açgözlülük ve asla tükenmek bilmeyecek kâr hırsı ve yine emperyalist-kapitalist burjuvazi tarafından süregelen talan ve sömürü işçilerin hayatlarını etkilemeye devam etmektedir. Egemen sınıflar sürekli olarak işçileri ayrımcılığa tabii tutmak ve sömürmek için yeni yeni metotlar yaratmaktadır ve bundan en çok etkilenen kesim ise göçmen, göçmen kökenli ve sığınmacı işçilerdir.
İşçilerin sosyal, demokratik ve temel haklarına yapılan bu saldırılar yalnızca işçileri değil, aynı zamanda bu işçilerin ailelerini ve gelecek nesil işçilerini de etkilemektedir. Sermayenin çıkarları doğrultusunda G8’ler, Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası, IMF gibi kurumlar ve bunların sonucu ortaya çıkan GATS vb anlaşmalar şu an hayatlarımız ve temel haklarımız noktasında karar mekanizmalarını oluşturmaktadır. Bu da dünyayı fazla bir bekletisi olmadan sorgusuz itaat edilmesi gereken birçok kuralı olan açık bir hapishaneye çevirmektedir.
Hiç şüphesiz ki bu işçiler arasında çok fazla sayıda genç işçi de yer almaktadır. Tarih boyunca görmekteyiz ki işçi gençlik bu adaletsiz durumlara karşı direnişlerde en güçlü mevzileri oluşturanlardan olmuştur.
Mevcut duruma baktığımız zaman geçmişin sorunlarının günümüzde hâlâ devam ettiğini, üstelik daha yoğunlaştırılmış ve kötü biçimde devam ettiğini görmekteyiz.
Kapitalist bir ülkede genç bir işçi olmak, bulunabileceğimiz en zor pozisyonlardan biridir. Avrupa boyutunda baktığımız zaman işçi gençliğin kapitalist ülkelerde birçok tecrübe ve mücadelesinin var olduğunu görebiliriz. Avrupa’daki emperyalist-kapitalist güçler işçi gençliğin kanını emebilmek için her yolu kullanamaktadır ve bunun temellerini ise daha eğitim sürecinden atmaktadır. Bu nedenle işçi gençliğin sorunları eğitim alanında yaşanılan sorunlardan bağımsız değildir ve bir birine paralel gelişmeler göstermektedir. Çünkü eğitiminin hangi aşamasında olursa olsun öğrenci gençlik geleceğin işçileridir. Bu sebeple sistem, politikalarını işçi gençliğe daha okul sıralarında iken empoze etmeye çalışmaktadır.

Giderek zorlaşan eğitim koşulları
İş hayatına giden eğitim döneminin mevcut durumu gün geçtikçe daha da ciddi sorunlarla karşılaşmaktadır. Harç paralarının yürürlüğe girmesi ile öğrenciler eğitimlerini tamamlamakta hiç olmadığı kadar güçlük çekmektedir. Her gün daha fazla öğrenci yüksek borçlara girme korkusu ile üniversiteye gitmeme kararı almakta. Bu, özellikle yoksul, göçmen, göçmen kökenli ve mülteci gençlik arasında daha fazla yaygınlaşmakta.
İngiltere sahip olduğu geniş etnik köken yelpazesi ile buna çok iyi bir örnektir. Bundan on yıl öncesine kadar öğrencilere eğitimlerini finanse edebilmek için üniversite yardımları verilmekteydi. Fakat 1997 Temmuz ayında yürürlüğe giren harçlarla birlikte yerini öğrenci kredisine bırakan yardımların kalkması ile öğrenciler eğitimde yeni bir sürece girerken üniversiteye geçmekte de daha fazla güçlük çekmeye başladı. Ve 2006’da bu harçlara neredeyse % 200 civarında gelen zam İngiltere’deki eğitim hayatında büyük bir dönüm noktası oldu. İlk etapta her akademik yıl için harçlar £1200 idi ve aile gelirine göre bunların devlet tarafından karşılanmaktaydı. Eğer ailenin yıllık toplam geliri £13,000’in altında ise harç devletin eğitimi finans eden kurumu olan Öğrenci Kredisi Kurumu tarafından ödenmekteydi. Fakat bunun dışında var olan kitap, materyal, yeme, kira gibi harcamaları öğrenciler eğitimlerinin sonunda % 3 faiz ile ödeyecekleri Öğrenci Kredisi ve çalıştıkları yarım gün işler ile karşılamak zorunda.
2006 yazında Londra’da harçlara gelen zama karşı büyük bir eylem gerçekleştirildi ve bu eyleme İngiltere’nin her yerinden yaklaşık 10,000 öğrenci katıldı. Ayrıca akademisyenler, öğrenci sendikaları ve gençlik örgütleri de bu yürüyüşte aktif rol oynadı ve tam destek sundu. Fakat burada önemli olan nokta şu ki bu ve benzeri sorunların sadece İngiltere’de değil Avrupa’nın diğer ülkelerinde de yaşanıyor olmasıdır.
Eğitim bu şekilde metalaştırılarak büyük bir pazar ve kâr makinesi haline gelmektedir. Avrupa’da Almanya ve Yunanistan gibi diğer ülkeler de hiç kuşkusuz bu ‘sektörden’ payını almak istemektedir. Bu nedenle bu ülkelerde de harç paraları yürürlüğe geçti; fakat yine büyük karşı koyuşları tetikledi ve büyük direniş ve mücadele ile karşılandı.

Sadece harçlar mı?
Ancak, burjuvazinin eğitimi sömürme noktasında kullandıkları tek yöntem tabii ki harçlar değil. Son zamanlarda gündemden düşmeyen ‘eğitimin özelleştirilmesi’ de öğrencilerin yüksek öğrenime ilerlemesinin ve iyi bir kariyer ve meslek edinmelerinin önünde bir set olmuştur. Üniversitelerin bazı bölümlerini özel kurum ve firmalara satması sistemin biraz daha fazla kâr sağlamaktan başka hiç birşeye önem vermediğinin açık bir kanıtıdır.
Bolonya Süreci yine burjuvazinin gençliğin gözlerini kapatmakta kullandığı araçlardan biridir. Kendi çıkarlarına yaratılan politikaları ‘eğitimin geliştirilmesi, uluslararası rahat hareket ve iş imkanı için fırsatlar yaratma, ömür boyu öğrenim’ gibi isimler altında uygulamaya devam etmektedir. Yine bunlar sadece gerçekleri kapatmak ve daha fazla kâr yapmak için kullanılan metotlardır.
Bu süreci planlarken Avrupa Birliği kesinlikle öğrenci ve akademisyenlerin ihtiyaçlarını ya da bilimsel gelişimin gereklerini göz önünde buldurmamıştır, bunun yerine ‘patron örgütlerinin’ ihtiyaçlarına göre şekillenmiş bir süreci başlatmıştır.
AB emperyalistleri Avrupa’nın tüm ülkelerinde Anglosakson bir eğitim modeli oturtmak istemektedir, çünkü bu modeli ABD ve Çin ile rekabet edebilme açısından daha kârlı görmektedir.
Hiç bir şekilde eğitimin ulusal karakteristiklerini gözönünde bulundurmamaktadır ve ülkeleri Avrupa’nın her bir yanında aynı eğitim modeline tabii tutmaya zorlamaktadır.
Bununla birlikte öğrencilerin iş haklarını almak için de yasalar çıkarmakta ve dolayısı ile öğrencileri geleceğin sessiz ve esnek işçileri olma yolunda eğitmektedir. Fakat bu tür reformlar Fransa’da yaşandığı gibi öğrenci hareketleri ve mücadeleleri ile karşılaşmaktadır.
Kamu araçlarını satmakla ki bunlar herkese ücretsiz ve erişilebilir olmadır, egemen sistem kârdan başka hiç birşeye değer vermediğini ve bunun için ne gerekirse yapacağını tekrar kanıtlamaktadır.

Geleceğinden emin olmayan gençlik
Öğrenciler gelecekleri noktasında büyük korkular yaşamaktadır. Gençlik arasındaki işsizlik seviyesi gittikçe yükselmektedir. Eğitimli olsun olmasın, kalifiye ve vasıflı olsun olmasın göçmen, göçmen kökenli ve mülteci gençlik bu korkuları iki kat daha fazla yaşamaktadır. Çünkü onlar gerek öğrenci gerekse de işçi olarak yaşadıkları bu adaletsizliklerin ve hak gasplarının yanı sıra, sadece göçmenlik durumlarından kaynaklı ayrıca ezilmekte, ayrımcılığa maruz kalmakta, sömürülmekte ve emperyalizmin diğer saldırı araçlarına maruz kalmaktadır. Örneğin, göçmen gençlik sosyal ve demokratik haklarından muaf tutulmaktadır ve bu hak gaspları iş yerlerinde de kendini göstermektedir. Onlar genellikle vasıfsız işlerde çalıştırılmakta, gülünç derecede az ücretler almakta, kötü çalışma koşullarına maruz bırakılmaktadır vb.
Bunun üçüncü boyutu olarak da sistem bilinçli olarak yerli ve göçmen gençlik arasında sosyal patlama yaratmakta ve teşvik etmektedir. Özellikle de iş yerlerinde bu sorunları körüklemekteler, çünkü kimlikler ve ırklar arası çatışma ne kadar körüklenir ve derinleşirse iki tarafın aslında ortak düşmanı olan sistemle olan çelişkileri o denli ya unutulur ya da ikinci plana atılır.
Fakat mücadele her zaman devam eder! Gençlik dünyanın her yanında birçok olaydan, farklı sorunlardan ötürü birçok farklı metot ve şekilde hâlâ mücadele etmektedir.

Hiç yorum yok: