5 Eylül 2008 Cuma

Örgütsüz gençlik hayatta söz sahibi olmayan gençliktir

Üniversiteler üzerinde son zamanlarda gündeme gelen ve YÖK Başkanı’nın ‘paralı yapalım’ açıklamasından sonra belli çevrelerce tartışma konusu yapılan üniversitelerde neler oluyor? Özellikle uzun bir süredir genel olarak eğitimi ticarileştiren politikalar süregelmekteydi. Ve son zamanlarda bu atılan adımlar biz gençler tarafından daha fazla görünür olmaya başladı. Bugüne kadar gizli kapaklı yürütülen planlar artık gün yüzüne çıkmaya başladı.
Eğitimin şu anki koşullarda da paralı olduğu bilinmektedir. Üniversitelerdeki harç parası, orta öğretim kurumlarında okul aidatları ve kayıt paraları gibi uygulamalar hali hazırda bulunmaktadır. Yalnız bu miktarlar bir şekilde bizler tarafından zorlukla verilebilmektedir. Burada amaçlanan şey ise özel üniversitelerde olduğu gibi devlet okullarına da binlerce lira vererek okumaktır. Özellikle de daha sonrası hedeflerde Yüksek öğrenimi tamamen pazara açmak başlıca hedeflerdendir.
Yüksek öğrenime yönelik YÖK daha önce bir dizi adım gerçekleştirmiştir. 2004 YÖK Yasa Tasarısı ve 2007 YÖK Stratejisi bu özelleştirme adımları olarak karşımıza çıkmaktadır. YÖK Yasa Tasarısı harç paralarının altı kata kadar çıkarılmasını hedeflemekteydi. Yine YÖK Stratejisi Yüksek öğrenimde özel sektörün payının % 7’lerden % 17’lere çıkarılmasını öngörmektedir. İşte bunlardan bağımsız olmayan bugünkü açıklamalar Yüksek Öğretim Alanını özelleştirmede yol ayrımına geldiğimizi göstermektedir. Bu politika sadece YÖK tarafından belirlenen bir durum değildir. Emperyalistlerin eğitim alanını yeniden gözden geçirmesi ve kendi değişen ihtiyaçlarına cevap olması amacıyla üniversiteleri yapılandırma sürecine gitmesi ve YÖK’ün de bu yapılandırmada yerini almaya çalışması söz konusudur. Bir anlamda YÖK’ün ülkemizde uygulamaya çalıştığı, emperyalistlerin istediği ortamı yaratmaktır.
Emperyalistlerin başlattığı Bologna Süreci olarak adlandırılan bu dönüşüm “Avrupa Yüksek Öğrenim Alanı”nın hayata geçirilmeye çalışılmasıdır. Avrupa Yüksek Öğretim Alanının ise “Avrupa Yüksek Öğretim Sektörü” veya “Pazarı” olarak okunmasında bir yanlışlık yoktur. Bu sürecin başını İtalya, Fransa, İngiltere ve Almanya gibi emperyalist öncüler çekerken, bu genişleyerek 46 ülkeye kadar ulaşmıştır. Bologna Süreci 1999 yılında başlamadan önce bu dört devletin eğitim bakanlarının bir araya gelerek Fransa’nın Sorbonne kentinde 1998 yılında gerçekleştirdikleri toplantı sonrası ilk adım atılmış oldu.

Bologna Süreci’nin Hedefleri Ve Onu Doğuran Nedenleri
· “Bilgi Avrupa’sı” ve “Güçlü Avrupa” hedefi
· “Avrupa Yüksek Öğretim Alanı” amacıyla üniversite pazarı oluşturulması
· Değişen ihtiyaçlara göre eğitimin dönüşüme uğratılması
· Hayat Boyu Öğrenim ile “yetkinlik” ve “yeterlilik” belgeleri
· Avrupa’da genç nüfusta yaşanan azalma ve üniversite talebinin düşmeye başlaması
· Kamu kaynaklarına olan “yükü” azaltmak, özelleştirmeyi hızlandırmak

“Bilgi Avrupa’sı” ve “Güçlü Avrupa” Hedefi:
Avrupa Birliği’nin kısa bir geçmişine bakıldığında ilk adım Almanya, Fransa, İtalya ve Benelux ülkeleri tarafından atılmış ve Avrupa Kömür Ve Çelik Topluluğu (1951)kurulmuştur. Ve daha sonra bu birlik genişleyerek Avrupa Ekonomik Topluluğu (1957) ve günümüzde ise Avrupa Birliği (1992) olarak adlandırılmıştır. Görülmektedir ki, bu birlik ekonomik temeli olan bir birlikteliktir ve günümüzde de öncülüğü emperyalistlerin elindedir. Ve Bologna Sürecini ele aldığımızda yine bu sürecin başlatıcıları Almanya, Fransa, İtalya ve AB dışı bir ülke olan İngiltere yer almaktadır. Ekonomik temeller üzerine inşa edilmiş bir Avrupa Birliği’nin “Güçlü Avrupa” hedefi düşünüldüğünde tüm bu hedeften bağımsız 2010’a kadar devam edecek Bologna Sürecinin bu hedefle çelişmesi yanlış olacaktır. “Güçlü Avrupa”yı yaratmak için “Bilgi Avrupa’sı” yaratmak gerekmektedir. Bilgi Avrupa’sı için de Bologna Sürecini başlatmak gerekti.

“Avrupa Yüksek Öğretim Alanı” Amacıyla Üniversite Pazarı Oluşturulması
Süreçle birlikte Avrupa Yüksek Öğretim Alanının yaratılmasının hedeflendiği açıkça belirtilmiştir. 46 ülkenin dahil olduğu bu süreçte bunun için bir takım ortaklıklar yakalamak elbette gereklidir. Avrupa’da yüzlerce çeşit farklı derecelendirme, kredilendirme, müfredat uygulamaları mevcuttur. Yüksek Öğretim Alanı yaratabilmek, bu konularda ortaklık yakalayabilmek için müfredattan, diploma derecelerine, ders kredi sayılarından daha birçok konuda ortaklık yakalanması amaçlanmaktadır. Aslında burada amaç emperyalist devletlerin yükseköğretimde uyumlaşma sonucunda birçok ülkede ve bizim gibi yüksek öğrenime talebin yüksek olduğu ülkelere gelerek üniversite açmak istemeleridir. Bir diğer deyişle Yüksek Öğretim Alanı’nda amaç üniversite pazarının oluşturulması ve bu pazarın önündeki uyum sorununu çözmektir. Bu da yüksek öğretimde ortaklıkların yakalanmasını zorunlu kılmaktadır. YÖK Başkanı’nın ülkemizde Fransa, İtalya, Almanya ve İngiltere’nin üniversite açmak için başvuruda bulunduğunu söylemesi kastettiğimiz şeyi göstermektedir. Bu dört ülke Bologna Toplantısı öncesi Paris Sorbon’da bir araya gelen dört devletin ta kendisidir. Bologna’yı inşa eden bu dört devletin pazarda göründüğü kadarıyla en aktif olmaları bizim için şaşırtıcı değildir.
Günümüzde Yüksek Öğretim Sektörüne dünyada bir yılda harcanan para trilyon dolar düzeyindedir. Ve özellikle ABD bu pazarda söz sahibidir. Yalnız bu konudaki hakimiyet giderek başka alanlara kaymaktadır. Bologna Süreci de bu pastadaki payı büyütmeye çalışmaktadır. Keza Asya da Yüksek Öğretim alanında çekim merkezi olmaya başlamıştır. Bu nedenle bu pazar giderek kızışmış ve emperyalistler arası rekabete dönüşmüştür. En zeki öğrencileri kendi ülkelerine çekebilmek o ülkelere bilimsel katkılar sunacağından önemsenmekte ve rekabet edebilmek için son derece gerekli gözükmektedir.

Değişen ihtiyaçlara göre eğitimin dönüşüme uğratılması:
Süreçle birlikte üniversiteler yeniden tanımlandı. Üniversitelerin bugünkü önceliklerinde değişiklikler yapıldı. Yüksek Öğretimin amacının kişiye ve topluma getirisinin eskide ve tali konumda kaldığı bugünkü anlayışa göre önceliğinin “iş güzü pazarına hazırlama” olduğu belirtildi. (Avrupa Yüksek Öğretim Alanı’nda Niteliklere Ait Bir Çerçeve, Şubat 2005). Aynı raporda, “İşverenler, Avrupa ülkelerindeki mevcut eğitim sistemlerinin öğrencileri iş gücü pazarına yeterli bir şekilde hazırlamadığından şikâyetçi olmaktadırlar ve bu husus Bologna Sürecinin arkasındaki itici güçlerden birisi olmuştur.” denilmektedir. Açıkça görülmektedir ki, patronlar bu sürece yön veren ve tetikleyen unsurlar arasında gösterilmektedir. Mevcut eğitim sistemi emperyalizmin bugünkü koşullarına ve ihtiyaçlarına yeterince yanıt olamamaktadır. Müfredatın oluşturulması ve içeriğinin belirlenmesi yeniden yapılandırılacak olmakla birlikte sistemin ihtiyaçlarını da gözeten bir takım uygulamalar gerçekleştirilmek istenmektedir. Bu nedenle ortaya atılan yeni bir kavramla devam edelim.

Hayat Boyu Öğrenim ile “yetkinlik” ve “yeterlilik” konusu:
Sistemin ihtiyaçlarına yanıt olabilmek için süreçle beraber yeni bir kavram da hayatımıza girmiş oldu: Yaşam Boyu Öğrenim. Yaşam Boyu Öğrenim kısaca hayattaki tüm öğrenmeleri kapsamakla birlikte pratikte bunun uygulama sahası özel kursların açılması şeklinde olmaktadır. Bu nedenle hemen hemen tüm üniversitelerde Sürekli (Yaşam Boyu) Eğitim Merkezleri açılmıştır. Buralarda sistemin ihtiyaçlarına yanıt olabilmesi çeşitli alanlarda kurslar verilmekte bunun sonucunda da sertifika verilmektedir. Bu kurslar kitlelere değil bireylere hitap etmektedir ve paralıdır. Bu nedenle kamusal bir eğitim amacından ziyade kurs parasını verebilecek herkese açık olabilmektedir. Bu sayede kişiler kendilerini ne kadar donatırlarsa patronlar tarafından da o kadar aranır durumda olacaklardır. “Yetkin” ve “yeterli” olduklarını belirlerlerse o kadar tercih edilen olacaklardır. Ülkemizdeki Mesleki Yeterlilik Yasası ve Yetkin Mühendislik uygulamaları buna işarettir. Kişilere unvanlar verme yerine Hayat Boyu Öğrenim adı altında kurslarla, programlarla “yeterlilikler ve yetkinlikler” verme amaçlanmaktadır.
Elinizde ne kadar belge varsa esnek çalışmaya da o kadar yatkınsınız demektir. Bu da birçok işten anlayabilen bir diğer deyişle esnek çalışmaya uygun işçi çalıştırmak için gereklidir. Ve elinizde ne kadar sertifikanız varsa o kadar tercih edileceksiniz. Bu uygulamayla birlikte ucuz iş gücü hemen hemen tüm meslek dallarında büyüyecektir. Yetkinliği olmayanlar asgari ücret koşullarına razı edileceklerdir. İşsizlik giderek tırmanacaktır. Yetkinlik yoksa, aş da yok, iş de.

Avrupa’ da genç nüfusta yaşanan azalma ve üniversite talebinin düşmeye başlaması:
Avrupa’nın bugünkü nüfusunun önümüzdeki yaklaşık yüz yıllık dönemde artmayacağı ve aksine gerilemeye başlayacağı öngörüsü emperyalistleri için belirli sıkıntıları da doğurmaktadır. Bunlardan birisi ise genç nüfusta yaşanan daralma ile talebin azalacağı düşüncesidir. Kendi ülkemizde ise tam aksine genç nüfus giderek artmakta üniversiteye olan talep ise 1.5 milyon kişi seviyelerine ulaşmaktadır. Elbette bu emperyalistlerin iştahını da kabartmakta ve ülkemizde üniversite açmak istemekteler. Bu nedenle genç nüfusu fazla olan ülkeler ciddi anlamda üniversite talebinin de yüksek olduğu ülkelerdir. Özel üniversitelerin önündeki bir takım engellerin kaldırılması ve bu alanın da ileride sektör haline getirilmesi kaçınılmaz gibi gözükmektedir. Bu nedenle kapıları yüzüne çevrilecek olan milyonlarca genç için en önemli sorun işsizlik olacaktır.

Kamu kaynaklarına olan “yükü” azaltmak, özelleştirmeyi hızlandırmak
Üniversitelerin vazgeçilmez konumları aynı zamanda buralarda sunulan eğitimin görece tüm diğer eğitim alanlarına göre devletlere olan maliyetinin çok yüksek olması buraya aktarılacak kaynak sıkıntısını da gündeme getirmektedir. Paralı eğitimin altında yatan temel mantık da budur. Sosyal güvenlik, sağlık gibi alanların reforma uğratılarak giderek piyasalaştırılması, devlete olan “yüklerinin” azaltılması, buraya aktarılacak kaynakların kısılması eğitim alanını da aynı noktaya çekmektedir. Sağlık ve eğitim gibi en temel haklarımız piyasanın ellerine teslim edilmekte ve birer hak olmaktan çıkmaktadır. Ne kadar paranız varsa, o kadar eğitim ve o kadar sağlık hizmeti.
Yüksek Öğretimin piyasalaştırılması ile birlikte harç paralarında astronomik rakamların isteneceği şüphesizdir. Yüksek Öğretimin sektörleşmesi demek bu alanda rekabet olgusunun ortaya çıkması anlamına gelmektedir. Özel üniversitelerle devlet üniversitelerinin rekabet edebilmesi için devlet üniversitelerinin daha da paralı hale getirilmesi kaçınılmaz gözükmektedir.

Ne Yapmalıyız?
İşsizliğin kol gezdiği, çığ gibi büyüdüğü koşullarda gençlik kaderine terk edilmektedir. Geleceğimizi bu kadar ilgilendiren mesleki yasalar, eğitim reformları gerçekleştirilirken bu dönemin nasıl evrildiğine baktığımızda artık en temel haklarımızın elimizden alındığını görmekteyiz. Hakkı alınan, geleceği çalınan gençliktir. Üzerinde planlar yapılan gençliktir. Bu planlar bir kısım gençliğe yani küçük bir azınlığa refah sağlamayı vaat ediyorken diğer tarafta milyonlarca gençliği dibi belirsiz bir kuyunun içine atmaktadır. Bu kuyu geleceğinin ne olacağından habersiz, iş güvencesiz, sigortasız, koşullarda yaşam mücadelesi vermek zorunda bırakılan gençliğin gelecekte kendini bulacağı yerdir. Bu gelecek emekçi halkımızın çocuklarına sunulan gelecektir. Yalnız geleceğimiz üzerine plan yapanlar biz gençlerin söz sahibi olmadığımız koşullarda istedikleri kararları alarak bu planları yapmaktadırlar. Bugün gençlik örgütsüz yığınlar halindedir. Aynı zamanda muazzam bir örgütlenme potansiyelini de içinde barındırmaktadır. Örgütsüz bir gençlik aynı zamanda hayatta söz sahibi olamayan bir gençliktir. Örgütsüz bir gençlik geleceğine yön veremeyen bir gençliktir. Bugün örgütsüz olduğumuz için geleceğimize yön verenler hep başkaları olmaktadır. Sistem gençlik üzerinde onu ilgilendiren tonlarca karar almakta yalnız bizler kendi geleceğimizi hakkında söz sahibi olamamaktayız. Bizler söz hakkımızın olabilmesini istiyorsak, kaderimizi başkalarının belirlemesine göz yummak istemiyorsak, örgütlenmeliyiz ve örgütlendikçe söz sahibi olan bir gençlik yaratabileceğiz. Kimse bize altın tepsiyle iyi bir gelecek armağan etmiyor. Emperyalizme bağımlılık koşullarında sömürü koşullarının artması, yoksulluğun giderek tırmanması bizlere iyi bir gelecek değil aksine kötü bir gelecek bırakmaktadır. Onların bize sunduğu gelecek paran kadar eğitim, paran kadar sağlık, paran kadar iyi bir hayattır. Hayatımız ve geleceğimiz hakkında söz sahibi olmak istiyorsak mücadele etmekten ve örgütlenmekten başka çıkar bir yol bulunmamaktadır

Hiç yorum yok: