BÜYÜK SALDIRILAR BÜYÜK MÜCADELE GÜNLERİNİ DOĞURUR
Üniversitelerde yoğun bir çalışma ve etkinlik temposunu geride bıraktığımız Mart ayı yine YDG’liler açısından birçok deneyimin biriktirildiği ve çeşitli yetmezliklerimizin farkına vardığımız bir ay oldu.
Özellikle yerel seçimlerin ülke kamuoyunun gündeminde en geniş yeri kapladığı geçtiğimiz ay, egemen sınıf partilerinin dışında ezilenlerin cephesinden de önemli gelişmelere tanıklık etti. Öte yandan emperyalist krizin etkisini her geçen gün daha fazla hissettirdiği/hissettireceği gerçeği de yine Mart ayında yaşanan gelişmelerle ortadadır. Krizin etkisinin ve ülke gündeminde kaplayacağı alanın genişleyeceği gerçeği de her gün burjuva uzmanlarca bile daha etkin bir biçimde dillendirilmektedir. Üniversiteli halk gençliğinin ise krizin etkilerinden bu doğrultuda daha fazla etkileneceği şüphe götürmezdir.
“Artan yoksulluk ve eğitim bedeli nedeniyle barınma, yemek, eğitim ve sosyal ihtiyaçlarını karşılamak için okulda asistan öğrenci olarak çalışan öğrencilerin topluca işten atılmaları, asgari ücret almamalarına karşın sigortalarının asgari ücret üzerinden ödenmesi gerekliliği, dolayısıyla burslarının kesilmesi çalışılan öğrencileri neredeyse borçlu çıkartmaktadır. Yine fahiş harç fiyatları belediye burslarının kesilmesi gibi bir dizi uygulama üniversite gençliğinin belini bükmektedir.”(YDG, Sayı: 141, Syf. 14-Forum) Üniversiteli gençliğin somut durumuna ışık tutan yukarıdaki alıntıda görüleceği gibi bu sorunlar gün geçtikçe katlanmaktadır. Aynı biçimde bu çığ gibi büyüyen sorunların bir karşı tepki doğurması da kaçınılmaz olacaktır. Üniversite öğrencilerinin geçtiğimiz ay içerisinde burs hakları için İstanbul, İzmir, Ankara, Eskişehir gibi büyük kent üniversitelerinde belediyelere düzenlediği yürüyüşler, yapılan basın açıklamaları buna örnek gösterilebilir. Gerçekleştirilen tepkilerin yetersizliği bir yana bu tepkilerin kimi yerlerde devrimci gençlik örgütlerinin “geniş” ortaklığı üzerinden kimi yerlerde ise Genç-Sen gibi öğrenci örgütleri tarafından geliştirilmesi şüphesiz olumludur. Yine burslu çalışan öğrencilerin işten çıkarılmalarına karşı geliştirilen tepkiler de bu gözle okunmalıdır. Bahar sürecinin diğer yoğun gündemlerinin dışında salt takvimsel gündemlerle kendini sınırlamayan bu yönlü eylem ve etkinlikler büyütülmesi gereken bir yerde durmaktadır.
Anti-Faşist Mücadeleyi Yükseltelim
Diğer yandan polis-idare işbirliği içerisinde devrimci-demokrat öğrencilere yönelik geliştirilen sivil faşist saldırılar da son dönem üniversite gündeminde yer kaplamaktadır. Bu saldırıların ana kaynağının akademik demokratik mücadelenin önünü kesmek olduğu kuşku götürmez bir gerçekken, sivil faşist gericiliğe karşı mücadele ise ertelenemez bir görevdir. Anti-faşist mücadele esas olarak sistemin gerçek yüzüne karşı yürütülen mücadeleyken, sistemin uzantısı olma durumundan kaynaklı sivil faşistlere karşı yürütülecek mücadeleden koparılmamalıdır. Burada dikkat edilmesi gereken husus öğrenci gençliğin gerçek gündemlerini ele alan bir bakış açısı ile anti-faşist mücadelenin örülmesidir.
Mesleki Gasp Saldırısı: 50/d
Uzun bir süredir gündemimizdeki yerini koruyan Bologna Projesi dâhilinde yeni saldırı yasaları gündemdedir. Geçtiğimiz ay içerisinde asistanların gerçekleştirdiği çeşitli eylemlerle gündeme gelen 50/d yasası da yine bu sürecin getirdiği saldırılardan yalnızca biridir. Bu yasanın ayrıntılarına geçmeden önce belirtilmesi gereken en önemli konu şudur. 2010 yılına kadar düşünülen ve bu tarihten sonra yeni projelerle devam edecek bu sürecin getirdiği ve getireceği yoğun saldırılardan halk gençliği büyük oranda habersizdir. Öte yandan üniversite idareleri tarafından Bologna sürecinin sürekli bir biçimde propagandası yapılmakta ve öğrenci ve akademisyenler bu sürece yedeklenmeye çalışılmaktadır. Diğer yandan mesleki ve özlük haklara dönük çok geniş saldırıların yaşandığı bu süreç bir tepki de toplamaktadır. Asistanların gerçekleştirdiği direnç bu gözle okunmalı ve önemsenmelidir. Yasaya dönersek:
2547 sayılı yasanın 50. Maddesinde üniversitelere kadro alımı eğitim alan öğrencinin geçim sıkıntısı duymadan eğitimini tamamlaması amaçlanarak düzenlenmiştir. Bu maddeye göre yüksek lisans yapan öğrencinin eğitim süresi bitince ilişiği hemen kesilmektedir. Diğer yandan üniversiteye öğretim görevlisi almayı amaçlayan aynı yasanın 33. maddesi de bu maddeye eklenmiştir ki benzeri olarak eğitim dönemi biter bitmez üniversiteden ilişik kesilmektedir. Öğrencinin okulda kalmasının yolu ise sözleşmesinin bu süre içerisinde üç kez yenilenmesine bağlıdır. Bu ise yalnızca uzman ya da öğretim görevlisi statüsündekiler için geçerlidir. Atama yoluyla gelen araştırma görevlileri için de durum değişmemektedir. Bu maddenin son bölümünde “kadro süresi eğitimin bittiği tarihte sona ermektedir, başka bir işleme gerek yoktur” özetinde bir ifade vardır. Kısacası yasa yüksek lisans öğrencilerinin kadro alma haklarını hiçleştiren bir içerik taşımaktadır.
50/d sorunu sadece bu yasaya göre çalışan araştırma görevlilerinin istihdam sorunu değildir kuşkusuz. Bu durumun ötesinde üniversitelerde Bologna projesiyle gerçekleştirilmeye çalışılan esnek çalışma modelinin en önemli adımlarından biridir. YÖK Strateji Raporu (2006) (ki 50/d yasası aynı yıl meclise sunulmuştur) ve TÜSİAD tarafından hazırlanarak 2008 Ekim ayında açıklanan “Türkiye’de Yüksek Öğretim: Eğilimler, Sorunlar ve Fırsatlar” başlıklı rapor da bu doğrultuda sunulan ve sermaye sahiplerinin de bu sürecin öncüğüne soyunduklarının bir göstergesidir. Örneğin bahsi geçen YÖK raporunda “Garantili maaş sistemi yerine tarafsız kurulların değerlendirilmesine dayanan, belli bölümleri performansa dayalı maaş sistemine geçilmesi ve idari ve akademik personele kadro güvencesinin hangi koşullarda verileceğinin yeni kurallara bağlanmasının düşünülebileceği…” belirtilirken, bahsi geçen TÜSİAD raporunda ise iş güvencesi, “mevcut ortamda, yenilikçi öğretim ve araştırmayı engelleyen diğer bir etmen…” olarak görülmektedir. (aktaran: Özgür Müftüoğlu, www.sol.org.tr)
Konuya Milliyet’teki köşesinde değinen Abbas Güçlü ise sistemin Amerikan üniversitelerinde uygulanan sistemin bir benzeri olduğunu belirtmiş, esnek eğitim modelinin savunusuna soyunmuştur. Bologna projesi ile yüksek öğretim ağı oluşturma hedefi ile ülkemiz yüksek öğretim alanında eğitimin niteliği, biçimi ve eğitim sonrası sermayenin ihtiyaçlarına göre şekillendirilmek istenmektedir. Üniversitelerde bu dönüşümü hedefleyen Bologna Süreci ve Lizbon Bildirgesi’ni temel alan YÖK’ün ve TÜSİAD’ın raporlarında amaçlanan ABD’de uygulanmakta olan sistemle bütünüyle paraleldir. Ve bu sistem bu sürece dahil olan tüm ülkeler için uygulanmak istenmektedir. Mesele uluslararası emperyalist sermayenin çıkarında düğümlenmektedir.
Keza 50/d bu gözle okunmalı ve diğer tüm saldırı yasalarıyla ortak yönüne vurgu yapılmalıdır. Çeşitli üniversitelerde gerçekleştirilen panel ve toplantılarda yoldaşlarımızın süreci bir bütün olarak ele alan bakış açılarının yarattığı etki hem konunun (merkezi yönelimimiz olduğu halde) bizler tarafından yeterince “kavranmadığının”, hem de bu saldırıların muhataplarının saldırılardan habersizliğinin ve saldırılar karşısında aktif tutum alacaklarının göstergesidir. Yine benzeri örnekler çeşitli üniversitelerde ÖTK toplantılarında da yaşanmıştır.
Görüleceği gibi önümüzde sürecin çok gerisinde kalınmasına rağmen geniş kesimlerin harekete geçirilmesi potansiyeli vardır. Özellikle Nisan ayının (20-29 günleri arasında) son haftasında gerçekleştirilecek Küresel Eylem Haftası, “Eğitim Hakkına Sahip Çık” şiarı doğrultusunda gündemleştirilmeli ve devrimci demokrat gençlik örgütlerinin katılacağı geniş eylemlilikleri örgütlemeyi hedeflemeliyiz. Bunların dışında konunun Eğitim-Sen gibi kitle örgütleri başta olmak üzere Genç-Sen vb. öğrenci örgütlerinde de gündemleştirilmesinin olanakları vardır. DKÖ’lerde çalışma konusunda kat ettiğimiz mesafe düşünüldüğünde hiç de azımsanmayacak olanaklarımızın olduğu bilinciyle hareket etmeli ve açığa çıkartılacak bu potansiyeli 1 Mayıs alanlarına taşımayı hedeflemeliyiz.
26 Nisan 2009 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder