ÖRGÜTLÜ GÜÇ VE KOLEKTİVİZM
Mevcut sistem bireye, tüm şaşalı aksi söylemlerine rağmen, önemli bir güvensizlik aşılar. Bu güvensizliğin en önemli nedeni, herkesin kendi çıkarını düşündüğü ve doğal olarak başkasının mutluluğunu önemsemediği görüşlerinden beslenmektedir. Mutluluğun, zenginliğin, refahın, başarının, kariyerin; fırsatları doğru değerlendirenlerin, zeki ve girişimci olanların ulaşabileceği sonuçlar olduğunu telkin eden egemen sistemin bireyciliği, bencilliği kutsadığı açıktır. “Mevcut sistemde herkesin zengin olması mümkün olmadığına göre bazıları yoksul olmak zorundadır. Eğer fırsatları doğru değerlendirirsen neden daha iyi bir yaşam yaşamayasın ki?”
Fırsatları doğru değerlendirmek, en yakınındaki kişiye bile güvenmemekle mümkündür. İşte egemen sistem, bu sayede, hayatta kişinin yalnız olduğunu sürekli hatırlatarak, üzerine kurulduğu değerlerin en yoz olanlarından birisini, bencilliği, her seferinde ön planda tutar. Paylaşımın ve kolektivizmin kendi sonunu getiren değerler olduğunu bilir. “Yalnız birey güçlü bireydir”, “sadece kendine güven” diyerek, aslında güçsüz, örgütsüz ve statükoyu parçalama cesareti olmayan bireyler yetiştirmeye çalışır.
Kolektivizm ve örgütlülük konusu, soyut kavramların ötesinde bir anlam taşır. Bu anlam, sadece birlikte iş yapmakla bir tutulamayacak kadar önemlidir. Biz devrimcilerin sisteme karşı sürekli vurguladığı kolektivizme karşı egemenlerin sürekli yalnızlaştırma saldırısı yapmasının nedeni de budur. Yalnızlaştırmak ve güçsüzleştirmek, sistemin tersinden (kolektivizmden) öğrenerek hayata geçirdiği ve her alanda karşımıza çıkan en önemli sorunlardan birisidir.
Örgütlü yaşamda da kolektivizm birçok sorunun çözümü açısından kilit bir noktada dururken, bencillik ve bireycilik sorunların büyümesine, çözümsüzlüğe neden olmaktadır. Devrimcilik, en temel anlamıyla “iş ortaklığı”dır. Aynı amaç doğrultusunda bir araya gelen bireylerle oluşan örgütlülük, bu en temel işlevin yerine getirilmesi için yeterlidir. Ancak devrimcilik, başka her şeyin dışında salt kendi uğraşı alanıyla ilgili olmayan, bilakis yaşamın her alanına uzanan bir iştir. Eğer yaşamın her alanında politika ve sınıf mücadelesinin, ideolojik saflaşmanın izleri varsa o halde devrimcilik belirli mesai saatleriyle sınırlı olmayan, hayatın tamamını kapsayan bir faaliyettir.
Daha önceki onlarca yazıda birlikte iş yapmanın önemine vurgu yapıldığını biliyoruz. Ancak devrimcilik, tam da yukarıda saydığımız nedenlerle birlikte iş yapmaktan çok daha fazla anlam taşır. Ne sıradan iki iş ortağının arasındaki bağ ne iki arkadaş arasındaki paylaşım ne de bir araya toplanmış bir okul dolusu öğrenci arasındaki ilişki, anlatmaya çalıştığımız bu kavramı tanımlamaya yetmeyecektir. Örgüt, hem öğrenilen hem öğretilen, hem sırların paylaşıldığı hem hataların uyarıldığı, hem üzüntünün birlikte duyumsandığı hem de sevincin doyasıya yaşandığı bir toplamdır. Örgütlü yaşam bu nedenle her şeyden daha fazla kolektivizme ihtiyaç duyar.
Birlikte iş yapmak kadar paylaşmak, sorunların üzerine birlikte gitmek ve güvenmek de örgütlü yaşam için vazgeçilmezdir. Egemen sistemin bireyci, benmerkezci saldırılarına karşı kolektivizme dayalı bir güç olabilmek, “devrim mümkün müdür?” sorusunun da berrakça cevaplanmasını sağlayacaktır. Sistemin örgütsüzlüğün güçsüzlük olduğunu bilerek devrimin mümkün olmadığını beyinlere kazıma çabasına ancak kitlelere ve yoldaşlarına güvenen devrimci birey karşı durabilir. Bu güvenin her sarsılması, örgütlülükten uzaklaşmak anlamına da gelmektedir.
Kolektivizm, bireyin varlığını, bireyin önemini reddeden bir konu değildir. Nihai olarak sağlıklı bir kolektif, sağlıklı bireylerin birleşiminden oluşur. Ancak birey olmakla bireyci olmak arasında fark vardır. Kolektivizmin vurguladığı birey, tek başına kaldığında dahi yolunu bulabilen, güçlü bireydir. Bireyci ise, hayatın ve örgütün merkezine kendisini koyar, bu benmerkezciliği sonucunda “ben olmazsam iş olmaz” anlayışına sahip olur. Bireyci ve benmerkezci olan kişinin çıkmazı da buradadır. O, gücünün her şeye tek başına yetmeyeceğini anladığında önemli bir güven yitimi yaşar. Başkalarına zaten güvenmeyen birey (benmerkezci birey) gücünün her şeye yetmediğini gördüğünde kendine de güvensizleşir ve artık “olamaz”ları tartışmaya başlar.
O halde benmerkezci, çokça bildiğimiz “kendini merkeze koyarak tartışma”, “kendini gündemde tutma”, “başkalarını küçümseme” özelliklerinin dışında farklı şekillerde de karşımıza çıkar.
Kolektifini harekete geçiremeyen, bu nedenle güvensizlik yaşamaya başlayan birey de tüm “mütevaziliğine” rağmen aslında bireyci anlayışlara sahiptir. Her iki şekilde de yani üstten bakanda da alttan alanda da kolektivizmin yetersizliğini görebilmek mümkündür. Güçlü birey, kolektifin bir parçası olarak tartışan, itiraz eden, kendi doğrularını gündem yapmaya çalışan bireydir. Ancak güçlü birey, kendi doğrularının doğru olmadığını anladığında ikna olmaya da hazır olan bireydir. Kolektivizmi kavrayan birey, “bu doğrular benim doğrularım değil” diyerek hareketsizliği kutsamaz. O öğrenmeyi bildiği kadar öğrendiklerini başkalarına taşımayı da bilir. İşte bu şekilde kendisini değil kolektifi merkeze alarak tartışır.
Yazımızın giriş bölümünde belirttiğimiz sistemin bencilleştirme saldırısının arkasında da bunun tersi bir anlayışın olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Sözde güçlü bireyler yaratarak herkesin birbirine güven sorunu olduğu bir toplum yaratma anlayışı, “gemisini kurtaran kaptan” vurgusu işte bu anlayışa hizmet etmektedir. Öte yandan tüm araçlarıyla sorgulamayan, düşünmeyen, tartışmayan, kendi doğrularını doğru bilen ya da her esen rüzgarda rota değiştiren bireyler yaratma uğraşı da aynı anlayışa hizmet etmektedir.
Tam anlamıyla güçlü ve kendi ayakları üzerinde durabilen, mütevazi ve kolektifine güvenen bireylerin bu sistem içerisinde oluşmasını beklemek doğru değildir. Nihai olarak idealize edilmiş böylesi bir prototip devrimci saflarda da yaratılamayacak bir örnektir. Mevcut sistem, devrimci saflarda da tam anlamıyla kolektif bir bilinç oluşmasına en büyük engeldir. O halde bahsi geçen bu sorunun toplumun tamamında (doğal olarak bizlerde de) olduğunu bilerek konuya yaklaşmak gerekmektedir. Kendi gözümüzle gördüğümüz, kendi beynimizle düşündüğümüz müddetçe asgari de olsa sübjektif olacağımız, bireyci yönler taşıyacağımız açıktır. Bunun tersini yaratabilmek mümkün olmadığına göre kolektif mekanizmalarımız ve onlarla yakaladığımız uyum, sorunun asgariye indirilmesinde yaşamsal bir anlam taşır.
Kitlelerin hareketlenmeye başladığı bu dönemde egemen sistemin güvensiz, iddiasız, ne yapacağını bilemeyen ve sürekli kendisini gündemde tutan devrimcilere ihtiyaç duyduğu açıktır. İşte buradan yapacağımız çıkarsamayla ne yapmamamız gerektiğini aklımızdan bir an bile uzaklaştırmadan kolektivizme gereken önemi vermeliyiz.
17 Nisan 2009 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder