24 NİSAN VESİLESİYLE
Ermeni Soykırımını unutmayacağız!
“Nehirde su yerine kan akıyor ve binlerce masum çocuk, kabahatsiz ihtiyar, aciz kadınlar, kuvvetli gençler bu kan cereyanı içinde ademe* doğru akıp gidiyordu.” diye yazacaktı eski Halep Valisi Celal Bey, bu vahşi soykırımın sadece Konya’daki yüzünü anlatırken anılarında.
Çeşitli liberal aydınların, Ermenilerden Özür Dileme İmza Kampanyası ve TC Cumhurbaşkanı’nın Ermenistan’a ziyaretiyle ülke kamuoyunda geçtiğimiz aylar içerisinde tartışılan Ermeni Soykırımı yeniden onlarca yalan ve ikiyüzlülük örneğinin bu tarihsel kara sayfanın yanına eklenmesine neden oldu.
Henüz doğmamış çocukların yaşam haklarının çalındığı bir kırım, çocuk ve kadın bedenlerinden ceset tepelerinin yükseltildiği bir kırım; tarihin en büyük acılarına çığlık çığlığa tanıklık edilmek, dahil edilmek zorunda bırakılan bir halk ve faşizmin kokuşmuş yalanları… Katledilen ve katledilecek olan her Hrant’ta, 6-7 Eylül’lerde, Maraşlarda, Sivaslarda, 12 Martlarda, Dersim 38’lerde, Kürt katliamlarında, 77’lerde, açılan ve açılması tarih boyunca mümkün olmayacak “Ergenekon” kuyularında… Görmeye “alışık” olduğumuz ve görmeye tahammül etmeyeceğimiz, aynı pencereden bizlere izletilen ‘farklı manzara’ kareleri…
Ne bir özür borcumuzun olduğu, ne de özür borcu olanların(!) verilecek bir özürle bu kara lekeyi temizleyemeyecekleri bir 24 Nisan sabahına, soykırımdan 94 yıl sonra yeniden gözlerimizi açacağız bu yıl. Yanı başımızda yeni katliamlar, gözyaşları, yanı başımızda yüreklerde bilenen umut, zihinlerde yetişen hesap sorma bilinci ile…
Soykırım
Osmanlı Devleti’nde I. Dünya Savaşı esnasında Jön Türkler iktidarı döneminde ve öncesinde II. Abdülhamid döneminde yaşanan Ermenilere dönük katliamların tümü yaşanan Ermeni Soykırımı’nı tanımlayan süreçtir. Fakat yaşanan tüm bu katliam süreci içerisinde (1894-1915) esas olarak kitlesel kıyımların başlatıldığı yıl 24 Nisan 1915 ile fiiliyata geçmiştir. Bu yıl ve öncesinde yaşanan olaylara paralel olarak, 1915 Şubat ayından itibaren Osmanlı ordusundaki Ermeniler silahsızlandırıldı. Birçok kentte Ermeni toplumunun ileri gelenleri tutuklandı. 24 Nisan 1915'te İstanbul'da Ermeni toplumunun önde gelen 2.345 ismi tutuklanarak Anadolu'ya sürüldü. Bunlar arasında siyasi militanların yanında milletvekilleri, tanınmış yazar ve şairler, sanatçılar, din adamları ve işadamları da vardı. Sürülenlerin çoğu sürgünde öldü veya öldürüldü. 24 Nisan, günümüzde bu nedenle Soykırım Günü yada başlangıç tarihi olarak anılmaktadır.
Osmanlı Devleti I. Emperyalist Paylaşım Savaşı öncesinden itibaren sistemli bir biçimde gayrimüslim azınlığı ve bunlar içerisinde de Anadolu topraklarında en fazla nüfusu kaplayan Ermenileri bilinçli ve sistemli bir devlet politikası dahilinde katletmiştir. Bu nedenle yaşanan olaylar her türlü yalan ve çarpıtmaya rağmen bir soykırımdır. Gerçekleşen olaylar, katliamın boyutu ve tarihsel belgeler tarihsel bu gerçeğin çarpıtılmasına yer vermeyecek kadar nettir.
1891 yılında dönemin Osmanlı Sultanı II. Abdulhamid tarafından büyük bir çoğunluğu Sünni Kürt aşiretlerinden oluşturulan Hamidiye Alayları (daha geniş bilgi için bkz. Büyük Osmanlı Entrikası: Hamidiye Alayları, Kemal Süphandağ, Komal Yayınları) T. Kürdistanı’nın kuzey bölgelerinde korkunç katliamların altına imza atmışlardır. Bu dönem boyunca genelde Gayrı Müslim tebaa özelde ise Ermeniler üzerinde uygulanan ağır vergiler, katliam yağma yoluyla beslenmiş ve bir yandan sürgün yolu hazırlanmaya çalışılmış; ülkelerini terk etmek istemeyen Ermeniler göçe zorlanmış diğer yandan yaşanacak soykırımın zemini hazırlanmıştır. 1895’teki olaylar ayaklanma teşebbüsü olarak kabul edilmiş büyük katliamlara girişilmiş ve 94-96 arası dönem Hamidiye Katliamları olarak tarihe düşmüştür. Ardı sıra 1909’taki Adana olaylarında yine çok sayıda sivil Ermeni katledilmiştir.
I. Emperyalist Savaştan önce iktidarı ele geçiren İttihat ve Terakki Cemiyeti Ermenilere dönük katliamlarda Abdulhamid’den devralınan bayrağı sistemleştirip daha da ileriye taşımış ve tarihe düşülen bu kara lekede en büyük payın sahibi olmuştur. İttihat ve Terakki ilk iş olarak soykırımı planlamak ve yönetmek üzere özel bir birim olan Teşkilat-ı Mahsusa’yı kurmuştur.
İttihat ve Terakki iktidarı 2 Ağustos 1914’te seferberlik ilan etmiştir. Seferberlikle birlikte önce 20-45 yaş grubu Ermeniler askere alınmış ve ardından askerî taşımacılıkta kullanılmak üzere 15-20 ve 45-60 yaş grupların askere alınmıştır. Ve böylelikle gelişebilecek her türlü direnişin önü alınmıştır öncelikle. Öte yandan Cemiyet, aynı günün gecesi Eşref Kuşçubaşı şefliğinde Teşkilat-ı Mahsusa’yı oluşturmuştur. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Merkez-i Umumi’de alınan bu kararla Eşref Kuşçubaşı’nın bu örgütün başına getirilmesi boşuna değildir. Çünkü adı geçen şahsın “Anadolu’da gayrı Türk unsurları tasfiye” şeklindeki planı dahilinde soykırım gerçekleşecektir. Bu konu faşist cemiyet kadrosu için stratejik öneme sahiptir. Cemiyet sözcülerinden Hüseyin Cahit Yalçın’a göre yurdun Ermenilerden arındırılması kararı “müthiş ve memleket için zaruri olduğu sarahatle anlaşılan” bir karardır. Bu karara öylesine sarılınmış tır ki, Enver Paşa’nın amcası Halil Paşa (Kut) anılarında "Vatanımın en korkunç ve acı günlerinde vatanımı düşmana esir olarak tarihten silmeye kalktıkları için" Ermeni Milletini son ferdine kadar yok etmeye çalıştığını yazmıştır. Teşkilât-ı Mahsusa birliklerinin insan kaynakları ise Hamidiye Alayları geleneğinden Kürt aşiretleri, mahkumlar, Kafkas ve Rumeli göçmenleri olmuştur.
Çeşitli belge ve anılarla bu birliğin gerçekleştirdiği katliamlar belgelenmiştir. Teşkilat-ı Mahsusa, Ermeni köylerini, kasabalarını yakma, önde gelen Ermenileri katletme, Ermeni isyanlarını bastırma vb. görevlerin dışında Tehcir sırasında da göç halindeki halka dönük katliam, yağmalama vb. birçok görevde kullanılarak soykırım boyutlandırılmıştır. Daha henüz teşkilatın oluşturulduğu Ağustos ayında, Kafkas sınırlarında Ermeni köylerine, siyasi ve dini liderlere yönelik saldırılar ve katliamlara başlanmıştır. Erzurum'da Bahattin Şakir’in kurduğu çetelere Hasan İzzet Paşan'nın emriyle 9. Kolordu'ya bağlı birliklerden en güzide subay ve Erzurum'un en “babayiğit gençleri” verilmiştir. Almanya'nın Erzurum Konsolosunun raporuna göre, birliklerin Ermeni köylere baskın öldürme ve soygun yaptıkları raporlanmıştır.
Kafkasya'da Teşkilât-ı Mahsusa birlikleriyle birlikte görevde bulunan ve bunları “caniler” olarak tanımlayan Alman subay Louis Mosel bölgede görev yapan Jön Türk komitesinin işten el çekmesini istemiştir. Van civarında görevli Alman subay Friedrich-Werner von der Schulenburg, Büyükelçi Hans von Wangenheim’e komitenin bölgedeki bu tür eylemlerine son verilmesi için çağrılarda bulunmuştur. Cephedeki yenilgiler, özellikle Sarıkamış Hezimeti'nden sonra Teşkilat-ı Mahsusa birliklerinin büyük bir kısmı kaçmış ve sadece Ermeni köylerde değil Müslüman köylerde de talan ve yağma yapmıştır.
Verdiğimiz bu bir kaç örnek bahsi geçen birliklerin niteliğini ve gerçekleştirilen olayları anlatmaya yetmektedir.
Seferberlikten sonra yaşanan olaylarla beraber Osmanlı Devleti 16 Aralık 1914 tarihli bir tebliği ile Ermeni ıslahatı için 8 Şubat 1914'te imzalanmış Yeniköy Anlaşması'nın geçersiz olduğunu ilan etmiştir. 24 Nisan fiili tehciriyle beraber tehcirin resmileşmesi gündeme gelmiş ve 27 Mayıs 1915'te çıkarılan bir Kanun-ı Muvakkat (geçici yasa) ile yerel mülki ve askeri yöneticilere, uygun görecekleri kişileri geçici olarak başka yere naklettirme yetkisi verilmiştir. 30 Mayıs günü Meclis-i Vükelâ (Bakanlar Kurulu) kararıyla tehcir süresiz hale getirilmiş, bunu izleyen aylarda Anadolu'nun Ermeni nüfusunun büyük bir kısmı kafileler şeklinde yola çıkarılarak Suriye Çölü'ndeki Deyrizor'da kurulan toplama kamplarına sevk edilmiştir. Kafilelere katılanların önemli bir bölümü ya yolda ölmüş veya öldürülmüştür. Çöldeki bir kampın bu büyüklükte bir kalabalığı barındırması söz konusu olmadığından, Deyrizor'a varanların bir bölümü de açlık veya hastalıktan ölmüştür.
Çıkarılan tehcir yasasında Ermenilerin malları ve canlarını güven altına alacağına dair onlarca sözde yasa çıkaran, Ermenilere dönük gerçekleştirilecek her türlü yağma ve katliam için ağır cezalar vereceğini bol keseden beyan eden Osmanlı yönetimi bir milyona yakın Ermeni’yi bu çöle sevk ederek bilinçli bir soykırım politikası gütmüştür. Görüldüğü gibi hem Abdulhamid döneminde hem de direkt tehcir zamanında gerçekleşen olaylar bir bütün olarak incelendiğinde olayın bir soykırım olduğu, bütün çıplaklığıyla resmi ve sistemli bir devlet politikası olduğu ortadır. Bu durumu anlamanın bir başka yolu da Osmanlının devamı durumundaki ve özelde ise İttihat ve Terakki kökenli kadroların kurduğu TC’nin Ermeni Soykırımı konusundaki resmi tavrından anlamak mümkündür. Yaşanan soykırımdan sonra TC sınırları içerisinde kalan az sayıdaki Gayrı Müslime dönük gerçekleştirilen çeşitli katliamlar (15-16 Eylül, Hrant Dink) ve baskılar da bu fotoğrafın bir başka yüzüdür.
Faşist TC’nin de kendi resmi belgelerinde Soykırım çeşitli biçimlerde ifade edilmiş yer yer savunulmuştur da. Keza eski Milli Eğitim Bakanlarından Yusuf Hikmet Bayur, 1928'de Yarbay Nihat tarafından Türkçeye çevrilip Genelkurmay Yayınları’nca yayımlanan La Guerre Turgue dans la Guerer Mondiale adlı eserindeki "Savaşla İlgili Osmanlı Kayıplar Tablosu”nda, Anadolu, bundan manada, Vilâyat-ı Şarkıye Müslümanlarından savaş işlemleri yüzünden veya mülteci olarak 500.000’ini kaybetmiştir. 800.000 Ermeni ve 200.000 Rum’da katl ve tehcir yüzünden veya amele taburlarında ölmüştür...” kaydını aktararak katliamı doğrulamak gerektiğine vurguda bulunmuştur. Yine Ahmet Refik 1919'da yayımlanan İki Komite İki Kıtal adlı eserinde İttihatçıların Ermenileri imha etmek ve bu surette Vilayat-ı Sitte** meselesini ortadan kaldırmak istediğini aktarmıştır.
Bursa milletvekili Hasan Fehmi Bey (Kolay), 17 Teşrinievvel 1336 (17 Ekim 1920)'de TBMM'nin gizli oturumunda:“Tehcir meselesi, biliyorsunuz ki dünyayı velveleye veren ve hepimizi katil telâkki ettiren bir vaka idi. Bu yapılmazdan evvel âlem-i nasraniyetin bunu hazmetmeyeceği ve bunun için bütün gayz ve kinini bize tevcih edeceklerini biliyorduk. Neden katillik unvanını nefsimize izafe ettik? Neden o kadar azim, müşkül bir dava içine girdik? Sırf canımızdan daha aziz ve daha mukaddes bildiğimiz vatanımızın istikbalini taht-ı emniyete almak için yapılmış şeylerdir.”diye konuşarak Soykırımı kabul etmekle kalmayıp onun meşruluğunu savunmaya cüret edebilmiştir.
Yine aynı dönemde Ermeni temsilcilerince çeşitli emperyalist devletleri yaşanan katliamlara göz yummamaya çağıran mektuplar ya görmezlikten (Ermeni Başpsikopusunun Amerika ve İngiltere elçiliklerine gönderdiği mektup) gelinmiş ya da Çarlık Rusya’sı örneğinde olduğu gibi kendi emelleri (işgal) için kullanılmıştır. Bu yönüyle gerçekleştirilen Soykırımda emperyalist devletlerin payı da görülmelidir.
Yaşanan soykırımı belgelemenin bir başka yolu ise aynı dönemde Ermeni Nüfusuna dair yapılan sayımlardan yola çıkarak mümkündür: 1914 Osmanlı nüfus sayımına göre imparatorluk topraklarında yaşayan Ermeni sayısı 1.295.000'dir. (Bu nüfusun tamamına yakını bugünkü Türkiye sınırları içindedir.) Ermeni Kilisesinin vergi kayıtlarına dayalı 1913 istatistiğine göre bu rakam 1.914.000 olmalıdır. Batılı kaynaklarda genellikle 1.600.000 ile 1.800.000 arası sayılara rastlanır. Cumhuriyet döneminin ilk nüfus sayımı olan 1927 nüfus sayımında Türkiye'nin Ermeni nüfusu 100.000 civarında gösterilmiştir. Güvenirliliği tartışılabilir olan tüm bu kaynaklardan yola çıkarak bile soykırıma tabii tutulan kitlenin 1.000.000’dan fazla olduğu görülecektir. Fakat resmi ideolojinin en kafatasçı kurumlarından TDK’nın geçtiğimiz dönemki başkanı Prof.(!) Hallaçoğlu, Kürtler ve Alevilere dair yaptığı birçok deli saçması açıklamaya ek olarak tehcire uğrayan nüfusu 56.000 dolaylarında gösterebilmektedir.
Tüm bu gerçekler ışığında 24 Nisan karanlığa sürüklenen bir halkın kaderinin tarihi ve lanetle anılması, hesabı sorulası bir gündür. Gerçekleştirilen bu katliam Hitlerin Yahudi soykırımına ilham olacak kadar boyutlu sistematik ve planlıdır. Ve tarih ezilenlerin mahşeri kalabalıklarının soracağı hesaplar arasına bu günü de eklemiştir. İttihat ve Terakki’den devralınan katliam bayrağı, Kemalist faşizmin elinde bugün Kürt Halkı’nın, Alevilerin, emekçilerin üzerinde gezdirilmektedir. Biz genç devrimcilerin bu tarihsel gerçeği böyle kavraması gerekmektedir. Ve tarih ironilerle doludur: tıpkı 24 Nisan Soykırımının gerçekleştiği bu toprakların, bu lanet günlerini sahipleriyle beraber tarihin en karanlık sayfalarına gömecek olan 24 Nisan güneşine aynı toprakların analık etmesi gibi…
* ölüme
** Altı Vilayet(il): Osmanlı Devleti’nde, Erzurum, Van, Harput, Sivas, Bitlis ve Diyarbakır’ı içine alan altı ile verilen genel ad.
Not: yazıda geçen tüm bilgiler için www.wikipedia.org sitesinden, www.taraf.com.tr sitesinde Ayşe Hür arşivinden ve Büyük Osmanlı Entrikası Hamidiye Alayları, Süphandağ Kemal, Komala Yayınları kitabından yararlanmıştır.
26 Nisan 2009 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder