
DEĞERLENDİRME VE SONUÇLAR*
15 yaşındaki Aleks’in katledilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Elbette gençlik patlaması sadece Aleks’in hunharca katledilmesi ile beslenmedi, halkın, emekçilerin, köylülerin son yıllarda sürekli olarak yaşadıkları saldırıların da etkisiyle oluşan öfke de ana besleyici etken oldu. Gençlik sadece kendisi için değil aynı zamanda toplumsal olarak yaşanan tepkinin ve değişimlerinde hassas bir yansıtıcısıdır. Bu anlamda, bu kapsam ve düzeyde harekete ve eyleme geçen tepki keskinleşerek devam eden ekonomik krizin yarattığı halk içindeki alt-üst oluşların da izini taşımaktadır.
Diğer taraftan, öne çıkan gençlik kendisi ile birlikte halkın dinamik kesimlerini, çalışanları ve köylüleri ve özellikle daha politik olan kesimleri, sol partileri ve hatta PASOK’ u da kendisiyle birlikte sürükledi. Tabii, halk kesimlerinin, işçilerin ve köylülerin sürece katılımı ve özellikle de 10 Aralık genel grevine katılımı, bunun bir halk isyanına dönüşmesi tespitini yapabileceğimiz bir ölçü ve kapsamda olmamıştır. Bu durum bizim için anlaşılırdır. Sorun halkın isteyip istememesinde değil, solun oynaması gereken rolde ve sistemin lehine ve halkın aleyhine olan güç dengesindedir.
Bugünkü patlamanın, gençliğin yasa tasarısına karşı yakın zamanda boy veren tepkisiyle açık bir şekilde ortak noktaları bulunmaktadır. Sistemin kalemşorlarının ne dediğinden bağımsız olarak, kapitalist sistemin barbarlığından ve adaletsizliğinden beslenen zeminlerde kuşkusuz ortak noktaları bulunmaktadır. Ayrıca gözlerden kaçmaması gereken diğer bir nokta ise, daha önce gençliğin yasa tasarısına ve 16. Madde’ye karşı mücadelesinde kristalize olan ve kalıplaşan birçok noktanın bugünkü kendiliğinden hareketin tamamlayıcısı olarak işlemesi ve değerlendirilmesidir. Yeni ve özellikle cesaretlendirici olan bugünkü isyanın sadece yüksek okul gençliği tarafından desteklenmeyip kırsal ve değişik gençlik katmanlarınca da desteklenip Yunanistan’ın bir ucundan diğer ucuna taşınmasıdır.
Farklı politik güçlerin nasıl bir rol oynadıklarından ve farklı gençlik kesimlerinin politik düzeyinden bağımsız olarak gençlik isyanı farklı sınıfsal kökenden gençliği nesnel olarak bütünleştirdi. Okula “hoş geldin” denilenlerden, üretime erken katılan gençlik kesimine, eğitim sistemi tarafından kenara itilen ve işsizliğin girdabında yaşayan gençlere kadar. Bu anlamda, gençliği baskı altına alan ve bunca şeyi yaşamasından dolayı gençliğin gözünde sorumlu olanlara karşı belli bir grubun mücadelesini vermek yerine politik bir karşı duruş sergilenmeli ve güçlü bir politik HAYIR denmelidir.
Elbette ilk günlerde gençliğin büyük kesiminin öfkesinin hedefinde polis yer aldı. Tabii, bunda hükümetle birlikte sistemi hedefledikleri iddia edilen güçler önemli etken oldular. Bunlar ayaklanan gençliği, eşeğe değil semere yüklenmeleri için iteklemek istediler. KKE (YKP-Yunanistan “Komünist” Partisi), umutsuz bir çabayla, her şeyi ak-kara göstererek ve bunca olayların hareket açısından bir HİÇ olduğunu, iki tarafta da yer alan devletin, maskelileri (Anarşistler) de kullanarak iyi hazırlamış olduğu bir provokasyon görüşünü empoze etmeye çalıştı. Bu görüşünün dayanakları ise, birincisi, işçi ve emekçilerin sürecin dışında kalması ikincisi ise politik hedeflerinin olmamasıydı. (…) YKP deve kuşu gibi başını kuma gömmekte ve alışıldık biçimde olayları çarpıtmaktadır. Birincisi, bu isyanın sivri uçlar ortaya çıkarmaması ve bunlar üzerinde odaklanmaması politik içeriğinin olmadığı anlamına gelmez. Sistemin kolluk kuvvetlerinin hedef alınması onun ardını görmediği, bu güçlerin işsizliğin, sömürünün, baskının ve terörün yaratıcısı olan bir bütün sistemin koruyucusu olduklarını kavramadığı anlamına gelmez. Ve tabii, esasta gençliğin parçalarını bütünleştiren patlamada halkın katılımının ve etkisinin olmadığı anlamına da gelmez.
Aksi durumda bugünkü ayaklanmanın, apolitik, örgütlülük karşıtı izler taşıdığı ve çarpık politik anlayışa sahip olduğu iddiası da metafizik bir yaklaşımdır. Bir solcunun “kör şiddet olmayacak”** demesi idealizmin en uç ifadesidir. Sadece şiddeti savunmakla kalmayacak aynı zamanda bunu olayların doğduğu yerde, hareketin içinde karşılayacağız. Bu süreç içinde çürümüş ve iflas etmiş solun yerine gerçek devrimci solu inşa edeceğiz. (…) YKP, açıktan sistemin tarafında yer aldı. YKP bu şekilde sistemin aferinini güvenceye almış olabilir ama diğer yandan da sadece gençliğin değil halkın büyük kesiminin de tepkisini çok daha fazla çekti. Kapitalizmin tek yol olduğuna inanan, onun yıkılacağı umudu olmayanlar, kendisine isyan etmekten başka çıkış yolu bırakmayanlara karşı nihayetinde içindeki öfkesini dışa vuran gençliği olgulardan ve yüksekten eleştirmeyi bırakıp kendilerine bakmalıdırlar. Kendilerinin, kriz içindeki bu sisteme ne kadar yardım ettiklerini görmelidirler. (…)
Bunlardan hiçbiri kalıcı ve değişmez değildir. Günümüz koşullarının izlerinin ve güç dengelerinin yansımalarıdır. Bütün bunlar değişebilir. Yeter ki, bunları değiştirmesi istenen sol, statükonun bir parçası olarak değil devrimci bir güç olarak burjuva devletini yıkmakla yetinmeyip yeni bir toplum inşa edebilme perspektifine sahip olsun.
Sistem Şaşkına Döndü
Hükümet, iktidarda olduğu süre boyunca belki de en zor anları yaşamıştır. (…) On beş yaşındaki Aleks’in katliamı hükümet için sadece sorun olmakla kalmadı, her ne kadar başlangıçta manevralar yapmış olsa da bunların hepsi boşa çıktı. Katliamın hükümetin ve devletin, sessiz çoğunluğu ve toplumsal refleksleri harekete geçirip krizi unutturma amacı taşıyan planının bir sonucu olduğunu söylemek komik olur. Olayların gelişimi sonucu sadece YKP ve kimi kadroları bu iddianın sahiplenicisi olarak kaldılar. Kuşkusuz hükümet olayların gelişim ve şiddetinden şaşkına döndü. Bunu beklemiyordu çünkü özellikle Sosyal Güvenlik saldırısı sonrası geri çekilen, güç kaybeden ve kendisine çıkmazdan çıkışın umudunu verecek bir gücün olmadığı halkın tepkisini beklemiyordu. Ancak Aleks’in katliamı hiç kimsenin ön görmediği ölçüde katalizör rolü oynadı. Bu katalizör, kelimenin tam anlamıyla her şeyi “sonuç alıcı” biçimde alt-üst etti.
Hükümet, elbette bu süreç boyunca ve yılbaşına kadar eli kolu bağlı beklemedi. Aleyhinde oluşan havayı değiştirme, gençliği yerine oturtma ve gençlik isyanını halktan tecrit etme veya en azından sınırlama umutlarını hâlâ muhafaza etmekteydi. İsyan sonlansa da, bu hükümetin çabalarının veya manevralarının sonucu değil, hareketin hâlâ yolunu ve silahlarını bulamamasından kaynaklı olacaktır. Hükümet, düşmanı olan halkın ve gençliğin isyanı karşısında hızlı ve etkili sonuç almak için sistemin tüm etkenlerini harekete geçiremedi ve yeni bir başarısızlıkla daha yüzleşti. (…)
Sistemin Politik Sorunu
Elbette sistemin planları bekledikleri sonuçları getirmeyebilir. Gelişmelerin ortaya çıkardığı sistem içi çatlak ve yarıkları düşündüğümüzde hareket bunları değerlendirebilir, sistemin saldırılarını dağıtabilir ve zaferler kazanabilir. Elbette bunlar, doğru bir mücadele çizgisi olmadıkça kesinlik arz etmiyor. Çünkü tekrarladığımız gibi böyle bir solun egemen olduğu harekette saldırıları geri püskürtmek için gençliğin isyanının halkın ve gençliğin ortak mücadelesine dönüşmesi için çok fazla ön koşula ihtiyaç var.
Gençlik kesinlikle her fırsatta isyan edecektir, ancak diğer kesin olan bir şey ise, bu ölçü ve kapsamda kendi kendisi için isyanı daha fazla sürdüremez. Bizde bu kesinliği sağlayan, kapitalizmin saldırılara daha şiddetli olarak devam etmesi ve gençliğin de bundan nasibini alacak olmasıdır. Gençliğin “sınırları” ile ilgili değerlendirmelerimiz, genel halk hareketinin politik düzeyi ve temellerine, olumsuz güç dengelerine ve tabii ki işçi hareketinin gerilemesine dayanmaktadır.
Başka bir ifade ile bugün yeniden karşımıza çıkan, gençliğin politik kimliğini bulabilmesi için anti-kapitalist, anti-emperyalist halk hareketi ile birleşmesinin zorunluluğudur. Maalesef resmi sol bu zorunluluğa hizmet edememektedir. En iyi durumda ise, sunulan çözüm gelecek AB seçimlerinde veya milletvekilliği seçimlerinde “solu seçelim” olmaktadır.
Devamında karşımıza çıkan soru ise, devrim ve isyandan yana olan güçlerin böylesi bir zorunluluğa hizmet edip etmeyecekleridir.
Ancak, olumsuz olgular sonucu egemen olan iflas etmiş sol ve sistemin yıkılması için kitleler içinde tersten bir hareket yaratmak için çokça olanak oluşmuş durumda. Sonuçta, gençliğin ve halkın direnişleri, patlamaları ve mücadeleleri içinde politik zeminde birbiriyle bütünleşmesi yöneliminde yol açılmış durumda ve bunun da açık kanıtları mevcuttur. Burada ihtiyaç olan, bu amaç doğrultusunda bilinçli, ısrarlı ve sistemli çalışacak politik güçlerin bulunmasıdır. İşte asıl sorun da burada. Çünkü meclis dışı sol (“devrimci” sol çn.) iki ucu “ani çıkış ve iniş” aynı terazi de dengelemeye devam etmektedir. Bir taraftan, yeni komünist hamlenin ilk pratiklerini yaşadıklarının fantezilerini kuruyor diğer taraftan ise, eski devrimlerin karikatürü sandıkları bir dizi önlem öneriyorlar. Diğer taraftan, gençliğin içinden geçtiği durumu çabuk unutarak “ayakları yere basmakta” ve “Hükümet düşsün, seçimler olsun, daha fazla oy olmak için birleşelim” demeye başlamaktalar. (…)
Anarşizm’ e İlişkin
Hareketin zaafları, iflas eden resmi solun duruşu, gençlik kesimlerinin, özellikle liseden, teknik okullardan ve üniversitelerden mezun olamayan ve kesinlikle ılımlı olmayan ve kontrol dışı tepkisi ile birlikte katliamın yarattığı öfke, anarşizmin, anarşist-otonomların, anarşist-sendikacıların ve bilumum çeşitlerinin niteliğini yeniden sahneye çıkardı. Tabii, bu süreç boyunca bu grupların duruşu karşısında hayranlık duyanların sayısı da az değildir. Ve bir noktaya kadar anarşistlerin sürece önderlik ettikleri anlayışı da mevcuttur. Bizim düşüncemize göre, bazılarının anarşistlerin önemli rol oynamasını istemesinin yer ve zaman ile uyumu yoktur. Dahası kimi anarşist gruplar dahi kendi dar çekirdeklerinde bu tür fanteziler kurmaktadır.
Anarşistlerin öfkenin son noktasına ulaşan ve bulduğu “araçlarla” baskı güçleri ile hesaplaşmak isteyen gençlikten dolayı bulanık sularda avlanmak için haklı ve hazır hissetmeleri kendi haklarıdır. Bize ilişkin olarak ise söyleyeceğimiz, her ne kadar kimilerini şaşırtsa da bu öfke ifadeleri yeni bir şey değildir. Ve anarşistler örgütledikleri için de ortaya çıkmadılar. Kimi anarşist grupların da kabul ettiği gibi patlamanın bütünü anarşistlerce yönlendirilmedi. Anarşistler olmaksızın bu patlamanın olmayacağı anlayışına yönelik eleştirel görüşe katlanmıyorlarsa eğer, eleştirinin ve çatışmanın odaklanması gereken nokta genel olarak anarşist gruplarda var olan olayların anarşistleri haklı gösterme ve kazançlı çıktığını umut ettiren belirlemeleridir.
Bu yaklaşım çerçevesinde, “şiddet” eylemleri, “saldırlar” nasıl bir rol oynuyor? Öncelikle, “ilk” aşamada “sembolik” ve uyuyan “sessiz çoğunluğu” uyandırma aracı olarak işlemekte. Aynı zamanda, “önderlik” rolünü alacak “öncülerin” “seçilmesi” aracı olarak işlemekte. Gücün toplandığı sonraki aşamalarda ise devleti ele geçirecek ve dağıtacak olan genel bir sabotaja ve yıkıma dönüşecek. Bütün bunlar “rüyada” ve “güzelce” gerçekleşebiliyorsa, sonrası ne? (…) Hiçbir zaman, kendi çatışmalarında kitlelere çözüm sunamadılar. Ne isyan karşısında elleri kolları bağlı beklemeyen sisteme karşı direnişi nasıl örgütleyeceklerine dair ne de ve daha fazlası eski sistemin harabeleri üstüne neyi kuracaklarına dair kitlelere çıkış sunamamaktalar.
Bunlar, eleştiri kabul etmeyen “saf” ve “romantik” çocukça düşüncelerdir. Yaklaşık 60 yıldır kriz içinde olan anarşist hareket (kimi dönemler çıkış yapsa da) komünist hareketin yenilgisinin kendisine verdiği olanaklarla bugün bulanık sularda avlanmakta. Bundan fazlası ise, revizyonizmin anarşizme sosyal faşist yöntemlerle karşı koymaya çalışması ise anarşizmi besleyen bir etken olmuştur. Sistemin anarşizmin bu gelişmesini ve de özellikle tehdit edici düzeye ulaşması ve devlet tarafından “kullanılabilirliği” azaldığı oranda nasıl karşı koyacağı ise gelecekte bizi meşgul edecek bir sorundur. Örneğin, YKP ve SİRİZA’nın anarşizme karşı tutumundan farklı olarak kendi farklı çizgimizi ortaya koymalıyız. Bu iki partinin yaklaşımı ile hemfikir değiliz. Anarşizmle, ne idari tedbirlerle (YKP) ne de ideolojik ve politik olarak gö yummakla (SİRİZA) mücadele edilebilir.
Saldırının Sertleşmesi
Anlaşıldığı gibi, Yeni Demokrasi (YD) hükümeti, sadece halkın ve gençliğin değil aynı zamanda içinde de eleştirilerin ve tepkinin odağı oldu. Yunanistan içinden ve dışından farklı iktidar odakları, ayrı noktalardan hükümetin yöntemlerine ve uygulamalarına saldırdılar. İlk başta Aleksis için timsah gözyaşları döken bu merkezler ardından bu hükümetin “düzeni” ve “sükuneti” sağlamakta yetersiz olduğu fikrinde birleştiler. Bu karmaşa içinde, emperyalist müdahalenin varlığı kesin olmakla beraber halen bütün kozlarını oynamadığı görülmekte. Kesin olan, her ne kadar tükenmiş olarak değerlendirilse de Karamanlis’in yerli ve yabancı sermaye tarafından saldırıyı “tamamlaması” anlamında inanılmaz baskı altına alındığıdır. O halde, hükümetin yaşanan kriz dönemecini, kendisi için iyi sonuçları olmayacak AP (Avrupa Parlamentosu) seçimleri arifesinde nasıl aşacağı sorun olarak durmakta.
Bunlar, bizlerde YD hükümetinin halk ve gençlik için tehlikeli olmadığı sonucunu yaratmamalıdır. Düşme aşamasında da olsa (zaman gösterecek tabii) saldırıların şiddetini arttıracağı kesin. Polis saldırganlığına, provokasyonlara, tutuklamalara ve düzmece davalara daha fazla başvuracağından kimsenin kuşkusu olmasın. Halkın tepkisini bastırmak ve terörize etmek için kontra güçlerle birlikte ortak hareket etmesi olanak dışı değildir. Aksi halde, eğer bu denli bir krizin ve saldırının geldiğini dikkate alırsak, bunca yaşadığımız şey, bizleri şaşırtan olaylar yarın izleyeceğimiz filmin kareleri olduğu gözlerden kaçmamalıdır. Sistem, tepkileri nötralize etme ve kendi içinde sindirme becerilerini yitirmekte ve “sözden anlamayanın hakkı kötektir” klasik yöntemine başvurmaktadır.
Bizim Duruşumuz
YKP/ML, öğrencinin vurulma haberinin duyulduğu andan itibaren, kitle örgütlenmeleri ile birlikte, kırsalda, şehirlerde, mahallelerde, öğrenciler ve halk katmanları ile birlikte yollarda, eylemlerde ve çatışmalarda birlikte yer aldı. Zor ve tehlikeli koşullarda dayanıklılığını ve çabalarını ortaya koydu. YKP (M-L), Militan Gençlik Hareketi (MGH), Sınıf Yürüyüşü ve Militan Halk Hareketi (MHH) üyeleri farklı siyasal platformlardaki çaba ve etkinliklerini sistemli olarak arttırmışlardır.
Siyasal zeminde, hareketin desteklenmesi için açık ortak eylem politikasını izlemiştir. Politik olarak ortak direnişi, hareket içinde yanlış olarak değerlendirdiğimiz görüşlere karşı ideolojik mücadeleyi başarıyla bütünleştirmiştir. Ve pek çok noktada haklı çıkmıştır. Hareketin sadece saldırının görünen yüzüyle (polis çn.) sınırlanmayıp sistemin, hükümetin ve PASOK’un halk karşıtı politikalarını hedef olarak koymadaki ısrarında haklı çıkmıştır. Pratikte doğru taktiklerle yürüyüşlerin -sadece kendi kortejini değil- polis saldırılarına karşı kitlenin ve anın ciddiyetinden bihaber kimi grupların (anarşistler kast edilmekte çn) korunmasındaki ısrarında da haklı çıkmıştır. Yetmezliklerini, gençliğin tepkisinin arkasına saklanarak saklamaya çalışanlara karşı açıkça anında politik-ideolojik mücadele vermekten kaçınmamıştır. Kendi “mücadele merkezlerini” kurup, yerel-kapalı “işgaller” gerçekleştirip, önderlik etmek için halkın kendilerine gelmesini bekleyenlerin çabalarına cepheden karşı durdu. Halkın ve gençliğin “isyan ederek ve hazır bir şekilde” bize gelmesine karşı halka gitmek için gücü oranında çaba gösterdi. Elbette, politik derinliği yeterince olmayan gençliğin kimi kesimlerinin işgallerle söz sahibi olmaya çalışmasını da küçümsemedi.
Tabii, hareketin siyasal anlamdaki talep ve ihtiyaçlarını yeterince karşılayamadı. Öncelikli olarak yukarda ifade ettiğimiz konularda yoğunlaşarak, öncelikli sorun olan siyasal yönelim ve solun zorunlu ihtiyacı sorununun olabildiğince gündemleştirilmesine çalıştı.
Buradan sonra, sadece YKP (M-L)’ nin değil, hareketin davasını kendi eline almasını isteyen her bir devrimcinin görevi, direniş ve mücadelenin halk karşıtı politikanın alaşağı edilmesi yönünde odaklanmasıdır. Aksi halde, hükümetler düşer fakat saldırı devam eder.
*YKP (M-L)’ nin yaşanan ayaklanmaya ilişkin değerlendirmesidir. Bu yazı 10 Aralık 2009 tarihli “Proletarya Bayrağı” gazetesinden çevrilmiştir.
**YKP (Yunanistan “Komünist” Partisi Genel Sekreteri A. Papariga, isyan günlerinde yaptığı bir açıklamada; “Devrim olduğu zaman, bir tek camın dahi kırılmayacağı sözünü ben veriyorum” diyerek nerede durduğunu açıkça ortaya koymuştur.
Yunanistan’dan İşçi-Köylü okurları…
15 yaşındaki Aleks’in katledilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Elbette gençlik patlaması sadece Aleks’in hunharca katledilmesi ile beslenmedi, halkın, emekçilerin, köylülerin son yıllarda sürekli olarak yaşadıkları saldırıların da etkisiyle oluşan öfke de ana besleyici etken oldu. Gençlik sadece kendisi için değil aynı zamanda toplumsal olarak yaşanan tepkinin ve değişimlerinde hassas bir yansıtıcısıdır. Bu anlamda, bu kapsam ve düzeyde harekete ve eyleme geçen tepki keskinleşerek devam eden ekonomik krizin yarattığı halk içindeki alt-üst oluşların da izini taşımaktadır.
Diğer taraftan, öne çıkan gençlik kendisi ile birlikte halkın dinamik kesimlerini, çalışanları ve köylüleri ve özellikle daha politik olan kesimleri, sol partileri ve hatta PASOK’ u da kendisiyle birlikte sürükledi. Tabii, halk kesimlerinin, işçilerin ve köylülerin sürece katılımı ve özellikle de 10 Aralık genel grevine katılımı, bunun bir halk isyanına dönüşmesi tespitini yapabileceğimiz bir ölçü ve kapsamda olmamıştır. Bu durum bizim için anlaşılırdır. Sorun halkın isteyip istememesinde değil, solun oynaması gereken rolde ve sistemin lehine ve halkın aleyhine olan güç dengesindedir.
Bugünkü patlamanın, gençliğin yasa tasarısına karşı yakın zamanda boy veren tepkisiyle açık bir şekilde ortak noktaları bulunmaktadır. Sistemin kalemşorlarının ne dediğinden bağımsız olarak, kapitalist sistemin barbarlığından ve adaletsizliğinden beslenen zeminlerde kuşkusuz ortak noktaları bulunmaktadır. Ayrıca gözlerden kaçmaması gereken diğer bir nokta ise, daha önce gençliğin yasa tasarısına ve 16. Madde’ye karşı mücadelesinde kristalize olan ve kalıplaşan birçok noktanın bugünkü kendiliğinden hareketin tamamlayıcısı olarak işlemesi ve değerlendirilmesidir. Yeni ve özellikle cesaretlendirici olan bugünkü isyanın sadece yüksek okul gençliği tarafından desteklenmeyip kırsal ve değişik gençlik katmanlarınca da desteklenip Yunanistan’ın bir ucundan diğer ucuna taşınmasıdır.
Farklı politik güçlerin nasıl bir rol oynadıklarından ve farklı gençlik kesimlerinin politik düzeyinden bağımsız olarak gençlik isyanı farklı sınıfsal kökenden gençliği nesnel olarak bütünleştirdi. Okula “hoş geldin” denilenlerden, üretime erken katılan gençlik kesimine, eğitim sistemi tarafından kenara itilen ve işsizliğin girdabında yaşayan gençlere kadar. Bu anlamda, gençliği baskı altına alan ve bunca şeyi yaşamasından dolayı gençliğin gözünde sorumlu olanlara karşı belli bir grubun mücadelesini vermek yerine politik bir karşı duruş sergilenmeli ve güçlü bir politik HAYIR denmelidir.
Elbette ilk günlerde gençliğin büyük kesiminin öfkesinin hedefinde polis yer aldı. Tabii, bunda hükümetle birlikte sistemi hedefledikleri iddia edilen güçler önemli etken oldular. Bunlar ayaklanan gençliği, eşeğe değil semere yüklenmeleri için iteklemek istediler. KKE (YKP-Yunanistan “Komünist” Partisi), umutsuz bir çabayla, her şeyi ak-kara göstererek ve bunca olayların hareket açısından bir HİÇ olduğunu, iki tarafta da yer alan devletin, maskelileri (Anarşistler) de kullanarak iyi hazırlamış olduğu bir provokasyon görüşünü empoze etmeye çalıştı. Bu görüşünün dayanakları ise, birincisi, işçi ve emekçilerin sürecin dışında kalması ikincisi ise politik hedeflerinin olmamasıydı. (…) YKP deve kuşu gibi başını kuma gömmekte ve alışıldık biçimde olayları çarpıtmaktadır. Birincisi, bu isyanın sivri uçlar ortaya çıkarmaması ve bunlar üzerinde odaklanmaması politik içeriğinin olmadığı anlamına gelmez. Sistemin kolluk kuvvetlerinin hedef alınması onun ardını görmediği, bu güçlerin işsizliğin, sömürünün, baskının ve terörün yaratıcısı olan bir bütün sistemin koruyucusu olduklarını kavramadığı anlamına gelmez. Ve tabii, esasta gençliğin parçalarını bütünleştiren patlamada halkın katılımının ve etkisinin olmadığı anlamına da gelmez.
Aksi durumda bugünkü ayaklanmanın, apolitik, örgütlülük karşıtı izler taşıdığı ve çarpık politik anlayışa sahip olduğu iddiası da metafizik bir yaklaşımdır. Bir solcunun “kör şiddet olmayacak”** demesi idealizmin en uç ifadesidir. Sadece şiddeti savunmakla kalmayacak aynı zamanda bunu olayların doğduğu yerde, hareketin içinde karşılayacağız. Bu süreç içinde çürümüş ve iflas etmiş solun yerine gerçek devrimci solu inşa edeceğiz. (…) YKP, açıktan sistemin tarafında yer aldı. YKP bu şekilde sistemin aferinini güvenceye almış olabilir ama diğer yandan da sadece gençliğin değil halkın büyük kesiminin de tepkisini çok daha fazla çekti. Kapitalizmin tek yol olduğuna inanan, onun yıkılacağı umudu olmayanlar, kendisine isyan etmekten başka çıkış yolu bırakmayanlara karşı nihayetinde içindeki öfkesini dışa vuran gençliği olgulardan ve yüksekten eleştirmeyi bırakıp kendilerine bakmalıdırlar. Kendilerinin, kriz içindeki bu sisteme ne kadar yardım ettiklerini görmelidirler. (…)
Bunlardan hiçbiri kalıcı ve değişmez değildir. Günümüz koşullarının izlerinin ve güç dengelerinin yansımalarıdır. Bütün bunlar değişebilir. Yeter ki, bunları değiştirmesi istenen sol, statükonun bir parçası olarak değil devrimci bir güç olarak burjuva devletini yıkmakla yetinmeyip yeni bir toplum inşa edebilme perspektifine sahip olsun.
Sistem Şaşkına Döndü
Hükümet, iktidarda olduğu süre boyunca belki de en zor anları yaşamıştır. (…) On beş yaşındaki Aleks’in katliamı hükümet için sadece sorun olmakla kalmadı, her ne kadar başlangıçta manevralar yapmış olsa da bunların hepsi boşa çıktı. Katliamın hükümetin ve devletin, sessiz çoğunluğu ve toplumsal refleksleri harekete geçirip krizi unutturma amacı taşıyan planının bir sonucu olduğunu söylemek komik olur. Olayların gelişimi sonucu sadece YKP ve kimi kadroları bu iddianın sahiplenicisi olarak kaldılar. Kuşkusuz hükümet olayların gelişim ve şiddetinden şaşkına döndü. Bunu beklemiyordu çünkü özellikle Sosyal Güvenlik saldırısı sonrası geri çekilen, güç kaybeden ve kendisine çıkmazdan çıkışın umudunu verecek bir gücün olmadığı halkın tepkisini beklemiyordu. Ancak Aleks’in katliamı hiç kimsenin ön görmediği ölçüde katalizör rolü oynadı. Bu katalizör, kelimenin tam anlamıyla her şeyi “sonuç alıcı” biçimde alt-üst etti.
Hükümet, elbette bu süreç boyunca ve yılbaşına kadar eli kolu bağlı beklemedi. Aleyhinde oluşan havayı değiştirme, gençliği yerine oturtma ve gençlik isyanını halktan tecrit etme veya en azından sınırlama umutlarını hâlâ muhafaza etmekteydi. İsyan sonlansa da, bu hükümetin çabalarının veya manevralarının sonucu değil, hareketin hâlâ yolunu ve silahlarını bulamamasından kaynaklı olacaktır. Hükümet, düşmanı olan halkın ve gençliğin isyanı karşısında hızlı ve etkili sonuç almak için sistemin tüm etkenlerini harekete geçiremedi ve yeni bir başarısızlıkla daha yüzleşti. (…)
Sistemin Politik Sorunu
Elbette sistemin planları bekledikleri sonuçları getirmeyebilir. Gelişmelerin ortaya çıkardığı sistem içi çatlak ve yarıkları düşündüğümüzde hareket bunları değerlendirebilir, sistemin saldırılarını dağıtabilir ve zaferler kazanabilir. Elbette bunlar, doğru bir mücadele çizgisi olmadıkça kesinlik arz etmiyor. Çünkü tekrarladığımız gibi böyle bir solun egemen olduğu harekette saldırıları geri püskürtmek için gençliğin isyanının halkın ve gençliğin ortak mücadelesine dönüşmesi için çok fazla ön koşula ihtiyaç var.
Gençlik kesinlikle her fırsatta isyan edecektir, ancak diğer kesin olan bir şey ise, bu ölçü ve kapsamda kendi kendisi için isyanı daha fazla sürdüremez. Bizde bu kesinliği sağlayan, kapitalizmin saldırılara daha şiddetli olarak devam etmesi ve gençliğin de bundan nasibini alacak olmasıdır. Gençliğin “sınırları” ile ilgili değerlendirmelerimiz, genel halk hareketinin politik düzeyi ve temellerine, olumsuz güç dengelerine ve tabii ki işçi hareketinin gerilemesine dayanmaktadır.
Başka bir ifade ile bugün yeniden karşımıza çıkan, gençliğin politik kimliğini bulabilmesi için anti-kapitalist, anti-emperyalist halk hareketi ile birleşmesinin zorunluluğudur. Maalesef resmi sol bu zorunluluğa hizmet edememektedir. En iyi durumda ise, sunulan çözüm gelecek AB seçimlerinde veya milletvekilliği seçimlerinde “solu seçelim” olmaktadır.
Devamında karşımıza çıkan soru ise, devrim ve isyandan yana olan güçlerin böylesi bir zorunluluğa hizmet edip etmeyecekleridir.
Ancak, olumsuz olgular sonucu egemen olan iflas etmiş sol ve sistemin yıkılması için kitleler içinde tersten bir hareket yaratmak için çokça olanak oluşmuş durumda. Sonuçta, gençliğin ve halkın direnişleri, patlamaları ve mücadeleleri içinde politik zeminde birbiriyle bütünleşmesi yöneliminde yol açılmış durumda ve bunun da açık kanıtları mevcuttur. Burada ihtiyaç olan, bu amaç doğrultusunda bilinçli, ısrarlı ve sistemli çalışacak politik güçlerin bulunmasıdır. İşte asıl sorun da burada. Çünkü meclis dışı sol (“devrimci” sol çn.) iki ucu “ani çıkış ve iniş” aynı terazi de dengelemeye devam etmektedir. Bir taraftan, yeni komünist hamlenin ilk pratiklerini yaşadıklarının fantezilerini kuruyor diğer taraftan ise, eski devrimlerin karikatürü sandıkları bir dizi önlem öneriyorlar. Diğer taraftan, gençliğin içinden geçtiği durumu çabuk unutarak “ayakları yere basmakta” ve “Hükümet düşsün, seçimler olsun, daha fazla oy olmak için birleşelim” demeye başlamaktalar. (…)
Anarşizm’ e İlişkin
Hareketin zaafları, iflas eden resmi solun duruşu, gençlik kesimlerinin, özellikle liseden, teknik okullardan ve üniversitelerden mezun olamayan ve kesinlikle ılımlı olmayan ve kontrol dışı tepkisi ile birlikte katliamın yarattığı öfke, anarşizmin, anarşist-otonomların, anarşist-sendikacıların ve bilumum çeşitlerinin niteliğini yeniden sahneye çıkardı. Tabii, bu süreç boyunca bu grupların duruşu karşısında hayranlık duyanların sayısı da az değildir. Ve bir noktaya kadar anarşistlerin sürece önderlik ettikleri anlayışı da mevcuttur. Bizim düşüncemize göre, bazılarının anarşistlerin önemli rol oynamasını istemesinin yer ve zaman ile uyumu yoktur. Dahası kimi anarşist gruplar dahi kendi dar çekirdeklerinde bu tür fanteziler kurmaktadır.
Anarşistlerin öfkenin son noktasına ulaşan ve bulduğu “araçlarla” baskı güçleri ile hesaplaşmak isteyen gençlikten dolayı bulanık sularda avlanmak için haklı ve hazır hissetmeleri kendi haklarıdır. Bize ilişkin olarak ise söyleyeceğimiz, her ne kadar kimilerini şaşırtsa da bu öfke ifadeleri yeni bir şey değildir. Ve anarşistler örgütledikleri için de ortaya çıkmadılar. Kimi anarşist grupların da kabul ettiği gibi patlamanın bütünü anarşistlerce yönlendirilmedi. Anarşistler olmaksızın bu patlamanın olmayacağı anlayışına yönelik eleştirel görüşe katlanmıyorlarsa eğer, eleştirinin ve çatışmanın odaklanması gereken nokta genel olarak anarşist gruplarda var olan olayların anarşistleri haklı gösterme ve kazançlı çıktığını umut ettiren belirlemeleridir.
Bu yaklaşım çerçevesinde, “şiddet” eylemleri, “saldırlar” nasıl bir rol oynuyor? Öncelikle, “ilk” aşamada “sembolik” ve uyuyan “sessiz çoğunluğu” uyandırma aracı olarak işlemekte. Aynı zamanda, “önderlik” rolünü alacak “öncülerin” “seçilmesi” aracı olarak işlemekte. Gücün toplandığı sonraki aşamalarda ise devleti ele geçirecek ve dağıtacak olan genel bir sabotaja ve yıkıma dönüşecek. Bütün bunlar “rüyada” ve “güzelce” gerçekleşebiliyorsa, sonrası ne? (…) Hiçbir zaman, kendi çatışmalarında kitlelere çözüm sunamadılar. Ne isyan karşısında elleri kolları bağlı beklemeyen sisteme karşı direnişi nasıl örgütleyeceklerine dair ne de ve daha fazlası eski sistemin harabeleri üstüne neyi kuracaklarına dair kitlelere çıkış sunamamaktalar.
Bunlar, eleştiri kabul etmeyen “saf” ve “romantik” çocukça düşüncelerdir. Yaklaşık 60 yıldır kriz içinde olan anarşist hareket (kimi dönemler çıkış yapsa da) komünist hareketin yenilgisinin kendisine verdiği olanaklarla bugün bulanık sularda avlanmakta. Bundan fazlası ise, revizyonizmin anarşizme sosyal faşist yöntemlerle karşı koymaya çalışması ise anarşizmi besleyen bir etken olmuştur. Sistemin anarşizmin bu gelişmesini ve de özellikle tehdit edici düzeye ulaşması ve devlet tarafından “kullanılabilirliği” azaldığı oranda nasıl karşı koyacağı ise gelecekte bizi meşgul edecek bir sorundur. Örneğin, YKP ve SİRİZA’nın anarşizme karşı tutumundan farklı olarak kendi farklı çizgimizi ortaya koymalıyız. Bu iki partinin yaklaşımı ile hemfikir değiliz. Anarşizmle, ne idari tedbirlerle (YKP) ne de ideolojik ve politik olarak gö yummakla (SİRİZA) mücadele edilebilir.
Saldırının Sertleşmesi
Anlaşıldığı gibi, Yeni Demokrasi (YD) hükümeti, sadece halkın ve gençliğin değil aynı zamanda içinde de eleştirilerin ve tepkinin odağı oldu. Yunanistan içinden ve dışından farklı iktidar odakları, ayrı noktalardan hükümetin yöntemlerine ve uygulamalarına saldırdılar. İlk başta Aleksis için timsah gözyaşları döken bu merkezler ardından bu hükümetin “düzeni” ve “sükuneti” sağlamakta yetersiz olduğu fikrinde birleştiler. Bu karmaşa içinde, emperyalist müdahalenin varlığı kesin olmakla beraber halen bütün kozlarını oynamadığı görülmekte. Kesin olan, her ne kadar tükenmiş olarak değerlendirilse de Karamanlis’in yerli ve yabancı sermaye tarafından saldırıyı “tamamlaması” anlamında inanılmaz baskı altına alındığıdır. O halde, hükümetin yaşanan kriz dönemecini, kendisi için iyi sonuçları olmayacak AP (Avrupa Parlamentosu) seçimleri arifesinde nasıl aşacağı sorun olarak durmakta.
Bunlar, bizlerde YD hükümetinin halk ve gençlik için tehlikeli olmadığı sonucunu yaratmamalıdır. Düşme aşamasında da olsa (zaman gösterecek tabii) saldırıların şiddetini arttıracağı kesin. Polis saldırganlığına, provokasyonlara, tutuklamalara ve düzmece davalara daha fazla başvuracağından kimsenin kuşkusu olmasın. Halkın tepkisini bastırmak ve terörize etmek için kontra güçlerle birlikte ortak hareket etmesi olanak dışı değildir. Aksi halde, eğer bu denli bir krizin ve saldırının geldiğini dikkate alırsak, bunca yaşadığımız şey, bizleri şaşırtan olaylar yarın izleyeceğimiz filmin kareleri olduğu gözlerden kaçmamalıdır. Sistem, tepkileri nötralize etme ve kendi içinde sindirme becerilerini yitirmekte ve “sözden anlamayanın hakkı kötektir” klasik yöntemine başvurmaktadır.
Bizim Duruşumuz
YKP/ML, öğrencinin vurulma haberinin duyulduğu andan itibaren, kitle örgütlenmeleri ile birlikte, kırsalda, şehirlerde, mahallelerde, öğrenciler ve halk katmanları ile birlikte yollarda, eylemlerde ve çatışmalarda birlikte yer aldı. Zor ve tehlikeli koşullarda dayanıklılığını ve çabalarını ortaya koydu. YKP (M-L), Militan Gençlik Hareketi (MGH), Sınıf Yürüyüşü ve Militan Halk Hareketi (MHH) üyeleri farklı siyasal platformlardaki çaba ve etkinliklerini sistemli olarak arttırmışlardır.
Siyasal zeminde, hareketin desteklenmesi için açık ortak eylem politikasını izlemiştir. Politik olarak ortak direnişi, hareket içinde yanlış olarak değerlendirdiğimiz görüşlere karşı ideolojik mücadeleyi başarıyla bütünleştirmiştir. Ve pek çok noktada haklı çıkmıştır. Hareketin sadece saldırının görünen yüzüyle (polis çn.) sınırlanmayıp sistemin, hükümetin ve PASOK’un halk karşıtı politikalarını hedef olarak koymadaki ısrarında haklı çıkmıştır. Pratikte doğru taktiklerle yürüyüşlerin -sadece kendi kortejini değil- polis saldırılarına karşı kitlenin ve anın ciddiyetinden bihaber kimi grupların (anarşistler kast edilmekte çn) korunmasındaki ısrarında da haklı çıkmıştır. Yetmezliklerini, gençliğin tepkisinin arkasına saklanarak saklamaya çalışanlara karşı açıkça anında politik-ideolojik mücadele vermekten kaçınmamıştır. Kendi “mücadele merkezlerini” kurup, yerel-kapalı “işgaller” gerçekleştirip, önderlik etmek için halkın kendilerine gelmesini bekleyenlerin çabalarına cepheden karşı durdu. Halkın ve gençliğin “isyan ederek ve hazır bir şekilde” bize gelmesine karşı halka gitmek için gücü oranında çaba gösterdi. Elbette, politik derinliği yeterince olmayan gençliğin kimi kesimlerinin işgallerle söz sahibi olmaya çalışmasını da küçümsemedi.
Tabii, hareketin siyasal anlamdaki talep ve ihtiyaçlarını yeterince karşılayamadı. Öncelikli olarak yukarda ifade ettiğimiz konularda yoğunlaşarak, öncelikli sorun olan siyasal yönelim ve solun zorunlu ihtiyacı sorununun olabildiğince gündemleştirilmesine çalıştı.
Buradan sonra, sadece YKP (M-L)’ nin değil, hareketin davasını kendi eline almasını isteyen her bir devrimcinin görevi, direniş ve mücadelenin halk karşıtı politikanın alaşağı edilmesi yönünde odaklanmasıdır. Aksi halde, hükümetler düşer fakat saldırı devam eder.
*YKP (M-L)’ nin yaşanan ayaklanmaya ilişkin değerlendirmesidir. Bu yazı 10 Aralık 2009 tarihli “Proletarya Bayrağı” gazetesinden çevrilmiştir.
**YKP (Yunanistan “Komünist” Partisi Genel Sekreteri A. Papariga, isyan günlerinde yaptığı bir açıklamada; “Devrim olduğu zaman, bir tek camın dahi kırılmayacağı sözünü ben veriyorum” diyerek nerede durduğunu açıkça ortaya koymuştur.
Yunanistan’dan İşçi-Köylü okurları…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder