Mayıs ve Haziran ayları yine sistemin emekçilere saldırıları ve emekçilerin bu saldırılara karşı verilen cevapları ile geçti. Egemen sistemin bilinçli bir şekilde ve tek bir merkezden yönelttiği saldırılara karşı emek cephesinden yıllardır birleşik ve örgütlü bir karşı duruş verilememişti. Ancak son yıllarda saldırı dozajının iyice artmasından sonra, bu saldırıların parçalı bir duruşla karşılanamayacağı iyice bilince çıkartılmaya başlandı. -Şunu belirtmek gerekir ki, gerek ortaya konulan direnişler gerekse de oluşturulan birliktelikler yeterli boyutta değildir. Halen sağlam temelleri bulunmamaktadır-. Ezilenler cephesindeki bu birliktelikler kendisini 13-14 Mart’ta, 1 Nisan’da, 6 Nisan’da, 1 Mayıs’ta kendisini göstermiştir. Bu birliktelikler önümüzdeki dönemde kitle hareketlerindeki ivmedeki artışı da şimdiden göstermiştir ki, sistemin bu eylemlere yönelik tepkisi hiç de sakin bir şekilde olmamıştır. Aşırı şiddet kullanımı, ardı ardına açılan soruşturmalar bu birlikteliği dağıtmaya yönelik adımlardır. Bu birliktelikler sadece bu eylemlerle kendisini göstermemiştir. Yeterli olmamakla birlikte, Tekelin özelleştirilmesine karşı gösterilen direniş, Tuzla Tersanelerindeki ölümlerin durdurulması talebinde, Kürt halkına yönelik baskılarda, sınır ötesi kara ve hara hareketlerine karşı tepkilerde de ezilenlerin birlikte hareket ettikleri takdirde yarattıkları muazzam etkiyi görebilmekteyiz. Bu birlikteliklerin daha ileri taşınması mücadelemiz açısından önümüzde duran acil görevlerden bir tanesidir.
Bu birliktelikler önümüzdeki dönem için olumlu bir durum oluştururken, var olan olumsuzlukları da görmezden gelmememiz gerekmektedir. Türkiye Kürdistanı’ında bu birlikteliklerin oluşmaması ciddi bir olumsuzluktur. Bölgenin özgül koşullarından dolayı ulusal çelişkilerin fazla olması ve Ulusal Hareketin de bölgedeki etkisi düşünüldüğünde, bölgedeki hareketlenmenin ulusal taleplerden dolayı olması anlaşılır olacaktır. Bu noktada bir sıkıntı yoktur. Ancak değinmek istediğimiz konu mücadelenin sadece ulusal taleplerle sınırlandırılmaya çalışılması, sınıfsal taleplerin göz ardı edilmesidir. Bu politik yaklaşıma göre tek sorun ulusal sorundur ve ulusal sorun çözüldüğünde sorunlar bitecektir. Bölgedeki demokratik kitle örgütlerinin de ulusal hareketin etkisinde olmasından kaynaklı, hem bu kitle örgütleri doğru bir şekilde harekete geçirilememekte hem de ulusal sorun dışında politika üretilmemektedir. Bu durumda ülkenin batısında görülen sınıf birliktelikleri Türkiye Kürdistanı’nda görülmemektedir. Bu da sınıf hareketinin gelişimi açısından ciddi bir dezavantaj oluşturmaktadır.
Bu eylem süreçlerine ciddi bir hazırlığın olmayışı, yasak savma zihniyetiyle kitle örgütü yöneticilerinin katıldığı basın açıklamaları örgütleme çalışmaları dışında pek fazla bir adım atılmamıştır. Bunu örneklendirecek olursak, 13 Nisan SSGSS karşıtı bölgesel Diyarbakır mitingi ve Diyarbakır’da bölgesel olarak yapılması düşünülen ancak gerekli ‘izin’ alınamadığından dolayı basın açıklamasına çevrilen bölgesel 1 Mayıs eyleminin örgütlenme çalışmalarında ciddi bir hazırlığın olmaması, sendika üyeleri dışındaki kitleye çağrıların yapılmaması bu eylemlere verilen önemi göstermektedir. 7 Haziran’da Van’da gerçekleştirilen Barış ve Demokrasi Mitingine katılım ve bu mitingin çalışmalarında gösterilen çaba, mitinge gidilirken konvoydaki araçlara kesilen cezaların hepsinin sendika yönetimleri tarafından karşılanması, sorgulanması ve üzerinde düşünülmesi gereken bir durumun olduğunu ortaya koymaktadır.
Burada vurgulamak isteğimiz, ulusal sorunun dillendirilmemesi değil, tam tersine sesimizin çıktığı yere kadar ulusal sorunun dillendirilmesi ama bunun yol, yöntemindeki yanlışlıkların görülmesidir. Ulusal sorunun çözümünün sınıfsal sorunların yok sayılıp sadece ulusal sorunu dillendirmekle olmayacağının anlaşılmasıdır. Burada yapılması gereken, esasın ne olması gerektiğinin iyi kavranmasıdır.
Sınıfsal mücadele içerisinde ulusal sorunun çözümünü barındırmaktadır. Ezilen ulus olma sınıfsal sömürüyü katmerleştirmek için kullanılmaktadır. Çünkü emperyalistlerin varlık temelini ekonomik faaliyetler oluşturmaktadır. Bundan dolayı kendi varlıkları ekonomik faaliyetlerinin gelişmişliğine bağlıdır. Kendilerini ekonomik olarak daha da güçlü hale getirebilmek için kendisinden olmayanları baskı altında tutmak zorundadırlar. Bu onların yaşaması için gereklidir. Emperyalistlerin varlık zemini halkların baskı altında tutulmasında ve sömürülmesinde yatmaktadır. Ülkemizde yarı-sömürge yarı-feodal sosyo-ekonomik yapısından kaynaklı emperyalizme göbekten bağlı olduğundan, ülkemizdeki uşakları da efendilerinden farklı bir yol izlememekte, onları takip etmektedirler.
Bu durum egemen sistem açısından da gayet iyi bilinmektedir ki, politikalarını sınıfsal temelde geliştirmektedir. AKP’nin 2 dönemdir seçimlerde T. Kürdistanı’nda ciddi bir oy potansiyeli elde etmesinin temel nedenlerinden birisi de budur. Bölgedeki halka ekonomik temelli yaklaşmaları AKP’nin oylarını arttırmıştır. Seçimlerden önce yapılan gıda, yakacak yardımı, işe almalar, ekmek peynir dağıtır gibi yeşil kart verilmesi bize bu tespitin doğruluğunu göstermektedir. Yine bölge halkının büyük bir umutla beklediği GAP, mevsimlik tarım işçilerinin büyük kısmını T. Kürdistan’ındaki halkın oluşturması, son dönemlerde gerçekleşen işçi eylemleri, köylülerin toprak talepleri, kuraklığa karşı yapılan kuraklık mitinglerini doğru bir şekilde analiz etmek gerekiyor. Bunlar birden ya da kendiliğinden gelişen durumlar değiller. Egemen sistemin sınıfsal temelde yapmış olduğu saldırılar sonucu ortaya çıkan sınıfsal tepkilerdir. Yalnız bu tepkiler henüz bir bilinç seviyesine ulaşmış değildir. Kendiliğinden gelişmektedir.
Bize düşen görev buradaki bilinçsizliği bilince çıkartmaktır. Kendi gerçekliğimize baktığımızda T. Kürdistanı’nda ciddi bir örgütlenme yaratabilmiş değiliz. Faaliyetimizin önemli bir bölümü üniversitelerde bulunmaktadır. Bu durum da bizim halkla olan bağımızı kısıtlamaktadır. Okulların kapanması ile beraber tatil süreci de bizler için başlamış oldu ama emekçiler için tatilden ziyade çalışma dönemi başlamıştır. Yine mevsimlik işçiler yollara düşecek, köylüler tarlalarda ekin ekecek. Bizler de bu dönemi halkla zayıf olan bağlarımızı güçlendirerek geçirmeliyiz. Zira perşembenin gelişi çarşambadan belli olur esprisindeki gibi, bu dönem uyanmaya başlayan kitleler önümüzdeki dönemlerde neler yapacağını hissettirmiş durumdadır. Gelişecek kitle hareketlerine devrimci bir yön verebilmek için şimdiden onların içerisinde olmalı, onlarla bağlarımızı kuvvetlendirmeliyiz. Süreci takip edip, analizler yapıp, yorumlar üretmek tek başına yeterli olmuyor. Aynı zamanda pratik olarak da harekete geçmemiz gerekmektedir. Zaman durağan değildir, hareketlidir. Bizim amacımız da dünyayı temellerinden sarsmak ise, tabiri caizse zamandan daha hızlı olmamız gerekiyor.
5 Eylül 2008 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder