26 Nisan 2009 Pazar

DENGE CİWANE

KÜRT ULUSAL SORUNUNDA YENİ AŞAMA

15 Şubat tarihinde Abant Platformu’nun Hewler’de yaptığı 18. toplantıyla beraber ulusal sorunun, yeni olduğu kadar süreç açısından ilginç gelişmelere gebe duruma geldiği görülmektedir. Toplantı sonrası ülke gündeminde yürütülen tartışmalarla beraber düşünüldüğünde Ulusal Harekete yönelik kapsamlı bir tasfiye planının devreye sokulduğu ortadadır. Abdullah Gül’ün Irak Kürdistanı’nı ziyaretinde “ İyi şeyler olacak” demesi ya da Erdoğan’ın “Terörü yeniden tarif etmek gerekir” vurgusu bu duruma açık delil teşkil etmektedir. PKK şahsında silahlı mücadelenin tasfiyesi tartışması; Hewler’deki toplantı yada Gül’ün Irak ziyareti ile hararetlense de tasfiye planı bu süreyle sınırlı değildir. Pratik olarak TRT 6’nın yayına girmesiyle başlayan süreç, birkaç büyük üniversitede Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümünün açılacak olması vb. girişimler/açılımlarla beraber sürmektedir.
Tasfiyenin teorik olarak egemenlerin sürekli gündeminde olma gerçekliğinin yanında tasfiyeciliğin yoğunlaşmış biçimde 5 Kasım 2007’de G. Bush ve Erdoğan arasında yapılan görüşmeyle başladığı söylenebilir. Keza, kısa bir süre sonra sınır dışı operasyon tartışılmış ve meclisten karar olarak çıkmıştır. Operasyondan ciddi bir mağlubiyet alarak çekilen TC ordusunun gerilla ile “baş edemeyeceği” daha açık ve tekrarlayan bir biçimde ortaya çıkmıştır. Ardından gelen Oramar ve Bezele baskınlarıyla psikolojik üstünlük PKK’ye geçmiştir. Sınır dışı operasyona KDP ve KYB göstermelik tepkiler vererek göz yummuşlardır. ABD icazetli askeri operasyonlarla PKK’nin komuta merkezine müdahale edilmeye çalışılmış; fakat büyük bir başarısızlık elde edilmiştir. Askeri anlamda istediğini elde edemeyen egemenler, 2009’dan itibaren yine emperyalist patentli olan; fakat bu sefer askeri yöntemler dışındaki yöntemleri kullanarak tasfiye planlarını sürdürmektedirler. Sürecin politik adımlarının bu döneme denk getirilmesinin tesadüf olmadığı ve belli başlı nedenlerinin olduğu ortadadır. Bu nedenlerin aleni olanlarını sıralayacak olursak;
- Tasfiye planı ABD merkezli olduğundan, ABD’nin sürece daha aktif katılabilmesi için ABD’deki başkanlık seçimlerinin sonuçlanmasının beklenmiş olması,
- Tasfiye planının hizmet ettiği nokta olarak kısa dönem içerisinde Irak’tan çekilip Pakistan’a yöneleceğini ilan eden ABD’nin; geride bıraktığı bölge açısından PKK’nin tehlike arz eden potansiyelini ortadan kaldırma ihtiyacı, “Dikensiz gül bahçesi” hedeflenmesi,
- Türkiye açısından ise; ekonomik krizin ülkede yarattığı tahribatla birlikte AKP’nin krize “aldırmaz” tutumu ve T. Kürdistanı’nda izlediği “hırçın” politika nedeniyle gittikçe güven kaybeden AKP’nin oy kaybetmesinin bir nebze de olsa önüne geçilmesi.
Seçim öncesi TRT 6’nın yayına girmesi ve bölgede bunun çokça propagandasının yapılması bu amaca hizmet etmektedir. TRT 6’nın yayına girmesini mecliste ayarsız bir Kürtçe ile ilan eden Erdoğan, Meclis Grup Toplantısı’nda konuşmasını Kürtçe yapan Ahmet Türk’e çıkışarak; Kürtçe konuşulacaksa bile bunu sadece egemenlerin yapabileceğini belirtmiştir adeta. Keza Kürtçe ile ilgili yapılan açılımların samimiyetsizliği, gösterilen tavırlardan kaynaklı açığa çıkmıştır. (Hapishanelerde Kürtçe konuşma yasağının sürmesi, Dicle Üniversitesi’nde anadilde eğitim talebi için yürüyüş yapan öğrencilerin tutuklanarak 27’şer yıldan yargılanması vb.) Kaldı ki bölgedeki seçmen de bunların seçim yatırımı olduğunu görmüş ve seçimlerde tavrını da buna göre belirlemiştir. Bu yöntem 2007 seçimleri öncesiyle benzerlik taşımaktadır. 2007 seçimleri öncesinde de AKP Kürt sorununun çözümüne yönelik bolca söylemlerde bulunmuş ve prim elde etmeye çalışmıştır.
Zamanlamaya ilişkin nedenlerden bahsettikten sonra biraz da emperyalist patentli tasfiye planına değinmek gerekir. Bu plan bir dönem Clinton’un danışmanlığını yapan Henri J. Barkey’in, “Kürdistan Üzerinde Çatışmayı Önleme” başlığını taşıyan rapor çerçevesinde tasarlanmaktadır. 90’lı yıllardan beri bu konu üzerinde çalıştığını belirten Barkey; raporunda PKK yöneticilerinin Avrupa’ya gönderilmesi, genel affın çıkarılması, kültürel anlamda açılımların sunulması gibi noktalar üzerinde durmaktadır. Abant Platformu’nun toplantısı da bu çerçevede yapılmıştır. Önümüzdeki günlerde yapılacak olan Kürt Konferansı da yine bu raporla ilgilidir.
Gül’ün Irak ziyaretinin ve Talabani’nin açıklamalarının sürece nasıl tekabül edeceğini doğru okumak gerekir. Gül’ün, Irak Bölgesel Yönetimi ile resmi olarak görüşmesi ve Kürdistan sözünü kullanması açık bir şekilde şu mesajı vermektedir: “Ben resmen seni tanıyorum, sen de beni PKK’ye karşı destekleyeceksin.” Bu mesaj Talabani tarafından doğru okunmuş olacak ki PKK’ye silah bırakma ya da Irak topraklarının terki seçenekleri tehditkar bir şekilde bildirilmiştir. Gelinen aşamada Talabani’nin açıklamaları, uzlaşmanın düzeyini göstermektedir. Gül’ün çözüm çağrılarında bulunmasının samimiyetsizliği bilinen bir gerçeklik olsa da Irak Bölgesel Yönetimi’nden “ no man’s land” (insansız bölge) talebinde bulunması dikkat çekicidir. “Ya çözüm için yardımcı ol ya da Kuzey Irak’ı insansızlaştır, ben de istediğimi yapayım.” tehdididir.
Egemenlerin, evvelden beri adı zaten Kürdistan olan toprakları lütuf bahşedercesine adıyla anma “cesareti” bile Gül’ün Türkiye topraklarına dönmesine kadar sürmüştür. Gül, Kürdistan deyip demediği ile ilgili yuvarlama açıklamalar yapsa da bu konuyu köşe yazarlarının çokça işlediği görülmektedir. Sistemin kendi tabularına biçim verebilecekleri sistemin kalemşörleri tarafından da dile getirilmektedir. “Kürdistan deyimi kullanılmamalıydı iddiasında değiliz. Zamanı gelince elbette kullanılır.” (Oktay Ekşi) İşte şovenizmle harmanlanmış, burjuva çıkarcılığının tipik tezahürü.
Tasfiye sürecinin PKK’yi ya da Öcalan’ı muhatap almayı doğuracağı ihtimal dahilindedir. Bu, sistem tarafından her ne kadar kabul edilemez olsa da egemenlerin çıkarları bu durumu zorunlu kılabilir. Bu teze ilişkin faşist köşe yazarının tespiti ilgi çekici mahiyettedir. “Tahminim, Türkiye resmi düzeyde hiçbir zaman bu tezinden vazgeçtiğini söylemeyecektir.” ( Ertuğrul Özkök)
Önümüzdeki günlerde Kürt Konferansı yapılacaktır. Konferansta Barkey’in raporu doğrultusunda PKK’nin aleyhine karar aldırtılmaya çalışılacaktır. Nitekim Abant Platformu’nun toplantısının açılış konuşmasını yapan Mümtazer Türköne, yakınlarda yapılacak konferansta PKK’ye silah bırakma dayatması yapılacağını ve bunun PKK’nin tasfiyesi için önemli bir adım olacağını söylemektedir. Bu kararların, Talabani ve Barzani’nin desteğiyle birlikte PKK üzerinde baskı kurulmaya çalışılarak hayata geçirilmesi düşünülmektedir.
Tasfiye planını boşa çıkarmak, başka bir deyişle bu sürecin nasıl yönlendirileceğini büyük oranda Ulusal Hareket belirleyecektir. Tasfiyeciliği boşa çıkarmak, silahlı mücadelenin meşruluğunu savunmak, Ulusal Hareketin sorumluluğunda olduğu kadar devrimci hareketin de sorumluluğundadır.

Hiç yorum yok: