17 Nisan 2009 Cuma

DESA Direnişindeki Kadın İşçilerin Hatırlattıkları

“Bu kadınlar beni batıracak!”*

Takviminin üç yüzlü günleri bulduğu DESA’da atılan işçiler direnişlerini sürdürüyorlar. Sadece DESA’da değil şu anda Sinter Metal, TEGA, Asemat Otomotiv, Asil Çelik, Tezcan Galvaniz, Mersin Liman, Menderes Tekstil ve İzmir Belediyesinde çalışan işçiler de direnişteler.
DESA’yı bu direnişlerin arasından öne çıkaran, kamuoyunda ve uluslar arası çapta ses getirmesine yol açan neden ise kadın işçilerin direnişteki rolleridir. DESA’da yalnız kadınlar değil atılan erkek işçiler de direniyorlar.
DESA’nın Çorlu, Düzce, Sefaköy olmak üzere üç fabrikası bulunmakta. Aynı zaman DESA 500 büyük firma arasında yerini alıyor. Toplamda yaklaşık 1200 işçi çalışıyor. Cinsiyet dağılımı ise yarı yarıya denilebilir. Yani 1200 işçinin 600 kadarı kadın işçilerden oluşmaktadır. Kadın işçilerin kendi içlerindeki dayanışmasının daha bir tutkulu olduğu gözlerden kaçmıyor. Yine Emine Arslan örneğinde olduğu gibi, tek başına bir kadın, işçi kadın kimliğiyle fabrika önünde direnişe geçebiliyor. Ama tek başına bir erkek işçinin direnişe geçmesi daha zordur. Bu konuda pek bir örnek de bulunmamaktadır.
Kamuoyunda bu kadar yankı uyandıran DESA direnişinin arkasında kadınların mücadelesinin belirleyici olduğunu belirtmek gerekir. Milliyeti, dini, inancı ne olursa olsun kadın işçiler değişmeyen tek şey işçi kaderini paylaşmaları. Bu nedenle direnişlerde başörtülü kadınların yer almasına oldukça şaşıranlar da yok değil. Diğer yandan “başörtüsü hakkı” için dahi olsa ülkemizin İslamcı basının konuya ilişkin tek kalem oynatmaması ise emek mücadelesine olan mesafesini göstermesi açısından ise ibretlik. Ulusal basın ise konuya kadın direnişçilerin bilhassa Emine Arslan üzerinden meseleyi ele alarak yaklaştı. Emine Arslan’ı direnen bir işçi olarak görmekten çok kadın kimliği üzerinden konuyu ele aldı.
DESA’ya dönersek, modern üretim tesislerine sahip olan DESA’da işçiler ise aynı modern çalışma koşulları içerisinde değil vahşi kapitalizmin en acımasız dönemlerini hatırlatır türden. Bu koşullara artık katlanamayan ve bu kötü koşulları düzeltmek isteyen işçiler sendikaya üye oldular. Ve sendikaya üye oldukları işveren tarafından anlaşılınca işten atıldılar. İlk işten çıkarma 2008’in Nisan ayında Düzce fabrikasında gerçekleşti. Daha sonra Sefaköy’deki fabrikada Haziran ayında Deri İş Sendikasına üye olan Emine Arslan işten çıkarıldı.
Direnişin sembolü haline gelmiş Emine Arslan DESA’da neler yaşadığını şöyle anlatıyor: “İşe ilk girdiğimde dokuz ay sigortam yapılmadı. Sigortacılar geldiğinde bizleri fabrikanın çatısına saklıyorlardı. Biz saatlerce orada soğukta donuyorduk. Çalışmaya başladık fakat uzun çalışma saatleri çok ağırdı. İki gün eve gidemiyor ve fabrikada geceliyorduk. Eve gittiğimizde bacaklarımız balon gibi oluyordu ve şişiyordu. Öğlen vakti oluyordu yükleme var diye yemek vermiyorlardı. 220- 240 saat mesai yapıyorduk ayda. Önümüze gelen kağıtta ise 6-10 saat mesai yaptığımıza dair kağıt imzalıyorduk. Solvent ve bali gibi kimyasallara maruz kalıyoruz. Bunlara karşı hiç önlem yok.”
DESA işçileri sabahlama denilen çalışmada ise 40 saate varan sürelerde çalıştırılıyorlar. Dinlenmek için yer yok, dinlenmek istersen depoya gidip kendini bir saat bir yerlere atabilirsin. Emine Arslan yükleme olduğu sırada yemeklerin akşam beşe sarktığını ve yemeği beş dakika içinde yemek zorunda olduklarını anlatıyor. “15 dakika yemek molası veriliyor. Beş dakikası yemek kuyruğu, beş dakikası yemeği yemek ve sonrası işe geri dönmek. Yemekten sonra tuvalete gidemiyorduk. Yemek başlar başlamaz tuvaletlerin kapılarına denetçiler dikiliyor”.
Yemeği işçiler bir an önce bitirsinler diye yemekhanede ustabaşları tarafından denetleniyor bir an önce bitmesi için işçilere her daim gözlerimiz üzerinizde mesajı veriliyor.
Sadece Emine Arslan değil, Düzce fabrikasında Deri-İş Sendikası’na üye olan ve atılan kadın işçiler de orada yaşadıkları şöyle anlatıyorlar:
Nuray Öztürk: “İçtiğimiz sular tuvaletten akan sulardan dolduruluyordu. Yemeklerden her şey çıkıyordu.”
Canan Çelik: “Tuvaletleri kilitliyorlardı bir dönem. Hamile kadınlar tuvalete çok gittikleri için onları tuvalete göndermemek için yapmışlar. Böyle bir şey olabilir mi? Çok fazla mesai vardı, ‘usta hastayım’ diyordum, ‘ben de hastayım’ diyordu.”
Gülhan Akyüz: “Burada asgari ücretle çalışıyordum. Çalışma saatleri çok uzundu. İnsanın hem fiziğini hem de psikolojisini zorluyordu. İki gün tatil diye girdik işe, hiçbir zaman iki gün tatil yapmadık. İşverene karşı bir hırsımız var, o hırs bizi ayakta tutuyor. Paradan ziyade onurumuzun peşindeyiz. Bizler de fabrikalar buraya geldiğinde daha iyi çalışma koşullarına kavuşacağımızı zannettik. Ancak hiç böyle olmadı en güzel arazilerimize kondular. Bize de daha fazla açlık ve kölelik getirdiler.”
DESA’da sayıca oldukça fazla kadın işçi bulunmasına rağmen, kreş, emzirme odaları gibi olanaklar da bulunmuyor. Fabrikada uluslararası denetim yapılacağı sırada ise her şey usulüne uygun değiştiriliyor. Damacanalarla su getiriliyor, her taraf tertemiz ediliyor. Olmayan emzirme odaları kuruluyor. Fabrika yetkilileri tarafından işçilere, pis bir gülümseme ifadesiyle denetçiler soru sorduklarında neleri demeleri ve neleri dememeleri gerektiği ve olumsuz bir şey söylemeleri halinde işten çıkarılacakları söyleniyor. Denetçiler işçiye soru sordukları esnada ise ustabaşları fabrika yetkilileri kalabalıklaşarak işçinin suratına bakıyorlar.
Marx ve Engels, Aralık 1847’de kapitalizmin amansız eleştirisini yaparken işçilerin bu yaşadıklarını bundan 150 küsur sene önce çok çarpıcı bir biçimde not düşmüştü:
“Modern sanayi, ataerkil ustanın küçük atölyesi sanayici kapitalistin büyük fabrikasına dönüştürmüştür. Fabrikaya doluşan emekçi kitleler, askerler gibi örgütlenmiştir. Onlar, sanayi ordusunun sıradan erleri olarak, tam bir subaylar ve çavuşlar hiyerarşisinin komutası altına sokulmuşlardır. Onlar yalnızca burjuva sınıfının ve burjuva devletinin köleleri olmakla kalmazlar; her gün, her saat makineler tarafından, denetçi tarafından ve en çok da burjuva fabrikatörünün kendisi tarafından köleleştirilirler. Bu zorbalık biricik amacının kazanç olduğunu ne kadar açık bir biçimde ortaya koyarsa, o kadar aşağılık, o kadar tiksindirici ve o kadar dayanılmaz olur.”[1] derken hiç de yanılmamıştı.
Köle gibi çalıştırılan DESA işçileri için artık çözüm mücadelede etmekti. Sendikanın ne olduğunu dahi bilmeyen işçiler çok uzun saat çalışma koşullarından kaynaklı dünyadan o kadar kopartılmışlardı ki Emine Arslan “biz kafesteki kuş gibiydik” diyor. Ve direnişe başladıktan sonra “ben bilmiyordum dışarıda bu kadar emekten yana olan insan olduğunu” diye ekliyor.
İşçiler işten atıldıkları günden sonra fabrika önünden beklemeye başladılar. Ve işyerine haklarını alarak sendikalı olarak geri dönmek için sonuna kadar mücadeleye devam ediyorlar. Artık sendikanın ne demek olduğunu da biliyorlar.
Düzce ili insanı muhafazakar bir yapıya sahiptir. Direnişteki kadın işçilerin de çoğunun başı kapalıdır. Aynı şekilde erkek direnişçiler de düşünsel olarak muhafazakar yapıdadır. Şehir insanı üzerinde kapalı kadın işçilerin direnişe geçmesi başlangıçta yadırganmış, direniş önlüğü giyen, jandarma tarafından defalarca gözaltına alınan kadınlar tuhaf karşılanmış. Ama daha sonrasında şehir de buna alışmaya başlamış. Kadının ev içindeki gizli emeğinin ona kişisel gelişimi açısından hiçbir fayda getirmediği ama ne zamanki ev kölesi olmaktan kurtulup toplumsal üretime katılmasının ardından kadın için ilerici bir gelişmeye yol açtığını DESA kadın işçileri üzerinde net bir şekilde görebiliyoruz.
“Kadının gerçek özgürleşmesi” diyor Lenin, “gerçek komünizm, ev ekonomisinin ayrıntılarına karşı ya da daha doğrusu sosyalist büyük ekonomi için onun kökten değiştirilmesi uğruna (devlet çarkının başındaki proletaryanın yönetiminde) yığın savaşımı nerede ve ne zaman başlarsa, ancak orada ve o zaman başlayacaktır” [2] demektedir.
Başının kapalı olması ya da olmaması, muhafazakar olması, oy verdiği partinin ne olduğu bir kenara işçi sınıfının bilincinin patronlar sınıfının baskısı oldukça gelişmeye açık olduğudur. Marx ve Engels’in deyimiyle “…modern sanayi ne kadar gelişirse, erkek emeğinin yerini o ölçüde kadın emeği alır. Yaş ve cinsiyet farklılıklarının işçi sınıfı için hiçbir ayırt edici toplumsal geçerliliği kalmamıştır artık. Bütün işçiler, yaş ve cinsiyetlerine göre farklı masrafa yol açan iş araçlarından başka bir şey değillerdir artık…”[3]
Bundandır ki işçi sınıfının içerisinde kadınların daha fazla yer alması ilericidir. Bunu direnişlerde kadınların en ön saflarda yer almasında görebilmekteyiz. Çünkü işyerlerinde işçi kadınlar sadece işi yapmakla kalmıyorlar cinsiyetçi iş bölümüne tabi tutularak ayrıca, tuvalet temizlikleri ve diğer temizlik ve “kadın işleri” olarak görülen işleri de yapmak zorunda bırakılıyorlar.
Bunun dışında kadınlar evlerine döndüklerinde işleri bitmiyor. Erkeklerin işleri bitiyor fakat kadın evne döndüğünde, yemek, bulaşık, temizlik gibi işeri de yapmak zorunda bırakılıyor. Bu eziyet büyüdükçe kadının hayat şartları giderek, çekilmez hale geldikçe kadının isyanı ve mücadeledeki tutumu daha kararlı oluyor. “Dün köleydim. Ondan önceki gün de köleydim. Ama artık yarın köle olmak istemiyorum” diyen kadınların direnişlere taşan öfkesi ise oldukça anlaşılır bir durum.
Kadının üzerine yaptığımız bu alıntıların önemini göstermek istercesine ve son bir alıntı daha yaparak kadınların bilhassa işçi kadınların Paris komünü sırasında ortaya koydukları direnişin önemini göstermek için, devrim arifesindeki Rusya’da, Lenin’in 1916 yılında kadınlar için söylediği sözlere kulak verelim:
“Komün’ün bir burjuva gözlemcisi, 1872 Mayıs’ında bir İngiliz gazetesinde şunları yazıyordu: ‘Eğer Fransız ulusu yalnızca kadınlardan oluşsaydı, ne korkunç bir ulus olurdu’. Kadınlar ve 13 yaşından başlayarak gençlik, Komün sırasında erkeklerin yanında mücadele etti ve bu, burjuvazinin alt edilmesi için gelecek mücadelelerde başka türlü olmayacaktır. İyi silahlanmış burjuvazi, kötü silahlanmış ya da silahsız proletaryaya ateş ettiğinde, proleter kadınlar pasif biçimde seyretmeyecekler, 1871 gibi yine silahlara sarılacaklardır.[4]

Kaynak:
[1]Kadın Sorunu Üzerine, İnter Yayınları,1996, 4. Basım, s.10
[2] age. s.44
[3] age. s.10
[4] age. s.37-38

· DESA patronunun ifadesi

Hiç yorum yok: