26 Nisan 2009 Pazar

İllaki daha çok devrimci dayanışma…

Devrimci ve demokrat güçlerin dayanışmasının en güzel örneklerinden yüzlercesini bağrında taşıyan bir ülkede yaşıyoruz. Özellikle anti- emperyalist gençlik hareketinin güçlendiği 60’lı yıllar ve 71 devrimci çıkışıyla sıçramanın yaşandığı 70’ler bu dayanışma ruhunun en güzel örneklerini ortaya koymuştur. Deniz Gezmişlerin Kızıldere’de katledilen Mahir Çayan ve arkadaşlarının intikamını almak için de eline silah alması, İbrahim Kaypakkaya’nın ise idam edilen Denizlerin intikamını almak istemesi destansı bir devrimci dayanışmanın göstergesidir.
12 Eylül Askeri Faşist Darbesi ile ciddi bir sarsıntı geçiren devrimci mücadele, toparlanma döneminde de devrimci dayanışmayı sürdürmüştür. Bunun en net örneği olarak da açlık grevi ve ölüm orucu süreçlerinde eksikliklerine rağmen güçlü birliktelikler örmüşler, faşist devletin tutsaklara yönelik tecrit politikasına karşı ortak bir duruş ve eylemlilik süreci geliştirmişlerdir.
Ancak devrimci örgütlülüklerin gerek iç çelişkileri, gerekse faşizmin saldırıları örgütlülüklerin gücünü zayıflatmış, devrimci bileşenlerin nitelikleri, politiklik seviyesi gerilemiştir. Devrimci kültürün göz önüne alınması durumu azalmaya başlamıştır. Özellikle son dönemlerde ortaya çıkan tasfiyeci hat devrimci ve demokrat güçlerin dayanışma kültürünü de gittikçe zayıflatmaktadır. Birbirini yıllardır tanıyan, birlikte iş yapma kültürünü belli bir noktada oturmuş güçler bugün bir araya gelmekte zorluk çekmekte, yeni bir iş yapılıyormuş gibi davranmaktadır. Ya da devrimci dayanışmanın üzerinde temellenen devrimci demokrat yurtsever güçlerin eylem birlikteliklerinin önemi, nedenleri anlaşılmamaktadır.
Eylem birlikleri dar grup çıkarlarıyla, sayı azlığından kaynaklı faydacı bir biçimde vb. şekilde ele alınamaz. Eylem birlikleri hâkim ve bu yüzden taktik olarak daha güçlü ancak stratejik olarak daha güçsüz olan ideolojiyi daha çok zayıflatmak ve karşısında güçlülüğümüzü ortaya koymak anlamına gelmektedir. Geçmişte TC egemenlerinin saldırılarını gündeme getirmede, kamuoyu yaratmada devrimci-demokrat-yurtseverlerin yaşananları sahiplenişi, kendi arasındaki güçlü diyalogu büyük rol oynamıştır. Bu süreçler karşılıklı saygı, ilkelere hoşgörü, ortaklaşmada gösterilen çaba ve bu ortaklaşmaları bozucu davranışlardan kaçınma şeklinde olmuştur.
Bugün bunun tersi birçok davranış yaşanmaktadır. Örgütlülükler birbirlerini ciddiye almada yani yaptığı işi ve kendini ciddiye almada sıkıntılar yaşamaktadır. Kitleleri harekete geçirme, nitelikli büyük eylemler örme, bu nitelikli büyük eylemlerle birlikte devrimci mücadele sürecinin taşlarını örmenin bir parçası olma, sistemin korkularını büyütme veyahut eylemin içeriğinde öne çıkan sistem içi taleplere ulaşma veya devrimci amaçların propagandasını yapma amaçları geri planda bırakılmaktadır. Bunun yerine “ben” olarak kendini gösterme, az olsun benim olsun ya da “ben bu eylemlilik sürecinden hangi çıkarı elde edebilirim” gibi anlayışlar çabalar öne geçmiştir. Son dönemde Ankara’da gençlik örgütleri arasında bu sürecin yoğun yansımaları görülmüştür. Bunları açmak, irdelemek ilerleyen süreci dayanışmayı daha doğru bir hattan örmenin olmazsa olmaz ön koşuludur.
16 Mart Beyazıt katliamını anma etkinlikleri için Ankara merkezli olarak Gençlik Derneği bir çağrı yapmıştır. Yapılan çağrıda ortaya çıkan tartışmalar sonucu “16 Mart’ın faşist bir katliam olduğu, faşizmin bir katliamı” olduğu konusunda Özgür Eğitim Platformu ve diğer gençlik örgütlülükleri olan YDG, Tüm İGD, Ekim Gençliği, Ankara Gençlik Derneği, Marksist Bakış, SDG, DGH arasında bir ayrışma olmuştur. ÖEP faşizm vurgusunun kesinlikle yapılmaması gerektiğini belirtirken diğer örgütlülükler özelde de YDG, Ekim Gençliği, AGD, DGH “16 Mart’ın faşist bir saldırı olduğu gerçeği vurgulanmaksızın yapılacak eylemin içeriğinin boş olacağını belirtmişlerdir. Böyle bir durum karşısında düzgün bir üslupla tartışmak bunun koşulu yoksa (ki bu süreçte eylemi örmek için çok kısıtlı bir süre vardı), örgütlülüğün eyleme ortaklaşmaya ve dayanışmaya uygun olarak atılması ya da kendinsin ayrı bir eylemlilik süreci örmek gerekmektedir. Ancak bu tartışmalar sırasında ÖEP kötü bir üslup sergilemiş, “bu yapıların ortaya çıkaracağı eylem 16 Mart şehitlerine yakışmıyor” şeklinde ifadeler bile kullanılmıştır.
Ardından ÖEP eyleme katılmayacaklarını ancak eylem alanına gelip kendi sloganlarını atacaklarını kendi pankartlarını açacaklarını belirtmiştir. Bir anma olarak kurgulanan eylemde döviz ve flamaların serbest ancak sloganların ve pankartın ortak olması kabul edilmiştir. Bu yüzden ÖEP’in kendi sloganlarını atmasının çirkin bir görüntü oluşturacağını, dayanışmayı zedeleyici bir tavır olduğunu belirttik. Uzun süreli tartışmalardan sonra ÖEP “eylemin bekasını bozacak tavır sergilemeyeceklerinin ve eylemin bileşenlerinin inisiyatifini tanıyacaklarına” dair ifadeler kullanarak toplantıdan ayrıldı. Bu beyana güvenerek bileşenler eylemliliğin hazırlarlarına başladı. Eylem günü ise Kaldıraç flâmalarıyla eyleme katılarak adeta eylem bileşenleri ile yarışırcasına kendi sloganlarını attılar. Eylemin örgütleyicileri tarafından ortaklaşmayı bozmamaya davet edilen örgütlülük “sizi tanımıyoruz, sizinle muhatap değiliz” şeklinde ifadelerde bulundu. Eylemin kurgusunu bozmamak ve kitlenin önünde çirkin görüntüler oluşturmamak adına eylemin bileşenleri bu duruma daha fazla müdahale etmediler.
Olayın ardından sadece örgütleyici bileşenlerin katıldığı bir değerlendirme toplantısı yapıldı. ÖEP’ten özeleştiri istenmesi kararlaştırıldı. Ancak bu konuyla ilgili yapılan toplantı çağrısına ÖEP mazeret bildirmedi ve gelmedi. ÖEP sadece YDG’ye yaptığı bir açıklamada özeleştiri yerine eleştiri yaparak diğer örgütlülükler de dâhil olmak üzere bizi ciddiyetsizlikle suçladı ve “kendilerinin 16 Mart günü alanı özgürleştirdiklerini” belirtti. 16 Mart günü ve öncesinde biz de dâhil olmak üzere bileşenlerin karşı devrimci olmayan bir örgütlülüğe alan kapatmayı tartışması( ki bu doğru düzgün tartışılmamış, herhangi bir örgüt buna net bir onay vermemiştir) yanlış bir tutumdur. Ancak bu ÖEP’in alanda ve öncesinde yaptığını meşru kılmaz. Çünkü alanı özgürleştirmek diye anılan şey dayanışma kültürünü zedelemiştir, kitlenin önünde çirkin bir görüntü yaratmıştır. Dahası tartışmaların sonunda bizleri tanıyacağını, ortaklaşmaya uyacağını belirten ÖEP (şu anda bu tarz ifadeleri kullanılmadığı sadece kendileri tarafından söylenmekte ise de) bu ifadeye aykırı davranışıyla güven zedelemiştir.
Aynı hatta dostça, aynı düşmana karşı mücadele veren örgütlülükler arası ilişkide güvenin ne kadar önemli olduğu aşikârdır. Yoldaşlık ilişkisinde olduğu gibi siperdaşlık ve daha geniş anlamdaki eylem birliktelikleri için de güven çok önemlidir. ÖEP’in burada kısa haliyle ifade edilen tavırları ve bunu bir hata olarak addetmeyip diğer örgütlülüklerin ciddiyetini sorgulaması kafalarda ciddi soru işaretleri yaratmaktadır. Bu süreç ve özeleştiriden yoksunluk en geniş bileşenle yapılan eylemelilikler dışında önümüzdeki süreçte ÖEP ile Ankara özelinde iş yapmamızı zorlaştırmakta, hatta mümkün atını ortadan kaldırmaktadır.
Cebeci Kampusu ve Beytepe özelinde de dayanışma kültürümüzü zedeleyen olaylar yaşanmıştır. Aynı süreçte Cebeci kampüsünde her zamanki gibi saldırı ve provokasyon yaratmak isteyen İP’liler Mülkiye ADT adı altında bir etkinlik gerçekleştirmeye kalkmıştır. Küba ve Venezüella büyükelçilerini çağıran İP’li faşistler emperyalist krizi tartışma adı altında faşist propagandalarını yapmak istemişlerdir. Devrimci- demokrat- yurtsever öğrenciler de bu durumu teşhir etme kararı almışlardır. Ancak panelin kapıları dekanlık tarafından öğrencilere kapatılmıştır. Kendi okulumuzda bir etkinliğe katılmamız engellenmiştir. Kapının önüne dikilen ÖGB’lere rağmen etkinliğe girilmiştir. Ancak verilen kararın dışında orada bulunan bazı arkadaşlar sıraları kırmışlar, öğrencilerin üzerine atmışlar, kitlenin yanlış anlayabileceği fevri davranışlar sergilemişlerdir. Benzer bir biçimde Dekanlıkça saklanan İP’lileri beklerken de okulumuzun diğer bazı eşyalarına da zarar verilmiştir. Bu davranışların bize zarar verdiği ortadadır.
Ancak daha sonrasında bu olayları eleştirme adı altında yapılan bazı şeyler mücadelemize daha büyük zararlar vermiştir. TKP olayların ardından bir afişle olanları sahiplenmediğini, bunun kara bir leke olduğunu belirtmiştir. Mülkiye’nin hocalarının bir kısmı ise öznel bir bakış açısı ile benzer bir değerlendirme yapmışlardır. Daha önce okulumuza beyzbol sopaları ile saldırıldığı zaman ya da ÖGB öğrencileri taciz ettiği hatta kafasına silah dayadığı zaman ya da okula biber gazı ve copuyla polis saldırdığı zaman bu tarz net çıkışlarla öğrencilerini savunmayan hocaların bu tutumu zarar vericidir. Bunun karşısında SBF(d) Der (Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğrenci Derneği) de İP’lilerin ciddi bir tehlike olduğunu açıklayan ve TKP’yi eleştiren bir afiş asmışlardır. DGH ise yaşananları sahiplenmediğini belirtip “küçük burjuva anarşist” olarak nitelemiş, kitleyi yanıltacak şekilde tüm örgütlülüklerin eleştirilen davranışları sergilediği yönlü bir görüntü çizmiştir. Bildirilerinde ÖGB’nin ve okul idaresinin anti- demokratik tutumunu esas olarak eleştireceklerine “protestocular kapıyı tekmelediler” gibi burjuva medyaya uygun bir dil kullanmıştır. Kendi okulumuzda bir etkinliğin hiçbir gerekçe göstermeden kapanan kapısını zor kullanarak açmamızın meşru olmayan bir yanı yoktur. Öğrenciler ve büyükelçiler tarafından yanlış anlaşılabilecek üstelik ortak kararımızın da dışında görüntüler oluşmuştur. Bunu inkâr etmek doğru değildir. Ancak yapılacak eleştirinin de bir yeri ve üslubu vardır.
Cebeci’de bunlar yaşanırken Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampüsü’nde de HKP’liler üzerinden gündeme gelen olaylar olmuştur. Bir süre önce SGD kendi inisiyatifi ile HKP’nin afişini indirmiş daha sonra diğer örgütlülüklerle durumu paylaşıp ortak bir şeyler yapmayı önermişlerdir. Oysaki HKP’ye karşı ortak alınmış tecridin ötesinde bir tavır yoktur. Ancak devrimci demokrat yurtsever güçlere saldırı veya faşist propaganda söz konusu ise HKP’ye siyaset yasağı ve müdahalenin olacağı kararı vardır. Afişi indirirken tartışmaması, diğer kurumların inisiyatifini almaması ve HKP’ye yönelik böyle bir kararın olmaması temelinde devrimciler anlayışlarını belirtmişlerdir. Ancak sonrasında HKP’lilerin müdahalesi olmamasına rağmen SGD ve YDG(M) benzer davranışlara devam etmişler, fevri davranmışlar, toplantılarda alınan kararların dışına çıkmışlardır. Bu dışına çıkış devrimci demokrat diğer bileşenleri sıkıntıya sokmuş, kitle duruma tepki göstermiştir. Tepki gösteren kitleyi dinlemek yerine ise bu kitleye de zaman zaman fevri davranışlarda bulunulmuştur.
Devrimci-demokrat-yurtsever güçlere yönelik herhangi bir saldırı devrimci mücadeleye yönelik saldırıdır. Biz YDG olarak bunun tabiî ki de karşısında oluruz ve dayanışmanın en iyi örneklerini ortaya koyamaya çalışırız. Ancak bunun fevri davranışlarla gelişmemesi, faşizmle doğru bir hatta mücadelenin önemsenmesi gerekir. Bir kez daha belirtelim HKP’ye karşı faşist propaganda veya devrimcilere saldırı gibi karşı-devrimci pratikler haricinde tecrit politikası dışında siyaset yasağı dâhil bir müdahalemiz olmayacaktır.
Ankara’da yaşanan tüm bu olaylar hiçbir örgütlülüğe yarar sağlamamıştır ve bu anlamda devrimci mücadeleye yarar sağlamamış hatta zarar vermiştir. Güven sarsıntıları, üslup sorunları, içi boş tartışmalar, ortaklaşmaya aykırı fevri davranışlar vb ile geçen süreç hiçbir örgüte pratik ve örgütlenme adına getirim kazandırmamıştır. Böylesine yoğun bir süreçte bu tartışmalar, sıkıntılar bir pratik değil pratiksizlik örneğidir. Bu zararlı süreç örgütlülüklerin karşılıklı diyalogu, özeleştiri ve eleştiri mekanizmalarının işletilmesi, objektif değerlendirmelerle sürecin anlaşılması ile fırsata çevrilebilir. Dayanışmanın, devrimci kültürün, mücadelenin niteliğinin yükselmesi için faydalı olabilir. Bizim bu değerlendirmelerimizin de tek amacı budur.
Daha nitelikli eylem birliktelikleri, daha iyi bir faşizm karşıtı mücadele ve illaki daha çok devrimci dayanışma…
Ankara YDG

Hiç yorum yok: