Emperyalist kriz tüm dünyadaki emekçileri gittikçe ağırlaşan çalışma koşulları, sosyal yıkım yasalarının artışı, zamlar, işsizlik vb saldırılarla sarmalamaya çoktan başladı bile. Uzun yıllardır sessiz bir seyirle devam eden, ancak çeşitli formüllerle örtbas edilen kriz artık kaçınılmaz olarak örtbas edilemez hale geldi ve patlak verdi. Ancak bu patlak verme daha bir ilk; burjuva iktisatçılar bile krizin etkilerini daha net ve gerçek bir biçimde görmediğimizi, önümüzdeki döneme göre bu dönemin olumlu olduğunu söylemekten kaçamıyorlar.
Sözde aniden ortaya çıkan kriz şok etkisi yaratmış gibi görünse de bizler tarafından krizin şaşırtıcı görülmesi mümkün değil. Uzun süredir derinleşmekte olan krizin farkında olmak bir yana, emperyalist/kapitalist sömürü sisteminin içkin doğasını biliyoruz. Krizlerin var olan sömürü sisteminin hareket yasalarından biri olduğunu da biliyoruz.
Krizin faturası halka…
Krizi bitmek tükenmek bilmeyen kâr hırslarıyla yaratanlar krizin zararlarını ise emekçilere yüklüyorlar. Dünün ekonomik olarak en güçlü, halkın “refah” seviyesinin yüksekliği bakımından en iyi ülkeleri bile bugün daha fazla emekçinin işten çıkarılmasına sahne oluyor. Milyonlarca işçi işinden ediliyor, dünyanın her yerinden işten atmalar, hak gaspları haberleri geliyor, milyonlarca işçi grevlere, fabrika işgallerine, kitlesel eylemlere katılıyor. Hükümetler sosyal güvensizlik yasalarını art arda gündeme getiriyor. Kriz yoğunlaştıkça halkın alım gücünü düşürüyor, en temel gereksinimler de bile fahiş fiyatlar koyuyor.
Küresel çapta yaşanan krizin faturasından gençlik de kendine düşen payı alıyor. İşsizlik oranının düne kadar en düşük olduğu ülkelerde bile gençler işsizlikle boğuşur hale geliyor. Gelecek korkusuyla gittikçe daha fazla umutsuzluk batağına sürüklenen gençlik paralı eğitim süreci ile birlikte eğitim hakkından bile mahrum bırakılmak isteniyor. Krizlerini aşmak için yeni yeni sektörler açmak amacıyla hareket eden egemenler eğitimi de bir alış veriş konusu haline getiriyor.
Karşısında halkın gittikçe büyüyen tepkisini gören emperyalist egemenler ekonomik krize paralel olarak siyasal krizlerinin de faturasını bizlere çıkartmaya çalışıyorlar. Egemenler arası rekabet gittikçe artıyor. Var olmak için sömürü sistemini derinleştirmekten başka çaresi olmayan sistemin egemenleri daha bir azgınlaşarak yeni kaynaklar arıyorlar. Bu da yeni kirli savaş politikalarını beraberinde getiriyor. Emperyalist egemenler işgal edecekleri yeni yerleri çoktan keşfettiler bile. Filistin halkına günlerdir yapılan saldırı, katliam artacak olan kirli savaş gerçekliğinin sadece bir başlangıcı. Bugün Obama yeni yerlere “terörizmi” yok etmek için ABD'nin gireceğini açıkladı, bahanelerini de çoktan uydurdu. İlk hedefini Pakistan olarak ortaya koydu.
Bizim gibi emperyalizme göbekten bağımlı yarı-sömürge ülkeler için ise egemenler için daha büyük sömürü halkımız için ise daha büyük zulüm paketleri çoktan yola çıktı. Yarı-feodal yarı-sömürge ülkemizde bizler krizin zararlarını katmerleşmiş haliyle yaşıyoruz. Sürekli bir sefalet, sürekli bir açlıkla boğuşan Türkiye halkı bugün daha büyük saldırıların odağıdır. Krizin faturasını ödetmek için yarı feodal yarı sömürgelerin halklarından daha iyi hedef neresi olabilir ki? Davos Zirveleri'nde şov yapan, IMF'ye güya meydan okuyan işbirlikçi hükümet insanlık dışı zamlarla halkımızı gittikçe daha fazla boyunduruk altına almaktadır. Gecekondu mahallesinde daha az kömür yakmak için sobasını söndüremeyen bir ailenin kömürden zehirlendiği haberi halkımızın içine düştüğü sefaleti anlatan örneklerden sadece biridir.
Kadınlar krizden nasıl etkileniyor?
Halkımızın mağduriyetini büyütecek olan krizden kadınların daha çok etkilendiği ve gittikçe daha çok etkileneceği ise aşikârdır. Emekçi kadınlar tüm dünyada ezilenlerin en ezileni olarak sırtında daha büyük yük taşımaktadır. Hem evin işleriyle, çocuk bakımıyla uğraşan kadın çalışsa da çalışmasa da yoksulluğun, zamların, işsizliğin etkisinde en çok kalacak olan kesimdir.
İşsizlik bugün tüm emekçi halkımız için ciddi bir sorunken kadınlar için sorun daha büyüktür. Ülkemizde çalışan kadın oranı zaten çok düşüktür. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından 15 Ekim`de açıklanan Hane Halkı İşgücü Araştırması 2008 Temmuz dönemi sonuçlarına göre, erkeklerde işgücüne katılma oranı yüzde 73,2 iken kadınlarda bu oran sadece yüzde 27,2. Krizle birlikte bu 27,2’lik oranın gittikçe düşeceği dönemler yaşanacaktır. En çok kadın çalıştıran yerler olarak küçük ve orta ölçekli atölye tarzı işletmelerin iflas bayrağını çekmesi kadınların işsizlikten etkilenme riskinin göstergelerinden biridir. Büyük işletmelerdeki daralmalarda ise ilk işten çıkarılmak istenen kadın işçiler-emekçiler olacaktır.
Ülkemizin yarı feodal yarı sömürge yapısından kaynaklı kadının iş hayatındaki rolü çok sınırlı olsa da evdeki kocanın işsiz kalması veyahut maaşının azalması, ücretsiz izine çıkartılması gibi durumlar karşısında iş hayatına giren kadınlar da bu dönemde karşımıza çıkacaktır. Ancak bu ailenin yaşadığı geçim sıkıntısının önüne geçemeyecektir, kadın erkekle aynı işi yapmasına karşı erkekten daha az ücret alacak, hatta tüm aile çalışma yaşamına girse bile erkeğin tek başına kazandığı paraya ancak yetişebilecektir. Bu durum makineleşme ile birlikte kadının ev sanayisi alanından çıkıp fabrikalara daha çok girdiği 1800’lü yıllardan beri böyledir. Ancak geçmişte de görüldüğü gibi aile bazlı ücret gibi uygulamalarla kriz dönemlerinde bu durumun daha net ve yoğun hale geldiği görülmektedir. Bir taraftan kadının çalışması evde daha çok hazır yiyecek ve eşya satın alınmasına yol açacak bu da hem kadının ailesine, çocuklarına yabancılaşmasını hem de evdeki tüketimin artmasını beraberinde getirecektir.
Çalışan kadınların yüzde 40’ını oluşturan kırsal kesimde tarım alanında çalışan, çoğu istatistik verilerine göre çalışan kadın içerisinde görülmeyen kadınlar ise bu dönemde krizin tarım ve köylülük üzerinde kendisini gösteren etkilerini yaşayacaktır. Devlet desteğinin tarımdan elini çekmesi, ithalat kotalarının kaldırılması gibi emperyalist uygulamalarla gittikçe daha fazla üretemez hale getirilen köylü özellikle ülkemizde hedef tahtasındadır. Gübreye, tohuma yapılan zamlar yeni zamları beraberinde getirecek, alım gücünün gittikçe düşmesiyle birlikte üretemeyen köylü ciddi bir borç batağı ve geçim sıkıntısı içinde kıvranacaktır. Kadınların çalışma oranın çok yüksek olduğu tarım alanında üretimin durması köylü kadınların çok büyük oranının işsizlik ve sefalet içine düşmesi anlamına gelecektir. Şehirlere göçün ise köylü için çare olmadığı günümüzde köylü tarafından anlaşılmıştır. Hele kriz döneminde şehre göç eden köylünün daha büyük sıkıntılar yaşayacağı, iş bulmak bir yana tüketimin artacağı, geçim sıkıntısına ve değişen yaşam alnına paralele olarak aile kurumunun da sarsıntı yaşayacağı aşikârdır. Aile kurumunun yaşadığı sarsıntı ise yaşam tarzını değiştirmeye çalışan kadını çok derinden etkileyecektir.
Yine işsizlik oranları belirlenirken hesaba katılmaya bile tenezzül edilmeyen ev kadınları ise krizden etkilenme konusunda çalışan kadınlardan çok farklı durumda değildir. Evin ekonomisi büyük oranda kendisinden sorulan kadın akaryakıttan en temel gıda maddelerine kadar her türlü gereksinimin üstüne binen zammın aile içinde en çok sıkıntısını çeken bireydir. Aynı şekilde kocası işten çıkan kadın zaten çok küçük paralarla evi döndürmeye çalışırken parasızlık içinde çocuklarını beslemeye, evin ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmaktadır. Aile ortamında çalışan kadın için zaten yoğunlukla görülen çocuklarına, evine yabancılaşma geçim sıkıntısının da yoğunlaşmasıyla birlikte kadınların geneline yayılacaktır.
Açlık ve yoksulluk boyunduruğu altındaki kadınların ekonomik kriz dönemlerinde çocuklarını daha çok sattıkları, anne çocuk sevgisinin ortadan kalktığı, annelerin çocuklarına olan uzaklığını çocuklarını öldürmeye kadar vardırdıkları görülmüştür.
Ücret köleliği var oldukça var olacak olan fuhuş hepimizin tahmin edebileceği gibi kriz dönemlerinde artacak ve kadınlar için açlıktan kurtuluş olarak görülecektir. Bugün ABD’den Türkiye’ye krizin patlak vermesiyle birlikte daha çok kadının fuhuş batağına sürüklenmesi söz konusudur. Geçim sıkıntısı içerisindeki kadın çaresizlik içinde yaşı durumu ne olursa olsun kendisini satılığa çıkartarak geçim sıkıntısını atlatmaya çalışmaktadır. Sadece açıktan fuhuş değil bu dönemde kadının bir meta olarak görüldüğü sistemde zaten sık sık rastladığımız gizli yapılan fuhuşun da artacağı günler yaklaşmaktadır. İşinden olmak istemeyen ya da iş arayan kadın “imkân” yaratmak için bedenini kullanma yolunu seçecektir. Krizden her türlü kâr sağlamaya çalışan burjuva feodal egemenler ve onların hiyerarşik astları ise kapılarına iş için gelen emekçi kadınlar karşısında ağızlarının suyunu akıtmaktadır.
Aile içi şiddet, aile içi dışı taciz, kadına yönelik din, töre gibi gerici kisveler altında gerçekleştirilen baskı ise krizle paralel artmaya mahkûmdur. İşsiz kalan koca, ağabey, baba bütün kinini sisteme kusmadığı yerde evde en zayıf olarak gördüğü öğeye kusacaktır. Ailesini geçindiremeyen erkek sarsılan otoritesini kadına yönelik uyguladığı sözlü veya fiili şiddeti ve diğer baskı türlerini arttırarak kazanmaya çalışacaktır. Aynı şekilde aile içi dışı şiddeti artmasında zaten toplumun genel gidişatı etkili olacaktır.
Bugün devlet korku coğrafyası yaratma çabasına hız vermiş durumda. Her gün haberlerde daha korkunç şeylerle karşılaşıyoruz. Devletin kolluk kuvvetlerinin insanları daha pervasızca katlettiği, polise kimlik sorduğu için ağır şiddete maruz bırakılan insanların şu aralar daha yoğun olduğu ülkemizde şiddete başvurma oranının artacağı muhtemeldir.
Daha önceki dönemlerde yaşanan ekonomik krizlerde de suç oranlarının, çeteleşme mafyalaşma, taciz, uyuşturucu vb olaylarının arttığı saptanmıştır. Sadece geçim sıkıntısı değil devlet eliyle de kriz döneminde bu tür olaylar halkımızın içinde daha çok yaygınlaştırılmaktadır. Halkımızın çelişkilerinin yoğunlaştığı, sisteme karşı tepkilerinin artacağı şu dönemde devlet siyasi “suç”ları işlemesinler diye halkımızı başka suçlara itmektedir. Kuşkusuz burada yukarıda belirttiğimiz gibi kadınların bu şiddet ve suç ortamından mağdur olan kesimde olacağı açıktır. Taciz, tecavüz, kadın ticareti, aile içi dışı şiddet çoğu zaman kadınları hedef almaktadır.
Genç kadınlar için kriz neler getirecek, neler götürecek?
Halkın bir kesimi olarak tüm kadınları hedef alan bu saldırılar ve durumlar genç kadınlar içinde kendini göstermektedir. Hatta bazı saldırılar genç kadınlar için daha yoğun bir hâl almaktadır. Genç kadınların daha özel daha bağımsız yaşadığı sorunlar da vardır. Bugün birçok genç kadın hem ekonomik krizden dolayı hem de kadın ve tecrübesiz olduğu için işletmelerin kapısından döndürülmektedir. Ya da yine aynı sebeplerden kaynaklı çok kötü şartlarda, düşük ücret ve uzun saatler güvencesiz çalışma koşulları ile karşı karşıya bırakılmaktadır.
İşten çıkartmalarda da benzer gerekçelerin kadınların karşısına çıkacağı ortadadır. Gerek tarım alanında, gerek de kadınların yine daha yoğunluklu görüldüğü küçük işletmelerde daha çok genç kadın işçilerin ve köylülerin varlığı ortadadır. Emperyalist krizden ilk olarak tarımsal üretimin ve küçük işletmelerin etkileneceği ve bu bağlamda genç kadın işçilerin, emekçilerin ilk elden işsiz kaldıkları ve kalacakları daha şimdiden görülmektedir.
Yıllardır barınma, ulaşım, harç, kayıt parası gibi sorunlarla uğraşan öğrenci kadınlar ise hem ekonomik hem de sosyal sorunlarının arttığı dönemlere girmektedirler. Üniversiteli kadın okuluna başlar başlamaz barınma sorununu daha ciddi yaşar. Ailesi “kızlarını koruma isteğiyle” üniversiteli kadını en “güvenli” yere yerleştirmek ister ancak yurtlar yetersiz ve sağlıksız, ev fiyatları ise fahiş noktadadır. Daha geçenlerde Ankara’da yaşayan bir öğrenci kadın arkadaş yurt ücretini ödeyemediği için acımasızca sokağa atılmak istenmiş, son anda çaresizce borç bularak yurtta barınma “hakkını” tekrar elde etmiştir. Bir sonraki ay, başına ne geleceği ise meçhuldür.
Krizin de gelişiyle birlikte hem çalışıp hem okumaya çalışan genç kadınların sayısı artacak ancak genele yayılmış işsizlik veya kötü çalışma koşulları, düşük ücretli maaşlar üniversiteli genç kadını okul bırakmalara daha da kötüsü fuhuşa kadar itecektir hatta itmektedir. Daha bir süre önce Hürriyet gazetesinde çıkan bir haberde kriz yüzünden engelli ev kadınlarından memur genç erkeklere kadar bir sürü kişinin kendisini internetten pazarladığı haberinde üniversiteli genç kadınların bu kapsamda önemli bir yeri kapladığı belirtiliyor. Bu şartlarda okula barınma parasını bile ödeyemeyen öğrenciye bundan sonra eğitim tamamen paralı olacak diyen egemenlerin kuklaları bu haberlere sessiz kalmaktadır. Bologna süreci ile birlikte gittikçe daha fazla elimizden alınan parasız eğitim hakkı tüm öğrencileri etkilerken genç kadınların bu süreçten zarar görmesi daha yaygın olmaktadır. Zaten feodal zihniyetlerden kaynaklı kadınlar için bir lütuf olarak görülen eğitim hakkı kadının elinden daha fazla alınacaktır. “Seni okutacak paramız yok.” diyen aile elindeki iki kuruş parası varsa da bunu evin kızının okuması için kullanmayacaktır.
Liseli genç kadın ise benzer piyasalaşma sürecinin bir parçasıdır. Barınma sorunu gibi durumlar karşısına çok nadir çıksa da sınav sisteminin yarattığı hem baskı psikolojisi hem de ekonomik sömürü sistemi liseli kadın için belirleyicidir. Artan yoksullaşmayla, işsizlikle birlikte liseli kadın dershaneye hatta belki liselilerin gittikçe paralılaşmasıyla liseye bile gidemeyecek. Okulunu bırakıp işe girecek, ya da okuldan arta kalan zamanlarda çalışmak için iş arayacaktır. Bu liseli kadının ciddi bir iş gücü olarak büyük bir sömürüye maruz kalmasına, üniversite hayallerinin tamamen son bulmasına yol açacaktır.
Aile içi şiddet ve toplumun geneline yayılan yozlaşmadan da yine en çok genç kadın etkilenecektir. Hem kadın hem de genç olduğu için feodal baskıyı çok daha yoğun yaşar. Evin içinde abisinin babasının karşısında korunmaya muhtaç, ancak bir taraftan da her türlü “etinden sütünden” yaralanılır bir araçken evinden dışarı çıktığı anda cinsel bir obje aynı zamanda da iyi bir tüketicidir. Yozlaşmanın, şiddet ve tacizlerin genç kadınlar için tehlike olması durumunun artması kriz döneminde muhtemeldir.
Aynı şekilde fuhuş sektörü de ilk elden genç kadınlara gözünü dikmekte, hem genç ve daha duygusal olan hem de erkekler tarafından daha iyi bir tatmin aracı olarak görülen genç kadını fuhuş sektörüne hazır kriz de varken itelemek daha kolay olmaktadır. Sefaletin, açlığın, artan feodal baskıların, aile içi şiddetin bir taraftan da özellikle medyanın etkisiyle sürekli propaganda edilen emperyalist yoz kültürün etkilerinin birleşmesi genç kadını “kurtuluş” aramaya sevk edecektir. Zenginlik, sözde bir özgürlük arayışında olan genç kadın farkında olmadan daha çok zincirlenecektir.
Kadın bu saldırıları nasıl püskürtür?
Yazımızın başında krizlerin kapitalizmin doğasında olduğundan bahsetmiştik. Egemenler sömürülerini yoğunlaştırma paketleriyle krizlerini aşamaya çalışa dursun; bizlerin bu krizlerin sistemin krizi olduğunu fark etmemiz ve hedefimizi krizin üzerimizde kendini gösterdiği somut etkiler yanında toptan bu sömürü sistemine çevirmemiz gerekmektedir. Kadınların da bu bağlamda aile içi şiddete, zamlara, işsizliğe, eğitim sağlık gibi alanlarda yasalaşan emperyalist uygulamalara karşı çıkması çok önemlidir. Ancak bütün bu karşı çıkışların anti-emperyalist bir duruş temelinde tüm kadınların özelde de genç kadınların mücadele hattı örmesi belirleyicidir. Krize karşı anti-emperyalist mücadele derken mücadele ile ne demek istediğimizin daha doğrusu kadınların hangi mücadele ile kurtuluşa gideceklerinin altını çizmek gerekmektedir.Bugün emperyalist sistemin kalemşörleri ve burjuva feminist ya da reformist anlayışlar kadınlara adeta mücadele çağrısı değil uzlaşma çağrısı yapıyorlar. Kadınlar barış istiyorlar diyorlar. Emperyalist kriz yukarıda da belirttiğimiz gibi yeni kirli savaşlara gebedir, emperyalistler arası dalaşın da yoğunlaşması gelecek yılların savaş yılları olabileceğini gözler önüne seriyor. Kadın elbette kirli savaşa karşıdır ve yaşadığımız ve yaşamakta olduğumuz emperyalist savaşlara, katliamlara olan öfkesini büyütmelidir. Bugün İsrail siyonizminin katliamından Kürt ulusuna karşı Türkiye Kürdistanı’nda yıllardır sürdürülen kirli savaşa kadar kadınlar tüm gerici savaşlara karşı olmalıdır.
Bu kadın için hem anti-emperyalist mücadelenin bir parçası olduğu hem de bir kadın olduğu için önemlidir. Kadın savaşlardan da fazlasıyla etkilenmektedir. Sivil halka yönelik saldırıların daha yoğun yaşandığı günümüz kirli savaşları kadınlar için ciddi bir fiziksel, psikolojik ve ekonomik yıkımdır. Günümüz savaşları kimyasal silahların da yaygınlaşmasına paralel milyonlarca ailenin yani kadının ve çocuğun yok olmasına ya da sağlığının bozulmasına yol açmaktadır. Ailesi yıkıma uğramadığı için daha şanslı sayılabilecek kadın ise ekonomik sıkıntılarla iç içedir. Savaşın getirdiği kıtlık, eşinin işsizliği, barınma sorunu gibi sorunlar kadınlara yönelik sömürüyü arttırmaktadır.
Ancak sistemin kirli savaş politikalarıyla devrimci savaşları birbirine karıştırmak büyük bir hata veya kandırmacadır. Tarihte de görüldüğü gibi kadınlar devrimci savaşların en önünde yer almış, militan ve kararlı duruşlarından sistemin onlara biçmeye çalıştığı role rağmen geri adım atmamış ve ancak böyle kazanmışlardır. Eşit oy hakkından, eşit işe eşit ücret mücadelelerine kadar reformsal haklarda bile kadınlar çetin savaşlar vererek, sokaklarda barikatlarda, dağlarda, cephelerde savaşarak kazanım elde etmişlerdir. Hele de kadının nihai kurtuluşunun devrimlerden geçtiği ve devrimlerin ancak barış için savaşmakla mümkün olabileceği gerçeği karşımızdadır. Emperyalist krize karşı yürütülecek mücadelede de kazanımlar kıyasıya savaşarak elde edilecektir. Kadının yüzyıllardır süren ezilenin de ezileni olma durumu üretim ilişkilerinden bağımsız değildir, krizle birlikte kadının daha çok hissedeceği saldırılar da bu kapsamdadır. Krizi yaratanlar emperyalist egemenlerdir ve faturasını halklara çıkartmak istemektedir; krizi yaratanlara karşı savaş meşrudur.
Lenin de söylediği gibi biz kadınlar barış çabamızı sosyalizm uğruna ayaklanmaya ve sosyalizm için savaşıma dönüştürmeliyiz yani sahte barışı kırmalıyız. Hele de ülkemiz gibi sürekli faşizm koşullarının olduğu, en küçük çapta bir demokratik hak talebine bile devletin azgınca saldırdığı ülkelerde, bu katliamlardan da, emperyalist saldırılardan da, feodal uygulamalardan da en çok nasibini alan biz Türkiye halkına mensup kadınlar için egemen sınıflara karşı savaşmak belirleyici noktadır. Bu okul sıralarından, alanlara… yürüteceğimiz savaş anti-emperyalist bir mücadele temelinde örgütlenmeyi ve birleşik mücadele yürütmeyi gerekli kılmaktadır.
YDG Merkezi Kadın Komisyonu
17 Nisan 2009 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder