17 Nisan 2009 Cuma

HALKIN ÖRGÜTLENMESİNDE A/P’NİN YERİ VE EZİLENLERİN PEDAGOJİSİ ÖRNEĞİ

Ezilenlerin kendi güçlerinin farkına varmalarını ve onları örgütlü mücadele ile sadece ezenlerle ezilenlerin yer değiştirdiği değil; onları, bu ikili durumun tamamen ortadan kalkmasına kadar bir süreç olan insanlaşma ve özgürleşme süreci içerisine girmeleri için ikna etme sürecinde önemli bir silah olan A/P’yi, onların pedagojik özelliklerini bilmeden uygulamamız mümkün olmamaktadır. Bu nedenle bu yazımızda pedagojik çözümlemeler ışığında pratiğimizi ve çalışma tarzımızı tekrardan gözden geçirerek somut çözümler arayacağız. Ancak önce halkımızın (ezilenlerin) bazı pedagojik özelliklerine bakmamızda yarar var.
Ezilenler, ezenlerin çıkarlarına hizmet eden düzeni açık seçik göremedikleri ve bu durumda kısıtlamalar, zorluklar yaşadığında bir tür yatay şiddet ortaya çıkar ve tabiri caizse incir çekirdeğini doldurmayacak nedenlerden dolayı çevrelerine saldırırlar. Aslında farkında olmadan sebebini çözemedikleri için bunu dolaylı da olsa ezene saldırmak için yaparlar. Bu bir acı çekme sürecine de denk düşer ki çoğu kez ezilen, acılarını alkol vb. maddelerle dindirmeye çalışır.
Ezilenler, ideal insanı ezen ezilen sömürüsünün ortadan kalkmasıyla değil daha çok ezen ile ezilenin yer değiştirmesiyle çözüleceğini zanneder. Bundan dolayıdır ki ezilen, işyerinde hor görülen, aşağılanan, sömürülen erkek eve geldiğinde hakimiyet sınırlarının kendisine ait olduğunu düşünür ve burada niyetten bağımsız olmak üzere ezen konumuna geçer. Evdeki kadın ve çocuklar üzerinde hakimiyet kurar ve onları ezer.
Kendini aşağılamak ezilenlerin başka bir özelliğidir; ezenlerin kendi hakkındaki görüşünü içselleştirmelerinden kaynaklanan bir özelliktir bu. Hiçbir şeye yaramadıklarını, hiçbir şey bilmediklerini, herhangi bir şey öğrenmekten aciz olduklarını, -hasta ve tembel olduklarını- o kadar da sık duyarlar ki sonunda kendi acizlerine ikna olurlar. (sf 41)
Ezilenler, ancak ezenleri keşfettikleri ve özgürleşme için örgütlü mücadeleye girdikleri zaman kendilerine inanmaya başlar. Bu keşif sadece düşünce düzeyinde olamaz, eylemi de içermelidir. Öte yandan da salt bu eylemcilikle sınırlı kalamaz, ciddi şekilde düşünme etkinliği gerektirir. Ancak bu koşullar yerine getirildiğinde buna praksis denebilir. Önkoşulu eylem olan ezilenlerle eleştirel ve özgürleştirici diyalogdur. Bu diyalogun içeriği tarihi koşullara ve ezilenlerin gerçekliği hangi ölçüde algıladıklarına bağlı olarak değişebilir ve değişmelidir. Fakat diyalog yerine monologu, salt sloganları ve bildirileri geçirmek, ezilenleri evcilleştirme araçlarıyla özgürleştirmeye kalkışmak demektir.
Ezilenleri özgürleştirme ediminde kendi düşünsel katılımları olmaksızın özgürleştirmeye kalkışanlar, onlara yanan bir binadan kurtarılması gereken nesneler muamelesi yapmış olur. Bu da onları popülizmin tuzağına düşürmek ve onları manipüle edebilen kitlelere dönüştürmektir. ( sf 43 – 44 )
Şimdi de devrimcileşme ve insanlaşmada sıkça başvuracağımız eğitime bir göz atalım. Ancak eğitim denilince iki ana noktayı gözden kaçırmayalım: ezenlerin kullandığı eğitim ve devrimcilerin kullanması gereken eğitim. Burada bizler ezilenlerin insanlaşması sürecinde rehberlik ederken kullanacağımız eğitim modelinde ezenlerin yöntemini kullanırsak (ki bu çoklukla düşeceğimiz hatalardandır çünkü hayatımız boyunca bize öğretilen de budur) bir de biz ezmekten başka hiçbir şey yapmış olmayız.
İnsanlığın köleleştirilmesi sürecinde bir silah olan bankacı eğitim modeli kısaca şu özelliklere sahiptir. Eğitim, mutlak bilenler tarafından mutlak bilmeyenlere sunulan bir “armağandır”. Diyalog içermez, karşıdaki bireyin boş bir levha olduğunu düşünür, durmadan doldurma eğilimi içerir.
Karşısındaki bireye herhangi bir konuda hazırlanmış, hazır veriler sunar dolayısıyla yaratıcılığı öldürür. Sevgi içermez. Öğrencilere yardım edilecek nesneler muamelesi yapar ve yaratıcılığı öldürür. En önemlisi de diyaloga karşıdır ve diyaloga direnir.
Bizler de bu eğitim modeline karşı olarak bizim “devrimci eğitim” dediğimiz “problem tanımlayıcı eğitim” yöntemi alternatifine sahibiz. Hemen hemen tüm yaşamımız boyunca bankacı eğitim modeline maruz kalsak da önce diyalogcu olmamızın gerekliliğinden dolayı bankacı eğitim tarzına karşı durmaktayız. Bankacı eğitim, yaratıcılığı felç eder ve engeller; problem tanımlayıcı eğitim gerçekliğin sürekli deşifrasyonunu sağlar. Bankacı eğitim bilinci boğmaya çalışırken, problem tanımlayıcı eğitim bilinci su yüzüne çıkarır. Kabaca anlatmaya çalıştığımız farklılığı, şimdi de problem tanımlayıcı eğitimin en önemli ayağı olan diyalog ekseninde incelemeye çalışacağız.
Diyalogun bir çok özelliği vardır ki onlar olmadan diyalog kurabilmek imkansızdır. Bunlardan bahsedecek olursak: diyalog yaratma edimi olduğu için hiçbir taraf diğeri üzerinde egemen olamaz.
- Diyalog, derin bir dünya ve insan sevgisi olmadan var olamaz. Bizler sevgiyi, sevme edimini ve bundan doğacak olan hassasiyeti ve duygu yoğunluğunu her ne kadar küçümsesek de, sevgi tam da davaya adanmışlıktır. Ve sevgi egemenlik kurulmasının önüne geçer.
- Diyalog, içerisinde egemenliği barındıramayacağı gibi alçakgönüllülük olmaksızın var olamaz. Kendini karşısındakinden daha bilgili sayanların, halka ulaşması imkansızdır. Birlikte öğrenme ve eyleme görevine girmiş insanların yüzleşmesi olarak nitelendirebileceğimiz diyalog, taraflar/ taraflardan biri alçakgönüllülükten yoksun ise kopar.
- Diyalog, derin bir inanç gerektirir. İnsanların doğuştan gelen ancak dayatılan eğitim ve kültür biçimi sayesinde deforme olan yapma, yaratma edimlerinin tekrardan kazanılacağına inanmaksızın onlarla girilen diyalog kopmaya mahkumdur. Diyalogcu insan henüz yüz yüze gelmediği milyonlara inanır; çünkü yaratma gücünün somut durumlarda bertaraf edilse bile yeniden canlanmaya eğilimli olduğunu bilir.
- Diyalog, umut olmaksızın da var olamaz. Umut insanların yetkin olmayışlarından doğan sürekli bir arayıştır. Dolayısıyla insanlaştırma süreci umutsuzluk değil bir umut nedenidir. Çünkü kişiyi durmadan aramaya yöneltir. Yani umut kollarını kavuşturup beklemek olmadığı gibi, sürekli bir eyleme yönlendirir kişiyi.
- Diyalog, eleştirel düşünmeyi gerektirir. Dünya ve insan arasındaki ayrılmaz dayanışmayı keşfeden ve gerçekliği durağan değil bir devinim, bir dönüşüm olarak kavrayan bir düşüncenin eylemden kopmayan ve bunun içerdiği tehlikelerden kopmadan sürekli güncelleştirilebilen düşünceye cesaretle var olur eleştirel düşünce. Bu bakımdan sürekli araştıran, sürekli düşünen ve yaratan ve bunların sorumluluğunu üstlenebilen bir diyalogcu gerçek bir eleştirel olabilir.
- Sevgi, alçakgönüllülük ve inanç üzerine kurulu bir diyalog tam da güven üzerine kurulmuştur. Son olarak da diyalogdaki güvenin önkoşulu, teori ve pratiğin tam uyumudur. Bu olmadığı taktirde daha önceden sıraladığımız özellikler anlamını yitirmeye mahkumdurlar.
Kitlelerin içerisinde olduğumuz her siyasi çalışma sürecinde temel dayanağımız olan diyalogculukken yaptığımız en büyük hatalardan bir diğeri de; kitlelerin fikri sorulup öğrenilmeden, dolayısıyla onlara ya da gündemlerine uzak program içerikleri hazırlamamızdır. Böylesi içerikler, onların özlemini tam olarak yansıtamamaktadır; yansıtabilse dahi onların emek vermediği bir içeriği sahiplenişi beklentimizin altında kalacaktır.
Dolayısıyla diyalog kurulurken halkın dilinden uzaklaşmamak esastır. Bu, halkın anlayamadığı sözcükleri kullanmaktan kaçınmaktan daha derin bir anlam taşır. O da şudur ki; onların koşullarını, ihtiyaçlarını bilmeden onların algı alanlarına girilemez. Yani bir ön araştırma yapıp onların talep ve gereksinimleri, özlemleri nelerdir öğrenmeden istediğimiz kadar anlaşılır kelimeler kullanalım halkın kafasında karmaşıklaşacaktır anlattıklarımız.
Peki, bu ön araştırma dediğimiz aslında “ön” olmayıp bütün “mücadele süreciyle paralel işleyecek olan kısım nasıl yapılır, nelere dikkat edilmelidir?” gibi sorulara cevap arayalım. Ayrıca her ne kadar ön araştırmayla başlasa da bu çalışma aslında politikalarımızın belirlenmesinden tutalım da amacımıza ulaşana kadar olan süreci kapsayabilecek ve sürekli değişip dönüşerek ilerleyecek bir süreçten bahsediyoruz. Ancak kısıtlı bir anlatım imkanımızdan dolayı bir ön araştırma gibi ele alacağız konuyu;
Öncelikle araştırmacı aşağı yukarı araştırmayı belli aşamalardan geçirebilir. Bunlardan ilki araştırma bölgesi belirlenir ve bölge halkı hakkında ön bilgiler edindikten sonra halkla temasa geçilmelidir. Çalışmamız kitlelerden gizlenecek bir çalışma olmadığına göre ve kitlelerin dağınık olan fikirlerini alıp ona göre politik hattımızı belirlediğimize göre temasa geçip tanışmak olmazsa olmazlardandır. Daha sonra araştırmamızı onlarla paylaşıp, olabildiğince geniş toplantılar düzenlenebilir. Burada daha önceden de açıkladığımız üzere diyalogun özelliklerine dikkat edildiğinde karşılıklı güven ve anlayış ilişkisi boy verecektir. Bu durumda insanlar en mümkün haliyle fikirlerini bize açabileceklerdir. Bu illa açık kitle toplantıları şeklinde olmayabilir, bireysel görüşmeler de bu ihtiyaca cevap verebilir belki ancak bunun en geniş katılımla alınması, insanların birbirinin fikirlerinden etkilenmeleri de olumlu sonuçlar doğuracaktır. Kolektif bir kafa yoruş sağlanabilecektir. İşte bu noktada insanların kafasına yatmasını sağlayabilirsek araştırmamızı ya da çalışmamızı, çalışma için kitleden destek istenmesi ve desteğin gelmesi mümkündür. Bu durumda sorumluluk ve verilen emek, örgütlü duruşun ön koşullarını hazırlayabilir.
Bu yöntemle, çelişkilerin neler olduğunu tahmin etmekten ziyade insanların bilinçli bir tercihle bizlere çelişkilerini anlatmalarını sağlamak ve bu şekilde çelişkileri bizzat kitleyle belirlemek mümkündür.
Araştırmanın bu aşamasında dikkat edilmesi gereken husus, örgütlü ve devrimci olan bizler isek, çalışma sahasında olmamız, sahaya sürekli ziyaretlerde bulunmamız ve dahası işte en çok koşturanlardan olmamızın gerekliliğidir.
Araştırmanın sağlam verilere dayanabilmesi ve objektif bir gözlemin yapılabilmesi, çalışmanın kaderini belirleyen etmenlerdendir. Bu durumda yapılabilecek yöntemlerden birisi de karşılaştığımız her şeyin not alınması olabilir. İnsanların hal ve hareketlerinden tutalım da günlük yaşamdaki tavırlarına, konuşma ve hitap tarzlarına kadar birçok veri not alınabilir. Hiçbirisinin boşa gideceğini sanmamakla beraber, aksine yararlı olacağını düşünüyoruz.
Araştırmamızın bir diğer aşaması da; elimizde toplanan bütün verilerin bir rapor haline getirilmesi ve kişilerle paylaşılması olmalıdır. Burada kitlelerin katılımıyla birlikte ortaya koyduğumuz ve belirlediğimiz çelişkiler tekrar kitleyle paylaşılır ancak bu direkt bir “sunma” biçiminde değil, çözülecek bir problem şeklinde sunulmalıdır. Bu aşamaya kodlama adı veriliyor.
Kodlama; eğitim sürecine katılanların ele alınacak konuyu somut bir şekilde gözlerinin önüne getirmeyi sağlayan örnek. Somut olarak bir sosyal durumu canlandıran/ ifade eden bir fotoğraf, resim, tartışma konusu olabilecek öykü,ya da kısa bir oyun vb. olabilir ya da başka bir deyişle kitleye çelişkilerini keşfettirecek araçların kullanıldığı yönteme verilen addır.
Kodlama
a) Basit kodlama; görsel ( fotoğraf, slayt, grafik vs.), dokunsal ( çeşitli materyaller), işitsel (ses kayıtları, vb.) kategorilerde kullanılan a/p araçlarıyla uygulanan yönteme verilen addır.
b) Karmaşık kodlama; görsel, işitsel, dokunsal kodlamaların bir arada kullanıldığı yönteme verilen addır.
Bunlardan başka birçok materyal kodlamada kullanılabilir: Dramatizasyon, okumak, tartışmak, gazete takibi ya da gazetelerin karşılaştırılması, vb.
Derleyen: Mersin’den bir YDG’li

Hiç yorum yok: