26 Nisan 2009 Pazar

Ülkemiz egemenlerinin gerçekliği ve işkence

Lenin, Devlet ve Devrim adlı eserinde “sürekli ordu ve polis, devlet iktidarının başlıca güç aletleridir” der. Bu tespit, burjuva demokrasisinin yaşam bulduğu bir yerde, ezilenlerin bilincinde yer etmemiş ve bu anlamıyla oradaki kitlelerde yanılsamalı bir bilinç oluşturmuş olabilir. Ancak ülkemizdeki ezilen kesimler açısından bu olgu çok net bir şekilde bilinçlerde yer etmiştir. Kürt coğrafyasında içinde böylesi soruların olduğu bir anket gerçekleştirilse, verilebilecek muhtemel cevaplar da kıyım yapanın, zulmedenin asker, polis ve devlet olduğu vurgularını görme olasılığı yüksektir. Kürt halkının bilincinde asker, polis, devlet vurgusu deyim yerindeyse eş anlamlı hale gelmiştir.
“Devlet iktidarının başlıca güç” aleti olarak kolluk güçleri ve düzenli ordunun en önemli güç aleti de şüphesiz işkencedir. Ülkemiz egemenlerinin mevcut yapısal gerçekliği, ülkemizdeki insan hakları ihlalinin, batı medeniyeti olarak atfedilen, burjuva demokrasisinin yaşam bulduğu emperyalist ülkelerdeki –ki krizin büyümesine paralel bu ülkeler de saldırganlaşmaktadır- ortalamanın her zaman çok çok üstünde yer almıştır.
AB uyum yasaları ile birlikte, ülkemiz egemenleri ve kalemşorlarınca “demokratikleşiyoruz” vurgusu, bilinçli bir şekilde uygulanan politikalar sonucu düşme eğilimi gösteren insan hakları ihlalleri son dönemlerde tekrar çıkışa geçmiştir. Demokratikleşiyoruz vurgusunun sahteliği de 3-5 yıl içerisinde gözler önüne serilmiştir.
Ülke coğrafyasının bütünü ve özellikle Kürt coğrafyası ölüm tarlalarına çevrilmiştir. Ülkemiz devrimci demokratik kamuoyu açısından failleri belli olan ancak “resmi raporlarda” failleri meçhul olan ölümlerin sıradanlaştığı bir ülkeden ve egemenlerinden bahsediyoruz, ülkemizi ve egemenlerini tarif edebilmek için. Toplam “faili meçhul” cinayetlerinin sayısının on yedi bin civarında olduğu bir ülkedir burası.
En son Engin Ceber örneğinde olduğu gibi, gözaltlarında yahut hapishanelerdeki ölümler, ülke egemenleri açısından her zaman başvurulan bir şiddet türüdür. Her ne kadar ülke yöneticileri ve temsilcileri tarafından böylesi durumlar münferit olarak ifade edilse de herkes bilir ki yaşanılanlar hiç de münferit olaylar değildir.
Bu söylediklerimiz de ayakları havada sözler değildir. Rakamların dile getirdikleri açıktır. İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) açıkladığı rakamlar ortadadır. Verileri değerlendirirken, AKP’nin hükümete geldiği ve AB uyum yasalarının geçmeye başladığı 2002-2003 dönemini baz alarak değerlendirmek, ülkemizin ne kadar demokratikleştiğinin (!) göstergesi olacaktır.
2008 yılında “faili meçhul” cinayete kurban gidenlerin sayısı 29’dur. Bu sayı 2005 ve 2006 yılında yaşananlardan daha fazladır. “Faili meçhul” olan saldırılarda yaralananların sayısı da 187’dir.
“Faili meçhul” olanların yanında yargısız infaz, işkence sonucu, köy korucuları tarafından, kuşkulu ve gözaltında ölümlerin sayısı ise 65’dir. Ki bu sayı 2002 yılına göre yaklaşık yüzde 60 daha fazladır. Kaldı ki bir şekilde, kolluk görevini yerine getiren güçlerin elinden yaralı olarak kurtulanların sayısı da 56’dır.
İşkence veya kötü muameleye maruz kalanların sayısı ise, ülkemiz egemenlerinin ne kadar saldırganlaştığının göstergesi, bir nevi karnesidir. Bu sayı ise son on yılın en yüksek sayısı olup 1546’dır.
Gözaltına alınanların sayısı ise 2003’ten sonra azalırken 2006’dan sonra ise tekrardan artışa geçerek neredeyse 2003 yılının sayısına ulaşmıştır. Tutuklananların sayısı 2002 yılını da aşarak 2387 olmuştur.
Ki vurguladığımız rakamlar, yukarı da yazdığımız gibi İHD’den alınmıştır. Böylesi durumlarda çeşitli nedenlerden kaynaklı, gerçek sayının çok daha fazla olduğu ise bilinen bir gerçektir.
Vurguladığımız noktalar sadece, ülkemiz egemenlerinin, devrimci-demokrat kişilere yönelik saldırısı değildir. Aksine bu sayıların içerisinde örgütlü olmayanlar da bulunmaktadır. Ülkemiz egemenleri, halkımızı iliğine kadar sömürürken aynı zamanda da saldırmaktadır. Ne de olsa temsilcilerinin “kadın da çocuk da fark etmez saldırın” mealinde sözler sarf ettiği bir ülkede yaşamaktayız.
Ekonomik krizin büyümesi ile beraber, ülkemiz egemenlerinin daha da saldırganlaşacağının tespiti için alim olmaya gerek yok. Ayinesi iş olan ülkemiz egemenlerinin lafına bakmaya gerek yoktur. Saldırı dalgasının hedefi elbette daha dinamik olan örgütlü kesimlere yönelik olacaktır. Ancak ülkemiz egemenlerin halka yönelik saldırganlığı boyutlanacağından kaynaklı yeni demokrasi ve sosyalizm mücadelesi daha önemli olacaktır. Ve halkla bütünleşmenin de zemini çok daha fazla açığa çıkacaktır.
Ülkemiz egemenleri ne kadar saldırganlaşırsa saldırganlaşsın, devrimci mücadelenin büyümesini engelleyemeyeceklerdir. Çünkü ezilenler tarih sahnesinde son sözlerini söylemediler.

Hiç yorum yok: